Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Pazartesi günkü yazımda, ülkemizin 1995 yılında 200 milyar dolara yakın bir zararını nasıl önlediğimizi anlatmaya başlamıştım. O yıl, IMF sonbahar toplantılarında Türkiye'yi temsil ediyordum. IMF ülkenin seçimlere gideceğini, bu aşamada yeni bir stand - by yapmak istemediğini bildirdi; ancak bir açıklama yapmadı. Seçim kararının alınmasıyla, politikaya atılmaya karar verip, istifa ettim. Yerime de, rahmetli Osman Cavit Ertan'ı vekil bıraktım. O zaman, Merkez Bankası hem Türk lirasında hem de dövizde piyasanın tek hakimi idi. Merkez Bankası döviz rezervleri, tüm döviz borçlarının üzerindeydi. Bankalara açık piyasa borcumuz da yoktu.
Ama, ülkesinden çok kendi küçük çıkarlarını düşünen Türkler vardı. Bunlar seçim öncesi bir ekonomik kriz çıkarıp Çiller'i yıpratmak ve iktidara gelmek peşindeydi. Bu kişilerin IMF Direktörü Fischer ile yakın ilişkileri de vardı. Bir biçimde, Türkiye - IMF ilişkisinin bittiğini yabancı bankacılara yayıp, ülkemizden dövizlerini çekmeyi ve ülkemize dış kredileri yavaşlatmayı sağladılar. Özellikle etkin oldukları Türk bankalarını da devreye sokup, bir "döviz krizi" çıkarmaya çalıştılar.
Olanlardan Çiller'in haberi yoktu. Operasyona başlamalarıyla, 1 milyar dolara yakın rezervimiz erimişti. Çare düşünüyordum. Çünkü, kriz çıkarmak isteyenlerin banka içinde, hatta Çiller'in çok yakınında uzantıları vardı. Alınacak tedbir çok ani ve gizli olmalıydı. Cumartesi günü, Osman Cavit Ertan ve Para Piyasaları Genel Müdürü ile durumu tüm detayları ile inceleyip, çeşitli olanaklar ve olası gelişmelerin hesabını yaptık. Pazar akşamı, yapılacakları arkadaşlarıma anlattım.
Pazartesi sabahı, vadeli döviz piyasasını hayata geçirdik ve Merkez Bankası isteyen bankaya istediği vade ile döviz satmaya başladı. Önce, aylık vadelerle döviz kontratları yapıldı. Sonra, bankalar haftalıktan 3 aylığa kadar vadeli döviz aldılar. Bankalar tek tek aranarak, kendilerine sonsuz döviz satılacağı bildirildi. Beni arayanlara da, ben bu işten zararlı çıkabileceklerini ama bunun kendileri için bir çeşit sigorta olduğunu; kendi kararlarını vermeleri gerektiğini söyledim. Bu biçimde yapılan kontratlar 3 milyar dolara ulaştı. Ama operasyon başarılı oldu; bir hafta sonra döviz talebi kesildi. Piyasa normale dönmüştü.
Yapılan şey, kararlaştırılan bir süre sonra, belli bir kurdan Merkez Bankası'nın bankalara döviz satma taahhüdü idi. Kararlaştırılan işlem gününde bankalar Merkez Bankası'na kararlaştırılan fiyattan Türk lirası verip, Merkez Bankası'ndan döviz alacaklardı. O gün, piyasada kur yüksekse bankalar kar edebileceklerdi. Ama edemediler. Bütün vadelerde kur, anlaşılanın altında kaldı. Türk lirası ihtiyacı nedeniyle, bankaların hemen hemen tümü anlaşmalar sonucu aldıkları dövizi aynı anda tekrar Merkez Bankası'na sattılar. Sonuçta, rezervler yine aynı seviyeye yükseldi. Üstelik, kar amacı gütmese bile Merkez Bankası bu işlemlerden 100 milyon doların üzerinde bir kar yaptı.
Ülkemize 200 milyar dolardan fazlaya mal olabilecek bir krizi önlediğimizde, geçen hafta rahmetli olan Osman Cavit Ertan Merkez Bankası Başkan Vekili idi. Biz vadeli döviz satışını başlatmasaydık, birkaç yıl önce karşılaşılan krizin aynısıyla karşılaşırdık. Bankalara vermek zorunda kaldığımız her Türk lirası, döviz talebi olarak karşımıza gelirdi. Hazine'ye bankalarca borç verilmez, Hazine de bizden para almak zorunda kalırdı.
Bu iki hafta içindeki diğer gelişmeleri sonraki yazımda anlatacağım. Osman'dan başkası olsaydı, bu operasyon fiyasko ile neticelenirdi.