"Yatırımcıyı koruma", "tasarruf mevduatını koruma" derken, şimdi de "tüketiciyi koruma" adına sistem yozlaşıyor. Tüketiciyi Koruma Yasası'na göre, bankaların vereceği tüketici kredilerinin faizi vade sonuna kadar değiştirilemiyor. Örneğin, tüketici kredisi 2 yıl vadeli olarak alınmış ve bu süre içinde faizler yükselmişse, yükselen faiz tüketiciye yansıtılamıyor. Ancak, bankadan kredi alındıktan sonra faiz düşerse, tüketici yeni düşük faizin kendisine uygulanmasını isteyebiliyor. Yahut da, aldığı krediyi erken kapatıp, başka bir bankadan daha ucuza kendisini fonluyor.
Bunda ne var, diyebilirsiniz. Aslında, bu zorunlu uygulama tüketiciler için pahalı kredi kullanma zorunluluğunu, bankalar için de önemli ölçüde faiz riskini beraberinde getiriyor. Tüketici kredilerine 2 yıl boyunca sabit faiz uygulamak zorunda olan bankalar, hesaplayabildikleri tüm riskleri verdikleri kredilerin faizleri üzerine eklemek durumunda olduklarından, bireysel kredilerden olması gerekenin çok üzerinde faiz alıyorlar. Bu fark, faiz olarak olmasa bile komisyon olarak tüketiciye yansıtılıyor.
Öte yandan, bu uygulama faizlerin yükselme dönemlerinde bankaları da önemli risklere sokuyor. Bankalar faiz hesaplarken ne denli faiz marj alırlarsa alsınlar, faizlerin beklentilerin çok üstünde yükselmesi halinde zarar ediyorlar. Çünkü, bankalar ortalama 3 ayı aşmayan vadelerle borçlandıkları halde, tüketicilere 2 yıl vadeli kredi verebiliyorlar. Yani, uygulamada bankalar için hem "maturity mismatch (vade uyumsuzluğu)" hem de "interest rate risk (faiz riski)" var.
Çok değil, birkaç yıl önce Demirbank gibi çok güçlü bir banka bu iki risk yüzünden batmıştı. Hem de, borç verdiği kurum Hazine'ydi. Bugünlerde, bankacılık sisteminin toplam tüketici kredileri 9 katrilyon liraya ulaşmış vaziyette. Giderek de artıyor. Büyük krediler yerine küçük bireysel krediler vererek riski dağıtmak, bankaların işine geliyor. Üstelik, bu kredilerin ana para riski de pek yok. Çünkü, kredi ödenene kadar malın sahipliği bankanın üzerinde kalıyor. Ama, vade ve faiz riski devam ediyor.
Bankalar Birliği'nin bu konu üzerine acilen eğilmesi lazım. Büyüklükler şu an için alarm vermiyor. Ama, bir süre sonra bu uygulama bankacılık sektöründe patlamaya hazır yeni bir bomba yaratacak. Çünkü, bu yılın ikinci yarısından itibaren kaçınılmaz olarak enflasyon ve buna paralel olarak faizler artacak. Sistemin bir düzeltme yapması hemen hemen kaçınılmaz. Dengeler tam olarak yerli yerine oturabilmiş değil. Hala, Hazine yüksek oranlı net faiz vermek durumunda ve Türk lirası aşırı değerli. Tabii, bu düzeltme bazı tedbirlerle geciktirilebilir; ama olacak.
Gelişmiş ekonomilerde faizler üzerinde yasalarla alınmış kısıtlamalar yok. Bu işi piyasa yapıyor. Bireylere birisi sabit, ikincisi üç - altı ayda bir ayarlanabilen faizler ve çeşitli vadeler öneriliyor. Sabit faizlerin kar marjları neredeyse, değişken faizli kredilerin iki katı. Vadeler uzadıkça faizler de yükseliyor.
Mehteran usulü bir ileri iki geri gitmenin ve sistemi riske atmanın bir gereği yok. Tüketicileri de yüksek faizle borçlanmaya iterek korumaya almanın anlamı yok.