Doğru yanlış demeden, kişilere yapılan saldırıları engelleme konusunda medyamız oldukça yol aldı. Artık, kesin delil olmadıkça, kişilere açık saldırı yapılmıyor. Ancak, spor yazarları için bu prensip uygulanmıyor. Spor yazarları, o hafta yenilen bir takımın yönetici ve oyuncuları için her türlü iftirayı atmayı, yalan yanlış bilgilerle kamuoyunu aldatmayı kendilerinin hakkı zannediyorlar.
Zaten, bu yazarların çoğu da muhalif guruplar tarafından besleniyor. İşin en acıklı tarafı, diğer köşe yazarlarının bu tip yazıları medya yöneticileri tarafından okunup engellenirken, spor yazarlarının neredeyse her istedikleri şeyi yazmaları, kişilik haklarına saldırmaları sanki serbest.
Başkanlara ‘bel altı’ eleştiri var
Geçen hafta sonu, Sabah’ta Ecevit Kılıç diye biri, “Başarılı Babanın Başarısız Oğlu” başlıklı, Yıldırım Demirören’i hedef alan bir yazı yazdı. Yazı, terbiye sınırlarını aşıyor. Yazıda, mafyadan, Demirören’in Amerika’da bitirdiği okula kadar her konuda mesnetsiz, ispatsız ve gerçek dışı saldırı var. Yine, Referans’ta Aziz Yıldırım’ın askeriyeden kazandığından, yani, mecazen devletten kendisine iş verildiğinden, Adnan Polat ile Yıldırım Demirören’in mecazen “baba parası” yediklerinden söz edilmiş.
İlk yazı, “kulüplerin mafyayla ilişkileri olduğu” imajını vermek istiyor. Böyle olsa, “yönlendirilmiş yazar”, bu kadar acımasız ve kişilik haklarına saldıran eleştiriler yapılabilir miydi? Hayatlarını, zamanlarını ve paralarını tamamen kulüpler için veren başkanlar ve diğer yöneticiler, bu “bel altı” eleştirileri hiç hak etmiyorlar. Örneğin, Beşiktaş futbol takımı, geçen yıl kupa şampiyonu ve lig ikincisi olarak, Türkiye’deki en başarılı takımdı. Buna rağmen bile, “bel altı” vuruşlar dinmedi. İnönü Stadı, Fulya tesisleri yapıldı. Stat, şimdi de büyütülüyor. Basketbol kız ve hentbol takımları 30 yıldır ilk kez şampiyon oldular. Bunlardan, hiç bahseden yok.
‘Organize edilmiş’ seyirci...
Aslında, takımların istikrarını bozan ve sıkıntıları hazırlayan yöneticiler değil, yöneticilerin rakipleri ve “organize edilmiş” seyirciler. Spor yazarlarının bir bölümü de “istikrarı bozmak isteyenler”e taşeronluk yapıyor. Örneğin, Beşiktaşlı futbolcular, kendi sahalarında yuhalanmaktan çekindikleri için, kendi sahalarında daha çok maç kaybediyorlar.
Seyircileri ve spor yazarlarını organize eden, iç çekişmeciler yüzünden. Maraton programı yapımcıları dahil, tüm ciddi spor otoriteleri, bu yıl Beşiktaş’a hakemlerin kaç puan kaybettirdiklerini, üstelik, diğer rakiplere neler kazandırdıklarını açık açık söylüyorlar. Hal böyle iken, herkese yapılan haksız “bel altı” vuruşlar, “zavallılık” olmuyor mu?
Türk sporunun kalkınması için, sorumsuz, haksız, mesnetsiz, kişilik haklarına saldıran eleştirilerden vazgeçilmesi lazım. Yöneticilerin, daha çok çalışma isteklerini artırmak için. Daha iyi hizmet verebileceğine inanan her grup veya kişi, genel kurullarda yönetime talip olabilir. Seçilirse, aynı desteği diğerlerinden isteme hakkı vardır. Ayak oyunlarıyla yönetimi ele geçirme sevdasında olanlar, ayak oyunlarıyla yönetime veda ederler.
Yıldırım’ın, Polat’ın ve Demirören’in kulüpleri için sonsuz sevgi ve her türlü özveriyle yaptıkları çalışmalar her türlü eleştirinin çok üzerindedir.