Bir kardeşimiz 1915 olayı yaşanmış bir trajedidir, yüzleşmelidir diye yazmış. Yanıtımız...
Değerli kardeşim, bu acılar yaşanmadı diye bir sözümüz yok... Bu olayların evveliyatı vardır, birtakım isyanların sonucudur falan da demiyorum, yüzleşmeye de itirazım yok.
Konu başka. Soru şu: Emperyalist ülkeler 100 küsur yıl sonra neden hâlâ bu konuya odaklı? Neden parlamentolarından soykırım tasarıları geçiriyor, neden her 24 Nisan’da anma etkinlikleri düzenliyor? Neden Amerika’nın Kızılderili katliamı, Fransa’nın Cezayir katliamı, İngilizlerin Hindistan cinayetleri, Almanya’nın Namibya soykırımı hatırlanmıyor? Neden ABD Hiroşima ve Nagazaki’de iki atom bombasıyla 300 bin çoluk çocuğu öldürdüğünden dolayı özür dilemiyor?
Neden sadece 1915 anılıyor?
Ve en önemlisi…
Neden Osmanlı’da cereyan etmiş bu olay Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Cumhuriyet nesline bulaştırılıyor?
Türkiye’yi soykırımcı ilan eden ülkeler 1915 olayına çok mu üzülüyorlar? Bu ülkeler
3 Mayıs 1950; Milliyet’in ilk sayısının piyasaya çıkış tarihidir. Bugün 75. yılımızı kutluyoruz. Bendeniz bu 75 yılın 39’unda bu gazetede yazar olarak görev aldım. Ülkenin ve gazetenin kâh güzel ve coşkulu günlerini kâh sıkıntılı zamanlarını yaşadım.
Biz yazarlar aslında gazetelerin en mutena köşelerinde en konforlu yaşamı sürdürürüz. Adımıza yazılı tebrikler, alkışlar alırız. Ne var ki, gazetelerin yükünü başkaları çeker... Matbaa işçilerinden şoförlere, düzeltmenlerden dizgicilere, montajcılardan pikajcılara hepsi ağır işçilerdir. Büyük yükü muhabirler, yazı işleri elemanları, sayfa sekreterleri, editörler taşır. Sorumluluğun altına ise Genel Yayın Yönetmeni girer.
Geçen 75 yılda bu görevleri yüklenen tüm arkadaşları saygıyla anıyorum. Bugün çalışanların düne göre daha da ağır şartlar altında yaşadığını, gemiyi yürütmek için daha büyük özveri gösterdiklerini bizzat gözlüyorum.
Gazetecilik düne göre daha zordur. Geçmişte
ABD ile Ukrayna arasında kritik mineral antlaşması imzalandı.
Dünyada kritik mineral rezervlerinin yüzde 5’ini elinde bulunduran Ukrayna, madenlerini ABD’nin kullanımına açtı...
Ukrayna Batı’nın vaatlerine kanıp... ABD ve NATO adına Rusya ile savaşa tutuşmuştu. Pek çok gencini ve tesisini savaşta kaybetti.
ABD Ukrayna’ya görünüşte muazzam silah yardımları yaptı!
Derken yardımı kesmekle tehdit ederek Ukrayna’nın madenlerine çöktü.
Ukrayna Rusya’ya yenilmedi.
Uğruna savaştığı ve sözde yardım aldığı ABD’ye yenildi.
Yeraltı zenginlikleri ABD sömürüsüne açıldı.
Bilim başka şey, din başka şeydir.
Ne nedir? Misal...
1500’lerde İtalya’da uzay keşifleri yapan, dünyanın döndüğünü ispata çalışan Galileo hakkında din adamları orada burada “Dinsizdir” diye vaazlar veriyormuş.
Oysa Galileo aslında dini inançları sağlam bir Katolik. Kardinallerden dostları var.
O zamanın prenseslerinden birine yazdığı mektupta şöyle diyor:
“İncil bize dünyanın nasıl olduğunu anlatmaz. İncil fizik kitabı değildir. Öbür dünyayı anlatır ama bu dünyanın fiziksel olarak nasıl işlediğini anlatmaz” diyor. “Onu böyle kabullenmek yanlıştır ve bugüne kadar böyle yanlış yorumlar yapılmıştır. Dünya sabit mi, dönüyor mu, Güneş ne yapıyor, yıldızlar ne yapıyor onlar hakkında İncil’de bilgi yoktur” diyor. “Ben Tanrı’ya inanırım ama dünyanın nasıl olduğunu anlamak için evrene bakarım. Evren her zaman önümde açık duran bir kitaptır. Onun dili de fizik ve matematiktir” diyor.
Kilise önce bu görüşü kabul etmiyor. Ancak yüz
Türkiye ile Ermenistan arasında yıllar sonra ilk kez tatlı bir barış havası esiyor.
Ermenistan Başbakanı Nicol Paşinyan’ın soykırım iddialarını gündemin arka sıralarına çekmesi havayı yumuşattı.
Diplomatik ilişki kurmanın hazırlığı yapılıyor.
Yumuşama ABD’ye de yansıdı.
Donald Trump, Joe Biden’ın aksine bu yıl “soykırım” ifadesi yerine “Metz Yagern” yani “Büyük Felaket” ifadesini kullandı.
Havanın yumuşamasından tek rahatsız olan bizim DEM Parti sanırız.
DEM geçen yıl açıklamasında “Metz Yagern” ifadesini kullanmıştı.
Bu yıl yine ağır bir suçlamayla “soykırım” suçlamasına yöneldi.
Deprem oldu. Malum hocalar yine sahneye çıktı. Hepsine saygımız sonsuz. Ancak her biri yıllardır farklı değerlendirme yapıyor. Bir kesim “bekleyin asıl deprem arkada” derken bir bölüm bilim adamı da “bu iş bitti, beklenen zaten buydu” diyor… Tahminler 6,1’den 7,8’e kadar uzanıyor.
Gazeteci Zeki Sözer dostumuz soruyor:
“Hocalarım! 1999’dan bu yana hep sizi dinliyoruz. Aradan geçen 26 yıl içinde ülkede bu konuda uzmanlaşmış başka bilim adamı yetişmedi mi? Öğrencileriniz arasında teknolojinin de gelişmesi ile sizden daha iyisi, bilgilisi çıkmadı mı? Pek çoğunuzun emekli olduğunu biliyoruz. Yurt içinde, yurt dışında yapılan çalışmalara, konferanslara ne ölçüde katılabiliyorsunuz? Yeni bilim adamı yetişmiyor mu? Üniversiteler Türkiye için hayati önemi olan bu konuya gerekli önemi neden vermiyor?”
1999 Körfez Depremi sonrasında dünya bilim adamları Türkiye’ye koştu. Japonlar ve Fransızlar, Marmara’da özel gemilerle sismik araştırmalar yaptılar. Sonradan hiç bu tür
İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe tutukluluk itiraz duruşmasında hâkimin başka işle meşgul olduğunu, yüzüne bakmadığını, sadece sözlerinin sonunda “Bitti mi?” diye sorarak tutukluluğa devam kararı verdiğini anlatıyor. Buğra Gökçe, tutukluluk kararı verecek yargıç ve savcıların aldıkları eğitimin parçası olarak 10 - 15 gün hapis yatmalarını, böylece verdikleri kararın sonuçlarını yaşamalarını öneriyor.
★★★
Geçmişte benzer eğitimler vardı. Hukuk fakültesi öğrencileri hapishaneleri düzenli olarak ziyaret ederek koşulları inceler ve mahkûmlarla sohbet ederdi.
Bir süre adi mahkûmlarla birlikte hapis yatan Orhan Veli’nin kardeşi yazar Adnan Veli, hapishane anılarını “Mapusane Çeşmesi” adlı kitapta toplamıştır. O kitapta hukuk öğrencilerinin hapishaneyi ziyaretlerindeki ilginç sahneler de anlatılır. Mesela... Bir öğrencinin “Sen neden içerdesin” diye sorduğu mahkûm:
“Benim suçum bir malı bulunduğu yerden sahibinin rızası hilafına faydalanmak için almak” deyince
Yarın 23 Nisan... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Cumhuriyet Meclisi’nin törenle açıldığı günün 105. yıldönümü...
23 Nisan 1920 günü Millet Meclisi’nin ilk toplantısına gelen milletvekilleri araçlarını nereye mi park etmişler? Bahçe duvarındaki parmaklığa... O zaman malum; kimsede araç yok. Birçok Milletvekili Meclis’e atla geliyor. Atları da bahçe duvarındaki parmaklığa bağlıyorlar!
İlk Meclis’te mebuslar okul sıralarında oturuyorlar. Elektrik olmadığı için salon bir kahvehaneden alınan bir veya birkaç gaz lambasıyla aydınlatılmış.
Birkaç gün sonra duvarlara şu ilanlar asılmış:
“Meclis binası içinde tavla ve her türlü kumar oynamak yasaktır.”
Birinci Meclis yurdun dört bir yanından davet edilen halk temsilcilerinin katılımıyla toplanmış. Toplantılara katılanların 65’inin başında fes ve sarık, yaklaşık 50’sinin başında ise o dönemde ilericilik simgesi sayılan kalpak varmış. Buradan muhafazakârların çoğunlukta olduğu anlamı çıkıyor. Zaten cuma günü dualarla