İş adamı Vehbi Koç anlatıyor:
“Bazı kişiler benim Antalya’da sahibi olduğum Talya Oteli’ne gitmeyip de daha mütevazı olan Erdek’teki Pınar Oteli’ne gidişime hayret etmektedir. Ben de onlara:
“Talya oteli pahalı, onun için Erdek’e gidiyorum” şeklinde cevap verince işi cimriliğime getirip doğru söylediğime inanıyorlar. Halbuki benim Erdek’e gidişimin başka sebepleri var.
Üniversitelerimizden genç asistanlar, doçentler, subaylar, pilotlar ve Almanya’dan gelen işçiler genellikle Erdek’teki otellerde ve kamplarda tatillerini geçiriyorlar. Bu vesile ile onlarla sohbet edip görüşlerini öğreniyorum. Gençler bana daima yeni şeyler söylüyorlar, onlardan çok şeyler öğreniyorum.”
Vehbi Bey 90 yılı aşkın süre yaşadı. Ömrünün sonlarında da başındaki gibi gençti. Gençliğini kuşkusuz düzenli yaşamak kadar yukarıda anlattığı kimi ilkelerine de borçluydu. Tıbbın kabul ettiği ilke şudur: İnsan beyni tekdüzelik içine girdiğinde tembelleşiyor, çabuk yaşlanıyor. Yeni bilgiler edinmek beyni hareketlendiriyor, insanı gençleştiriyor.
Dostlardaki çeşitlilik iş yerlerinde de geçerli.
Modern dünyada bir iş yerinde çalışanların farklı ırk, etnisite, yaş, cins, deneyim sahibi olmalarına önem veriliyor. Bu şekilde hem kişisel hem kurumsal gelişmenin daha hızlı ilerlediği gözlenmiş.
Sonuç... Siz de dostlarınızı çeşitlendirin. Yarattığınız monoton çevreye takılıp kalmayın.
Geldik yine 24 Nisan günlerine... Türkiye’yi suçlamak için yine kuyruktalar.
Sanırsınız ki dünyada soykırım suçu işlemiş ve bunu kabullenmeyen tek ülke Türkiye’dir.
1945 yılı 6 Ağustos günü ABD Japonya’nın Hiroşima kenti üzerine atom bombası attı. Ardından Nagasaki vuruldu. Kadın, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, 300 binin üzerinde insan öldü veya sakat kaldı.
ABD Başkanı Barack Obama 2016 yılı mayısında Japonya’yı ziyaret edecekti. Hiroşima için özür dileyip dilemeyeceği kendisine soruldu:
“Hayır, dedi Obama, şunu kabul etmeliyiz ki liderler savaş sırasında her türlü kararı alabiliyor, bunları incelemek ve sorgulamak tarihçilerin işidir.”
Fransız devlet başkanları Cezayir katliamı konusunda her soru sorulduğunda:
- Özür dilemeyeceğiz, diyorlar.
İngiltere Hindistan’da öldürdüğü 5 milyon Hintli için asla özür dilemedi.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 50.1’i erkeklerden, yüzde 49.9’u kadınlardan oluşuyor. İstanbul’da oranlar değişmiyor. Ancak Kadıköy ilçesinde durum farklı. Yine TÜİK kayıt sistemine göre, Kadıköy’de nüfusun yüzde 55’ini kadınlar, yüzde 45’ini erkekler oluşturuyor.
Peki, kadınlar neden Kadıköy’de yaşamayı tercih ediyor? Bu sorunun cevabını Kadıköy’de yaşayan kadınlar yanıtlıyor:
- Gece istediğimiz gibi çıkıp yürüyebiliyoruz Kadıköy’de. O yüzden burada daha güvende hissediyorum kendimi.
- Kadıköy hem daha güvenli, hem kültürel ve sanatsal faaliyetler yönünden daha zengin.
- Burada çok fazla sayıda kadının olması da aslında kadını rahatlatan bir durum.
- İstediğimiz kıyafetle, istediğimiz saatte çok rahat yürüyüş yapabiliyoruz. Avrupa’da gibiyiz.
- Bir kadının hareketlerinden ve giyim tarzından dolayı yargılanmıyor olması en önemli sebep burada yaşamamız için.
- Diğer semtlerde genç bir kadınla bir erkek rahatça parkta oturamaz, dedikodudan uzak sokakta gezemez, içeri girip oturacak kafe bulamaz. Kadıköy’de bunlar var.
Nüfus planlaması zaman zaman gündeme gelir, üzerinde biraz tartışılır sonra unutulmaya terk edilir.
Bugün koşullar konunun yeniden gündeme gelmesini gerektiriyor.
Türkiye 84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın Rusya’dan sonra ikinci kalabalık ülkesi haline geldi.
Nüfusun hızlı artışı halkın gıda maddelerine erişimini de olumsuz yönde etkiliyor. Çarşı pazardaki aşırı fiyat artışlarının elbette gıda maddesi talebinin artmasıyla da ilgisi vardır. Kiraların aşırı artışı da aynı konuya bağlıdır.
Yasa dışı göçü önleme tedbirleri alınırken nüfus planlaması için de harekete geçmek gerekiyor. Konuyu cesaretle ele almalıyız.
POLİS
Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) ile Vakıfbank arasında geçen ay imzalanan yeni promosyon protokolüne göre, EGM merkez ve illerde görev yapan tüm personelin maaşına her ay 300 TL ilave ödeme yansıtılacak. Ayrıca, beş yıl geçerli olacak bu miktar, altı ayda bir yapılacak memur maaş zammı oranında artırılacak.
Polisler adına iyi haber. Ancak bir de polis emeklileri var.
Köy Enstitülerinin 82. kuruluş yıl dönümünde ülkenin aydınlanması için kurulmuş olan bu eğitim sistemi bir kez daha hatırlanıyor, bir kez daha anılıyor.
Bu arada bazılarımız Köy Enstitülerinin yeniden kurulmasını bile hayal edebiliyor. Oysa artık köy mü kaldı?
Ne var ki Köy Enstitülerinin kimi ilkeleri okullarımızda bugün de pekâlâ uygulanabilir.
Eğitimi ezbercilikten kurtarmak, çocuklara ve gençlere okuma alışkanlığını vermek, her öğrenciye bir müzik aleti kullanmayı öğretmek, her öğrenciye spor imkânı sağlamak, halk oyunları öğretmek gibi...
Köy Enstitüleri kültürlü ve üretken öğretmenler ve onların eliyle aynı niteliklere sahip öğrenciler yetiştirmeyi amaçlıyordu.
Enstitülerin babası İsmail Hakkı Tonguç’un koyduğu kurallardan biri şuydu:
“Enstitü öğrencileri doğru ve adalete uygun emirlere uymayı ana ilkelerden biri sayarlar. Haklı ve yerinde tenkitlere dayanırlar. Haksızlığa, kötülüğe boyun eğmez, bunları gidermek için gerekirse savaşırlar. İş hayatı içinde milli kültürün değerleriyle temas ede ede yetişen bu çocuklar yersiz ve olur olmaz şeylere öfkelenmeyi, öfkeli iken hüküm vermeyi kusur bilirler. İçlerini intikam, kin, kıskançlık, kibir, dedikoduculuk gibi hislerden temizlemeye var kuvvetleriyle çalışırlar.
Enstitü öğrencisi şahsi menfaatini ülke menfaatinin üzerinde tutmaz.”
Kentlerimizde davul sesi pek duyulmaz oldu. Ancak bazı semtlerde ramazan davulu hâlâ çalınıyor olmalı ki şikâyetler yükseldi, valilerden davulu yasaklamaları istendi.
Aslında İskoçların gaydası, İspanyolların kastanyeti gibi davul da bizim milli çalgımız sayılır. Çalgının da ötesinde, mesajları, tarihimize uzanan anlamları vardır.
Eski zamanlarda davul yalnız sahur vaktini değil iftar vaktini de haber verirdi. Bayram sabahlarında da davulla uyanırdık.
Köy düğünleri, pehlivan güreşleri, at yarışları, yolcu karşılamaları, asker uğurlamaları, zafer kutlamaları davul eşliğinde yapılırdı.
İftar vakitlerinde davulcular bazen askere çağırılan tertipleri de ilan ederler, analar babalar oğullarının askere gideceğini önce davulculardan öğrenir, hüzünlenirlermiş.
Ormanlarda çocuk, büyük biri kaybolduğunda aramaya davulla çıkılır, kaybolan kişi davulun sesine doğru gelir, böylece onu arayanlara kavuşurmuş.
Refik Halid Karay, 1948 yılındaki bir yazısında davulun kentlerde unutulmaya yüz tutmasını üzüntüyle kaydediyor ve şöyle diyor:
“Milletin elinde böyle aslan gibi kükreyen, yeri göğü sarsan, insana orduların yürüyüşe geçtiği, topların patladığı hissini veren iptidai fakat pervasız ve mert nağmeli bir musiki aleti mevcut olup da bunu kullanmaması ve gelecek nesilleri bundan mahrum bırakması adeta bir suçtur. Bizim davulumuzda dünyayı yerinden oynatmış bir tarihin sesi saklıdır.”
Yıl 1934. Devlet bursuyla yurt dışına gönderilen her öğrencinin eline bir nasihat notu tutuşturuluyor. Amaç dışarıya giden öğrenci ailesini ve ülkesini iyi temsil etsin, ne kendini ne yurdunu küçük düşürmesin.
Bu nasihatlerden bazılarını okuyoruz:
Para biriktireyim diye gerektiğinden aşağı bir şekilde yaşama.
Kimseden öteberi isteme.
Muhtaç olsan da belli etme. Kendini başkalarına acındırma.
Parayla alacak işleri parasız yapmaya kalkma.
Cimrilik etme.
Kışkırtıcılara sırtını çevir.
Turhal Şeker Fabrikası’nın kuruluş yıllarını anlatan yazımız çok ilgi çekti. Bu vesileyle Sümerbank’a da göz atalım. Sinan Meydan’ın “Anahtar” adlı son kitabında 1933’te kurulan Sümerbank ve onun fabrikalarının öyküsü de yer alıyor. Mesela:
“Her Sümerbank fabrikası aynı zamanda bir okuldu. Fabrikalarda okuma-yazma, meslek kursları, fabrika ilkokulları, fabrika kreşleri açıldı. Her fabrikada kütüphane, hastane veya revir bulunurdu. Tedavi ve ilaçlar ücretsizdi. Fabrikalarda işçilere ücretler dışında evlenme, çocuk, hastalık, vb. başlıklar altında ek ödemeler yapılır, yemek ve giyecek verilirdi. Dokuma fabrikaları yılda bir kez işçilere ücretsiz basma dağıtırdı. İşçilerin dinlenmesi için her yıl Kuşadası gibi yerlerde fabrika kampları düzenlenirdi. Her fabrikanın işçi, memur konutları, bir misafirhanesi ve bir hamamı vardı. Fabrikalarda kadınlı erkekli balolar düzenlenirdi. Bazı fabrikaların temsil ve müzik grupları vardı. Fabrikalarda öğle yemekleri klasik müzik eşliğinde yenirdi. Bazı fabrikalarda fabrika radyosu vardı. Her fabrikanın spor altyapısı ve spor tesisleri vardı. Nazilli Basma Fabrikası kendi santralinden Nazilli’ye elektrik verirdi.”
FERMUAR
Fermuar giysi ve eşyada önemsiz görünen ama önemli bir parçadır. Bavuldan çantaya, balık adam giysisinden paraşüte, çizmeden monta her yerde işe yarar. Fermuar bozulursa eşya işe yaramaz olur. Bir hanım Facebook’ta anlatıyor:
- Oğlumun montunun fermuarı bozuldu. Tamiri için bir alışveriş merkezinin alt katındaki terziye telefon ettim. Fermuarı 300 liraya değiştireceğini söyledi. İnternete girip araştırdım, karşıma “fermuarhastanesi.com” çıktı. Aradım, telefona Vehbi Bey çıktı. Durumu anlattım, montun fotoğraflarını istedi. Fiyat sordum. “8 lira yeni fermuar, 30-40 lira da dikim, en fazla 50 liraya hallolur” dedi. Üşenmedim, kalktım Maslak’tan Üsküdar’a gittim.
Yeni fermuara bile gerek kalmadı, Vehbi bey fermuarı tamir etti ve 10 lira aldı. Daha fazla vermek istedim, kabul etmedi.
Hastane lafın gelişi, küçücük bir dükkânmış burası. Aklınızda bulunsun.
PAROLA