08.12.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
www.ilhanuckan.com Faks: (0212) 505 63 88 "Annem kayıp, babam desen o da kayıp, ya çocuğum nerede?" diye yalan nağmeler eşliğinde gözyaşı dökenlerden bahsediyorum.Cesareti olsa porno kasetini kendisi piyasaya sürecek olan şarkıcısından, kardeşini, kızını köşe yazarı ilan edip gelecek hayatlarını çöpe atanından, kısa ilişki tarihi gözler önündeyken yeni "düzeyli" ilişkisinde "beyefendi, hanımefendi" diye anılmak isteyeninden...Karısının çıplak pozlarına ya da transparan elbisesinden görünen her şeyine gülümseyerek yorum yapan kocalardan bahsediyorum.İnsanların hayatlarındaki, ilişkilerindeki, seçimlerindeki, beklentilerindeki sahtelikten bahsediyorum.Banu Alkan'ın koca memelerini, Nadide Sultan'ın zayıflama çılgınlığını, Bülent Ersoy'un evlilik komedisini seyretmek zarar verir mi bu millete?Hülya Avşar'ın "Kocanın tecavüz etmesinde büyütülecek ne var?" açıklamasındaki ayan beyan cahilliğini, Deniz Seki'nin "aşk hastalığını"... İnsan yazarken bile sıkılıyor. Bu sahtelik dayanılır gibi değil! Televizyonlardaki drama çılgınlığından bahsediyorum. Şunu bir düşünün; gününüzün bilmem kaç saatini televizyondan sözde "gerçek" bir hayatı seyrederek geçirmekten sıkılmıyorsanız, kendi hayatınıza da aynı gözle bakmaya başlayıverirsiniz "normal" olarak. Sabun köpüğü dizilerin yerini vıcık vıcık "gerçek" hayatları izleme merakı aldı ya, ne fark eder? Artık herkes birbirini gözetliyor!Bütün bunları anlamlandırmaya çalışırken tek bir sıfatla toparlayabiliyorum; bu insanlar çok vasıfsız. "Her işi yaparım, her yola gelirim" ünlüleri. Vasıfsız ünlüler...Bir de vasıflı, yani özel hayatıyla değil de ürettikleriyle ünlü olanlar var. Mesela, Orhan Gencebay'ın bir çocuğu olduğunu ben onu bir üniversitenin diploma töreninde görünce öğrendim. Türkan Şoray örneği de var tabii. Türkan Şoray bu kadar iyi bir oyuncu olmasaydı belki onun aile dramını da bilirdik ama bilmiyoruz. Ya da Gülse Birsel, çok izlenen bir dizinin hem senaristi hem başrol oyuncusu, ünlü bir gazeteciyle de evli ama onu özel hayatıyla tanımıyoruz. İşte Bilirkişi olarak yazıyorum: Eskiden ünlü olmak daha zordu. Televizyonu, interneti, cep telefonuyla medyanın hayatın hemen hemen her alanına nüfuz etmesiyle insanların beklentilerindeki, rol modellerindeki tektipleşme, Warhol'un tespitini haklı çıkardı: herkes 15 dakika ünlü olabiliyor artık.Daha doğrusu herkes birbirinin hem teşhircisi hem de röntgencisi haline geldi. Böyle olunca teşhir edilen de röntgenlenen de "özel" hayatın kendisi oldu. Peki, ne olacak? Mahremiyeti kalmayan ortak bir hayatı "symbiosis" halinde yaşayan, yani "eşyaşam" süren devasa bir organizmaya mı dönüşeceğiz cümleten? "Kendi"nizi kollayın! İyi oyunlar herkese... Bugünkü yazımın ana fikri şu: Erkek Köşesi! "Bundan kolay ne var?" demeyin. Çünkü reklamın iyisi kötüsü olur. Dikkatli olmazsanız işe yaramazın teki diye etiketlenip bir kenara atılıverirsiniz. Burada anahtar davranış şaşırtmaca vermektir. Mesela erkekleri ATM olarak algılayan ünlü bir kadınla beraberseniz, onu çiçek, böcek vs. sürprizleriyle mutlu ettiğiniz haberleri çok işinize yarar. Veya aldatıldığı için boşanmış bir ünlüyle beraberseniz, onun yanında sadakatinizi abartmaya dikkat edin. Bu kadını terk ederken aldatma dışında bir şey düşünmeyi de ihmal etmeyin tabii. Ama bence siz ünlü olmayı boş verin, işinize bakın. İşinizle ünlü olun, eşinizle değil. Ünlü bir kadınla beraber olup nasıl ünlü olursunuz? Philip K. Dick'in ortama çok uyan bir kitabını okuyorum: "Simulakra" (6:45 Yayınları). Bugünün medyatik toplumunun mantıksal geleceğini anlatıyor. İnsanların evlerindeki televizyon kendi kendine açılıyor ve program sonunda sürpiz bir sınav olabiliyor. Toplumdaki sınıfınızı bu sınavlardaki performansınıza göre belirliyorlar. Televizyon muhabirleri uçan makineler olarak her an karşınıza çıkabiliyor, kaçış şansınız yok. Reklamlar da canlı birer sinek gibi bulunduğunuz yere sızıp sizi mesajlarına maruz bırakıyor. Bir tek onları ezebiliyorsunuz, o da yakalarsanız! Öngörüsü için yazarı öpmek istedim, artık hayatta olmasa da... Öptüm sizi