Çözüm Hazine, Merkez Bankası'nın uyarılarına genellikle kulak tıkar, tek yetkilinin kendileri olduğunu göstermeye çalışırdı. Örneğin, Merkez Bankası'nın tüm bulguları Hazine'ye gönderildiği halde, Hazine, Merkez Bankası'na bankalar hakkında canı isterse bilgi verir ve Bankalar Yeminli Murakıpları tarafından hazırlanan raporlar Merkez Bankası'na verilmezdi.Merkez Bankası'nın bankalara doğrudan yazı yazması bile istenmezdi. Bu durum, Merkez Bankası'na yazılı olarak bile bildirilmişti. Hatta, bir seferinde Merkez Bankası'nın Bankalar Yeminli Murakıp Raporlarını istemesi üzerine, Hazine'den gönderilen bir yazıda aynen: "Merkez Bankası'nın yetki ve görev alanına giren konularla ilgili olarak düzenlenen raporlar bankanıza gönderilmektedir. Müsteşarlığımız dahilinde yapılan değerlendirmeler çerçevesinde, bunlar dışında kalan ve bankacılık sırrı kapsamındaki bilgi ve değerlendirmelerin yer aldığı raporların bankanıza gönderilmesinin Bankalar Kanunu'nun 85. maddesi uyarınca mümkün olamayacağı sonucuna varılmıştır" deniliyordu. Kısacası, "batan" bankalar konusunda Merkez Bankası'nın hiçbir sorumluluğu olmadı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) kurulmadan önce, bankalar, Bankalar Yeminli Murakıpları aracılığıyla Hazine tarafından denetlenirdi. Merkez Bankası'nın da bir kısım yetkileri var gibi görünürse de, yaptırım uygulama hakkı Hazine'ye aitti. Merkez Bankası müfettişleri ve uzmanları denetimleri veya bankaların raporlamaları sırasında buldukları eksikleri Hazine'ye bildirirlerdi. Durumu kötüleşen bankalardan Merkez Bankası, kendisiyle yapılan işlemler nedeniyle haberdar olur ve durumu beklemeden Hazine'ye ulaştırırdı. Ancak, Hazine, Ekonomiden Sorumlu Bakan'ın, yani, hükümetin emrindeydi. Durumu bozuk olan bankalarla ilgili Merkez Bankası'nın teknik raporları ya banka sahiplerine bir biçimde sızdırılır ya da banka sahipleri durumun farkına varıp hükümete ulaşırlardı. Banka sahiplerinin bir biçimde Başbakan veya Ekonomiden Sorumlu Bakan'a ulaşması önemliydi. "Ulaşım" sağlandıktan sonra, Merkez Bankası teknik raporu ne derse desin, bir işlem yapılamazdı. Çünkü, işlem yapılması için "teknik" değil, "siyasi" bir karar gerekirdi. Merkez Bankası ile aynı görüşte olsa bile, Hazine'nin siyasi "olur" olmadan bir banka hakkında işlem yapabilmesi, olanaksızdı. Zaten, banka sahiplerinin genellikle, siyasi, maddi veya medya gücü olurdu. Sadece, bir bankaya el konulma kararı verileceği zaman, Merkez Bankası'nın yazılı onayı istenirdi. Ancak, "karar" Hazine'nin teklifi üzerine hükümet tarafından alınırdı. Hazine'nin ve Merkez Bankası'nın yazılı onayları, hükümetin elini kuvvetlendirirdi. El koyma, genellikle bankaların birleştirilmesi veya "iflas" ettirilmesi biçiminde yapılırdı. Şimdiki gibi, yönetimine el konulup yabancıların parasını çekmesi için süre verilmezdi. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, halkın mevduatını birkaç gün içinde öder ve sonra "iflas masası"na katılırdı.BDDK kurulduktan sonra, bankaların denetlenmesi ve gereğinde bankalara el konulması tamamen teknik bir hadise haline geldi. Bu kurumun "özerk" olmasıyla da, bu konulardaki kararlar tamamen teknik biçimde alınmaya başlandı. BDDK'nın ilk kurulduğu yıllarda, hem hükümetin hem de IMF'nin çeşitli telkinleri oldu; yanlış bazı uygulamalar da yapıldı. Ama, BDDK'nın oluşturulması mali hayatımızda bir devrim oldu. ytoruner@milliyet.com.tr Merkez bankası nasıl haberdar olurdu?