Olay bilinir ama yine de ara sıra hatırlamakta fayda vardır.
Atatürk’ün huzurunda “Hukuk Reformu” tartışılırken savcılara neden “cumhuriyet savcısı” unvanının yakıştırıldığı sorulur... Denir ki:
“ Neden Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi, Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da Cumhuriyet Savcısı oluyor. Neden bu ayrıcalık?”
Atatürk soruyu, hukuk reformunun mimarı Mahmut Esat Bozkurt’a yöneltir.
Bozkurt’un cevabı nettir:
“Çünkü, öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için savcının başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sorması gerekebilir. İşte o yüzden savcının unvanı Cumhuriyet Savcısı’dır.”
Atatürk, gülümseyerek bu tanımı onaylar.
★★★
CHP, son kurultayın iptal edilerek partiye kayyum atanması tehdidini boşa çıkarmak için olağanüstü kurultay yaparken parti kadrolarını yenilemiş, iktidar umutlarını tazelemiş oldu.
Kurultay delegeleri Özgür Özel’i, oybirliğine yakın bir sayıyla yeniden seçerek genel başkanın gücünü artırmasına imkân verdiler.
CHP örgütü birbiri peşinden dev mitingler, ön seçim ve olağanüstü kurultayı başarıyla düzenleyerek iyi sınav verdi.
Yaşanan süreç partinin özgüvenini artırdı denebilir.
Şimdi programda İstanbul’un ilçelerinde ve her ilde her hafta düzenlenecek “erken seçim” çağrılı mitingler var.
Kurultay’a gölge düşüren olay mı? Divan başkanı tarafından eski genel başkanların adı okunurken Deniz Baykal’ın adının pas geçilmesiydi. Deniz Baykal 18 dakika,18 gün falan değil tam 18 yıl CHP’nin genel başkanlığını yapmış bir isim. Yok saymak nasıl mümkün olabilir? (Sonradan özür dilendi)
★ ★ ★
CHP, erken seçim çağrılarını ses yükselterek sü
Bu hafta Sabahattin Ali’nin ölüm yıldönümüydü. Ünlü yazarımız 2 Nisan 1948 günü Bulgaristan’a geçerken Kırklareli’nde sınırda öldürülmüştü. Ölümünden bu yana 76 yıl geçmesine rağmen hala en çok okunan yazarlar arasındadır. 1940’larda yazdığı şu yazıda hem kendisini anlatır hem o yıllarda basına hâkim olan havayı yansıtır:
“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika`ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.
Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey
Kendinizde bir keyifsizlik mi hissediyorsunuz?
Onkolog Prof. Bülent Berkarda’nın tavsiyelerine kulak verelim...
Halen 93 yaşında olan hoca, bakın neler öneriyor...
“...Düşünceler beyinde nöropeptit üretimini tetikler.
İyi şeyler düşünürsen iyi nöropeptitler üretirsin…
Bunlar kan yoluyla tüm vücuda yayılıp bağışıklık hücrelerini çalıştırır… Bir tür enerji parçacığı gibi.
Hastalarıma neşeli insanlarla buluşmalarını, neşeli kitaplar okuyup komedi filmleri izlemelerini öneriyorum.
Norman Kazan’ın bir kitabı vardır; orada ‘kanseri her gün dört kere Şarlo filmi izleyerek yendim’ der…
Biyoloji kitaplarında bir su sineğinden söz edilir...
Bu sineğin sadece bir günlük ömrü vardır...
Sabah doğar, akşam ölür.
Biraz dram biraz komedi değil mi?
Bir günlük ömür ne kadar kısa diyorsunuz önce...
Zavallı sinek, doğacak, beslenecek, kendine bir eş bulacak, yumurta bırakacak, etrafı gezecek, hayatın tadına varacak ve akşam ölecek...
Çok garip… Çok çarpıcı... Çok dramatik görünüyor...
Ne var ki, belki de bu, insan yaşamının özetlenmiş hali olsa gerek...
İfade özgürlüğü, söylemeye dahi gerek yok, özgürlüklerin temelidir...
Demokrasinin başlıca ilacıdır.
Falih Rıfkı Atay, “Taymis Kıyıları” adlı kitabında yazar...
Birinci Dünya Savaşı’nda açlar Londra’ya doğru yürüyüşe geçince hükümet tedbir olarak Hyde Park’taki serbest kürsülerin sayısını çoğaltmış...
Öfkeli kitleleri sakinleştirmenin çaresini onlara daha çok ifade kolaylığı sağlamakta görmüş.
Susturmak değil daha çok konuşturmak... Özgürlüğü çoğaltmak...
Toplumun öfkesini dindirmenin başlıca yolu budur...
Acaba Türkiye’de de bir Hyde Park var mı?
Sık sık sözü edilen “Kürt sorunu”, “Eşit vatandaşlık” gibi ifadeler üzerine bir vatandaş merakını dile getiriyor:
Kürtlerin ne sorunu var?
Kürtler Batıya göç mü edemediler?
Batıya geçerken kendilerinden pasaport mu istendi?
Cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili mi olamadılar?
Vali, kaymakam, hâkim, savcı, mühendis, subay mı olamadılar?
Kamuda istihdam mı edilmediler?
Belediyelerde işe mi alınmadılar? İhalelere mi giremediler?
Neredee o eski ramazanlar, iç çekişi şimdilere mahsus değil...
Ahmet Rasim, 1920’lerdeki yazılarında aynı özlemi dile getirir... Gelen her yeni ramazan eski ramazanları aratır... Çünkü zaman hızlandıkça ramazan keyfine ve kültürüne ayrılan vakit azalır... Ahmet Rasim, “Ramazan Karşılaması” adıyla yayımlanan yazılarında (Arba Yayınları) hoş öyküler anlatır. İşte bir tanesi...
Adamcağızın biri evlenmeye niyet etmiş, niyet etmekle beraber bir eve lazım olan şeker, pirinç, yağ, soğan, tuz, kahve velhasıl boğaz nevalesi türünden bir haylisini almış. Nikah olup bitmiş, üçüncü günü mesela beş okka şeker getirmiş. Kadın, gayet saf, her sözü manası manasına anlarmış demiş ki:
- Efendi, kilerde daha okkalarca şeker var idi. Neye aldın?
- Ramazan için...
Ertesi gün bir okka kahve getirmiş, kadın yine:
- Daha iki üç okka kahvemiz var idi...
- Bu da Ramazan’ın! Kadın bir gün pencereden kafes altında bakınıp dururken sokakta iki kişiden birinin diğerine: