Oktay Akbal
"YÜKSEK Sesle Düşünmenin Tam Sırasıdır." Türk aydın gücünün düşünce düşmanlığına karşı üçüncü kitabı...
Düşünce özgürlüğü var diyorlar! Herkes istediği gibi düşünsün, ama bunu başkalarına duyurmasın, başkalarıyla paylaşmasın. Oysa paylaşılmayan, açıklanmayan, üstünde konuşulmayan, tartışılmayan düşünce olur mu? Buna olsa olsa kendi içine kapanmak, kendi karanlığında gömülmek adı verilmez mi?
* * *
Kanevski'nin sözleriyle başlayan bir ortak kitap:
"Yüksek Sesle Düşünmenin Tam Sırasıdır" (Can Yayınları)... İnsanoğlu bir gün virgülü yitirmiş, bu yüzden cümleleri basitleşmiş! Sonra ünlem işaretini, ne kızıyor ne seviniyormuş! Derken soru işareti yok olmuş, ilgisizlik içine kapanmış! İki nokta üstüste işareti de elden gidince davranışlarının nedenini niçinini unutmuş! Yaşamının sonunda elinde bir tırnak işareti kalmış. Ama hiçbir düşüncesi olmazsa tırnak neye yarar?
Son noktaya vardığında her şeyi konuşmayı da düşünmeyi de unutmuş!
* * *
Bağımsızlık yalnızca bir sözcük müdür? Ya özgürlük, eşitlik, mutluluk, kardeşlik, hele hele dostluk?
Yekta Güngör Özden yeni baskısı çıkan
"Tançiçeği" adlı şiir kitabında yaşamsal bir önem taşıyan "İlke"yi dizeleriyle şöyle özetliyor:
"Sevgi saygı ve güven / Yüreğimde herkesin yüreği / İnsanlık payıma düşen
Ne kavga ne savaş / Ne aymazlık bağnazlık / Yaşamak en kutsal uğraş
Tüze en doyurucu güvence / İnsan hakları için / İnsanlık her şeyden önce / İnsanız her şeyden önce".
* * *
Böyle günler daha önce hiç yaşamadık! Ne tek parti, ne Bayar - Menderes, ne Özal, ne asker yönetimlerinde... Bunca başbakan geldi geçti. Hepsi çeşitli yönden eleştirildi, yargılananlar, hatta idam sehpasına gidenler oldu. Yanlış işler yapanlar, ağır suçlamalar altında kalıp kolayca hesap veremeyenler, ama böylesi hiç olmadı! Türkiye'de yıllar boyunca Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı yapan bir kimse, adıyla sanıyla Prof. Dr. Tansu Çiller gibi ABD'nin aylıklı adamı, CIA'nın görevlisi olmakla suçlandırılmadı. Yargı önünde gerçekler elbet ortaya çıkacak. Ama böyle durumdaki politikacı bir an önce aklanmak istemez mi? "Dokunulmazlığımı hemen kaldırın" demez mi? Ya da parti liderliğinden, milletvekilliğinden istifa edip adalet önüne gitmez mi? Suçlanmalara karşı "Yazıklar olsun" demekle yetinmek hangi anlama geliyor? Suçsuzluğuna inanan kişi, soruşturmanın en iyi biçimde yapılması amacıyla bütün koruyucu zırhlarını bir yana atmaz mı? Bir eski Başbakan'ın CIA'nın görevlisi olmakla suçlandığı bugünlerde yaşamak hepimiz için utanç vericidir. Bakmayın "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağıran şaşkınlara, böyle bir durumda duyulsa duyulsa utançtır duyulan...
* * *
Şair Melisa Gürpınar
"Yüksek Sesle..."deki yazısını şu sözlerle bitiriyor:
"Ülkemiz, bizim dikeni bol gül bahçemizdir. Ama olsun bizimdir, hepimizindir. Çok zor açan güllerimizin bekçiliğini, emek vermemiş kolaycılara, çalıp çırpmakta uzmanlaşmış yüzsüzlere yaptırırsak 21. yüzyıl gözümüzün yaşına bakmaz. Bütün değerlerimiz yağmalandığında, düşünecek hiçbir şey kalmayabilir."
Nedin Gürsel de çok umutsuz:
"Düşünce suçu ayıplarının giderek çoğaldığını, ülkemizin en seçkin aydın ve yazarlarının mahkeme kapılarında, hatta hapislerde süründürüldüğünü gördükçe dehşete kapılıyorum. Evet, tüm uygar dünyadan dışlanacağız, yeni düşünceler, yeni yapıtlar artık filizlenmeyecek."
Sesimizi en tıkalı kulaklara, en katı yüreklere, en karanlık kafalara dek yükseltmek, virgülleri, noktaları, ünlemleri, soruları yitirmemek; kısacası kendimizi, kimliğimizi, insanlığımızı yitirmemek, yüksek sesle düşünmeye bağlı...
* * *
Anayasa Mahkemesi Başkanı şair Yekta Güngör Özden'in şu dizelerine içtenlikle katılmalıyız:
"Sürmez karanlık sonsuza değin / Boğulur aydınlıkta kötülükler / Hayınlıklar, bağnazlıklar / Açar tançiçeği devrimimizin / Türkiye kadar / Sanmayın bu bir türkü / Gün gelir gökleri yarar türkü."