03.01.2010 - 22:46 | Son Güncellenme:
Bu haftaki SORU-CEVAP’ta tek bir soru var: Ankara’da ne oluyor? Gazete okuyan, haber izleyen, hatta kendisi haberci veya siyasetçi, bürokrat olan herkesin özellikle son iki haftadır sorduğu soru bu. Ortak görüş kurumlararası bir savaş yaşandığı yönünde. Fikir ayrılığı, savaşın olası sonuçlarına ilişkin. Kimileri bu savaşın sonunda demokrasinin galip geleceğini savunurken kimileri cumhuriyetin yıkıma uğrayacağından endişe duyuyor. Azımsanmayacak bir kesim ise her iki grup kadar net karar veremeyip, bugün yaşananların ne anlama geldiğinin tespitini tarihe havale ediyor. Biz o kadar beklemek yerine en azından fikirler demetini bir arada görebilmek adına 10 ayrı gazetenin Ankara temsilcisine o aynı tek soruyu yönelttik: Ankara’da ne oluyor? Bu sıcak gündemi yabancıların gözünden Ankara’nın en az girilen koridorlarına kadar tüm değişik haber kaynakları ve yönleriyle takip eden, mevcut gergin atmosferi her an, içinde soluyan 10 gazeteciden çok özet de olsa bir analiz yapmalarını istedik. Şimdi o 10 Ankara temsilcisinin satırlarında hem “Ankara’da ne oluyor”un fotoğrafını, hem de o fotoğrafın içindeki “medya fotoğrafı”nı göreceksiniz.DEVRİM SEVİMAY / SORU-CEVAP
* 17 Aralık: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ Trabzon’daki Oruç Reis Firkateyn’inde “Son zamanlarda gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı, önyargılı olarak bazı çevreler ve kişiler tarafından TSK’ya karşı asimetrik psikolojik harekât yürütülmektedir. İçinde bulunduğumuz bu süreçten rahatsızız” dedi. * 19 Aralık: Ankara Emniyeti’ne yurtdışından yapılan “Bülent Arınç’a evinin önünde suikast düzenleneceği” yönündeki bir ihbar üzerine Çukurambar’da başlatılan operasyonda Genelkurmay Başkanlığı’nda görevli topçu Albay E.Y.B. ile Binbaşı İ.G. gözaltına alındı. * 20 Aralık: Deniz Yarbay Ali Tatar tutuklanmak üzereyken intihar etti. Aynı gün Ergenekon davasının kilit isimlerinden sanık Levent Ersöz’ün yattığı hastanede Erhan Keskin adlı biri ateş etti.* 21 Aralık: Tatar’ın hakkında suikast planlanmakla suçlandığı Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit ve pek çok amiral, general cenazeye katıldı. * 22 Aralık: Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi dinlenmelerle ilgili TİB, Emniyet, MİT ve Jandarma için suç duyurusunda bulundu.* 23 Aralık: Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaparak, “Söz konusu askeri personel, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmiştir” dedi. Aynı gün bazı gazetelerdeki haberlerde ise, iki subaydan birinin üzerinde Arınç’ın evinin krokisinin olduğu bir kâğıdı yutmaya çalıştığı, iki subayın 25 kez farklı kimliklerle araç kiraladığı iddiaları yer aldı.* 24 Aralık: Arınç, Genelkurmay’ın açıklamasıyla ilgili olarak, “Ben bu işi yaptım ama başka türlü yaptım, başka kişiye göre, başka amaçla yaptım derse, bu tevil yollu ikrardır” yorumunda bulundu. * 25 Aralık: İnönü’yü anma töreninde gazetecilerin TSK’ya yönelik asimetrik harekâtla ilgili sorusu üzerine Başbuğ, “Ümitliyim. Sorumluluk taşıyan makamların çaresizlik içinde olma hakkı yoktur” yanıtını verdi. Arınç’ın açıklamasının da anımsatıldığı Başbuğ “Belki bazı suallere cevap verememiş olabiliriz. Yeri geldiği zaman tamamlayıcı bilgiler verme durumumuz olabilir’’ dedi. Aynı gün saat 19.00 sularında Çukurambar soruşturmasını yürüten savcılar Genelkurmay’ın en kritik birimlerinden Seferberlik ve Tetkik Daire Başkanlığı’na baskın yaptı. Baskının gözaltındaki iki subayın ajandasından çıkan tüm telefonların dinlenmesi esnasında karargâhta görevli şoför S.T.’nin “Talimat üzerine evrak yakıyoruz” demesi üzerine başlatıldığı ortaya çıktı.
Genelkurmay Başkanlığı’ndan 10.25’te bir açıklama yapılarak “Sekiz askeri personel gözaltına alınarak, Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülmüşlerdir” denildi. 10.30’da Başbuğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner Başbakan Erdoğan’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Üçlü zirve 3 saat 40 dakika sürdü. Aynı gün 21.30’da yeni bir mahkeme kararı alan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Hâkim Kadir Kayan 00.25’te karargâha geldi ve üçüncü denemede kozmik aramaya başlandı. * 27 Aralık: Karargâhtaki arama gün boyu devam etti ve toplam 27 saat 20 dakika sürdü.* 28 Aralık: Cumhurbaşkanı Gül, 5 Ocak’ta yasama ve yargının temsilcilerinden oluşan bir zirve kararı aldı. Genelkurmay kozmik odalardaki tutanakların içeriğine ilişkin yayın yasağı istedi. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi talebi reddetti. * 29 Aralık: Hâkim Kayan kozmik odadaki dördüncü aramasını 10.45-23.40 saatleri arasında gerçekleştirdi. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada aramanın yasalara uygun yapıldığı ve sürebileceği belirtildi. MİT, şoförün telefon dinlemesini kendilerinin yapmadığını açıklayarak, “Bu soruşturmanın hiçbir aşamasında biz yokuz” dedi. ABD’den Danıştay Başkanı Mustafa Birden adına gönderilen zarftan toz çıktı. Yapılan incelemede tozun şarbon içermediği tespit edildi. Gözaltındaki sekiz asker serbest bırakıldı. * 30 Aralık: Cumhurbaşkanı Gül bir törende TSK’ya yönelik iddia ve eleştirilerde ölçünün kaçtığını söyleyerek “Yıpratmayın” uyarısında bulundu. * 31 Aralık: Hâkim Kayan’ı takip ettikleri şüphesiyle Uğur Mumcu Caddesi’nde durdurulan iki araçtan yedi askeri personel çıktı. Ankara Merkez Komutanlığı’nda sorguya alınan askerler akşam serbest bırakıldı. Genelkurmay bir yıldır izlenen Albay Baki K. hakkındaki iddiaları doğrulayacak herhangi bir bulguya rastlanılmadığını açıkladı. Aynı gün Genelkurmay özel ulakla 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak aramaların durdurulmasını ve imhasını istedi. Mahkeme başvuruyu bugünlerde karara bağlayacak.* 1 Ocak: Genelkurmay’dan yapılan açıklamada, yedi askeri personelden üçünün marangoz, aşçı ve teknisyen olduğuna dikkat çekilerek “Son günlerde yaşananların kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir” denildi. Özel yetkili savcılar ise iki araçtan çıkan alışveriş fişleri ve askerlerin telefon kayıtlarıyla ilgili inceleme başlattı.* 2 Ocak: Arınç, açıklama üzerine “O kadar olay yaşandı ki hangisinin toplumda paranoya yarattığını seçmek mümkün olmuyor” dedi. * 3 Ocak: Hâkim Kayan, kozmik odadaki araştırmalarına tekrar başladı.
TSK’nın yıpratılmasında ABD- Irak ve Kürt boyutu da varAnkara’da bir yandan hukuki araçlarla diğer yandan psikolojik harekât yöntemleriyle bir hesaplaşma yaşanıyor. İktidarın ilk yıllarında darbe hazırlığına girişmekle suçlanan eski kuvvet komutanlarının da dahil olduğu yargı süreciyle; TSK’yı hedef alan bürokratik baskı ve işlemler ve TSK’yı töhmet altında bırakan yayınlar aynı anda çalışan mekanizmalar olarak dikkat çekiyor. Konjonktürün yarattığı ortamdan farklı hedefleri olan güç merkezleri TSK’ya yüklenerek sonuç almaya çalışıyorlar. Bunu yaparken TSK içinde geçmişte oluştuğu iddia edilen birtakım hukuk dışı oluşum ve faaliyetler tüm kurumu töhmet altında bırakmak amacıyla kullanılıyor. TSK itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Açılım sürecini destekleyen ancak yetersiz bulan kesimler PKK ve siyasi temsilcilerine daha fazla yer açmaya çalışırken aynı anda TSK’yı da etkisizleştirmeye çaba gösteriyorlar. Güvenlik kurumları arasında bir çatışma süreci yaşanıyor. TSK, Emniyet ve MİT arasındaki ilişkiler olumsuz bir seyir izliyor. Anayasal kurumlar anayasal sınırlarının dışına taşma eğilimi gösteriyorlar. Bazı yüksek yargı oranları, YÖK, bazı üniversiteler ve bazı güvenlik kurumları ve medyanın önemli bir kısmı siyasi konjonktürle uyumlu hale getirilirken, bu konumda olmayan TSK da birçok yönden hırpalanıyor. Bu süreçte darbe girişimi iddiaları, 27 Nisan bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleme, AKP’nin kapatılma davası gibi gelişmelerle 22 Temmuz seçimleri sonrasında bir hesaplaşmaya gidildiği de söylenebilir. Yaşanan temel sıkıntılardan biri de Türkiye’nin üniter yapısını zorlayan PKK ve onun Güneydoğu’da yarattığı ayrı siyasi coğrafyadır. ABD’nin Irak’tan çekilmesi projesiyle bağlantılı olarak Türkiye’nin Kürt sorununa siyasal çözüm bulması baskısı artmıştır. TSK’ya yüklenilmesinin bu boyutu da olduğu düşünülmedir.
Bu iş sürdürülebilir değil, 2010’da seçim ihtimali varSiyaset-asker-yargı ilişkilerindeki normalleşme sancıları gerilimli, hatta çatışma endişesi doğuran ortamın arka planını oluşturuyor. Bu bakımdan süreci AB uyum reformlarıyla girilen büyük dönüşümden, Ergenekon süreciyle başlayan hesaplaşmadan ve Kürt açılımıyla olumlu ve olumsuz yönleriyle yaşanmakta olan travmadan bağımsız düşünmek, tabloyu görmemizi engeller.Bu tablonun kötü kriz yönetiminden kaynaklanan parçası olan kurumlar arasındaki gerilim, Ankara’daki bütün kurumların inanırlığını zedeliyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin etrafında iki subayın tertip içinde oldukları gerekçesiyle gözaltına alınmasıyla başlayan ve askeri tesislerin en derinlerinde arama yapılmasıyla devam eden süreç, bir yandan yargının herkese uygulanabilirliği fikrini güçlendirirken, diğer yandan kurumlar arasındaki gerilimi tırmandırdı. Gelişmelerin medyada doğal olarak fazla işlenmesi ekonomik ve sosyal sıkıntılara yer bırakmıyor belki, ama dipten gelen bir huzursuzluk dalgası, medyada yer almasa da hissediliyor. Artık seçimin konuşulmaya başladığı bir sürece giriyoruz. Ak Parti şimdiye dek, parlamento içi ve daha çok da dışı muhaliflerinin yanlışlarıyla bolca kazandığı mağduriyet puanlarıyla seçimlerden galip çıktı. Bunun tekrarı için siyasi gerilimi yüksek tutmak istiyor. Ama bunun özellikle Kürt açılımındaki başarısızlık ortamında götürecekleri de olabilir. Neresinden bakarsanız bu iş sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan bunu söyleyenlere tepki gösterse de, 2010’da seçim ihtimali belki şu anda zorunluluk değil, ama bir seçenek olarak önümüzde duruyor. 2010’da seçim olsa da, olmasa da, artık bütün adımlar seçime odaklı atılacaktır.
30 yıldır böyle bir Ankara görmedimAnkara’da 30 yıldan fazla gazetecilik yapıyorum, hiç Ankara’nın bu hale geldiğini görmedim. Yaşadıklarımızın en kötüsü 12 Eylül şartlarıydı, o zaman dahi kurumlar bu ölçüde birbirlerine savaş açmamıştı. Şimdi kaos devlet kurumları arasında. Ve bu öyle bir pik yaptı ki “Hadi yarın bitirelim” dendiği anda bile bitecek bir çatışma ortamı değil. Resmen ciddi bir devlet krizi yaşıyor Türkiye. Hem siyasi iktidarla TSK arasında derin bir güven bunalımı var, hem de devlet kurumları arasında çok ciddi bir çatışma ortamı var. Ve bu çatışmanın bir galibi olmaz. Buna dur diyecek iki enstrüman görüyorum: Birincisi Köşk. Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Anayasa’nın 104’üncü maddesi gereği, makamının ve kendi siyasi geçmişinin de ağırlığıyla bir ombudsman görevi görebilir. Ancak onun da seçimi öyle bir hale getirildi ki toplumun yarısı kendisini bir taraf olarak görüyor ve gerilimi düşürmekte engeller yaşıyor. Dolayısıyla geriye ikinci şık olarak seçim kalıyor. Seçim Türkiye’yi her halükârda rahatlatır, ancak o noktada dahi işimiz zor. Devletin eski sahiplerine “Bir dakika işler değişti, siz bir kenara çekilin, devletin yeni sahipleri bizleriz” diyen yeni ekip eğer bir “değişim” değil de tam bir “dönüşüm” hedefliyorsa bir seçim bile bu çatışmayı önleyemeyebilir. Tıpkı 2007 seçimlerinden sonra olduğu gibi... Oysa daha az oy almasına rağmen Ak Parti’nin ilk iktidar dönemdeki istikrar daha yüksekti, çünkü o ilk dönemde Ankara’da uyum vardı. 2007’den bu yana ise Türkiye, krizlerini atlatamıyor. Bir tanesini çözmeden bir başka kriz üretiyor. Sonuç olarak 2009’u böyle geçirdik, seçime kadar da bu gerilimi düşürmek bana çok olası gözükmüyor.
AB ve ABD kaygıları yersiz buluyorTürk modernleşmesini gerçekleştiren “devlet elitleri”, çok partili hayata geçişten bu yana “devletin yüksek menfaatlerinin muhafızı” görevini üstlenmiş, sandık gücüyle iktidara gelen “siyasi elit”lere güven duymamış hatta tehdit olarak algılamıştır. Son yedi yılda yaşanan birçok süreç gibi son gelişmeler de bu karşılıklı güvensizliğin ve güç mücadelesinin sonu değil ancak başka bir evresidir.Bülent Arınç’a suikast iddiası daha ilk andan inandırıcı değildi. Buna rağmen hükümetin kamuoyunda böyle algılanmasını engellememiş olması TSK’nın yıpranmasına yol açtı.Orgeneral Başbuğ bir tarafta hükümetten, diğer tarafta yukarıda bahsedilen tarihi misyon nedeniyle kendi astlarından gelen baskı nedeniyle oldukça zor bir durumda. Ancak ordunun yıprandığı bu süreçten Başbakan Erdoğan’ın da kazançlı çıkacağı söylenemez.Cumhurbaşkanı Gül’ün son açıklamaları ve devletin zirvesindeki son temasların ardından konunun şimdilik soğumaya bırakılacağını ve yılın ilk günlerinde gündemin ekonomi ve dış politikaya kayacağını tahmin ediyorum.Yaşananların dışarıdan algılanışına gelinceÖ ABD ve özellikle de AB Türkiye’de devlet elitlerinin ve toplumun önemli bir bölümünün kaygılarını yersiz buluyor. Farklı düşünenler olsa da çoğunluğun görüşü, yaşananların demokratikleşme sancıları olduğu ve sivil-asker ilişkilerinin Batı standartları doğrultusunda ilerlediği şeklinde.
Bu bir sivilleşme ama üç noktaya dikkat!Ankara’da sivil cumhuriyete geçişin sancıları yaşanıyor. Cumhuriyet, kuruluşunda asker-bürokrat karakterde idi. İç ve dış tehditler, terör, zayıf siyasi iktidarlar, ekonomik krizler Cumhuriyet’in 86 yıllık mazisine sığdı. Demokratikleşme çabaları hep inişli-çıkışlı grafik izledi. Özellikle 90’lı yılların parçalı koalisyon dönemlerinde, kısa süreli hükümetlerin ömrünü uzatma manevraları farklı meşruiyet kaynaklarına yönelimi de beraberinde getirdi. Siyasilerin basiretsiz tutumları, oy uğruna erozyona uğratılan Cumhuriyet değerleri, sade vatandaşı “kurtarıcı” arayışına itti. Organize kurumlar da seçilmişlerin yerini doldurmakta geç kalmadı. Bu arada terörle mücadelenin ağırlıklı olarak güvenlik boyutunun ön planda tutulması, kendini “devletin asli sahibi” olarak gören çevreleri rutin dışına çıkmaya teşvik ettiği gibi adeta meşrulaştırdı. Mevcut tabloya, tek başına iktidarın alternatifsizliğine ilişkin yaygın kanaat ve toplumsal kutuplaşma riski de eklenince, siyaset dışı odaklar zinde güç olarak yedeklendi.Son dönemde yaşananlar, anayasal kurumların çağdaş demokrasilerdeki doğal sınırlarına çekilmesi, “vesayet rolü”nün “milli iradenin bilinci”ne terk edilme sürecidir. Ancak, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada üniter-ulus devlet yapısı ile yaşamanın zorlukları, laiklik çimentosu olmadan farklı inanç ve etnik unsurlarını bir arada tutmanın imkânsızlığı da TSK başta olmak üzere temel kurumların -rakip güç görülmeden, sivilleşirken polis devleti haline gelmeden- hukuk devleti içinde muhafazasını gerektiriyor. Bu bir demokratik değişim sürecidir ve karşı devrim paranoyasından kurtarılmalıdır.
Yeni usul: Asimetrik psikolojikYeni arena: Medya10 yıl sonra “Ankara’da neler olmuş?” sorusuna verilecek yanıt herhalde şöyle olurdu:“Asimetrik psikolojik savaş, bütün unsurları ve enstrümanlarıyla hayata geçmiş...”Akademisinde savaş oyunları öğreten Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çağın yeni savaş usulü konusunda aslında fazla bir bilgisi yokmuş... Veya çok şey bildiğini geç fark etmişiz...Bugün yaşananlara bir de siyaset açısından bakarsak, iktidar mensupları yaşanan gelişmeleri demokrasinin yeniden doğum sancısı olarak görüyor. Süreci askerin siyaset üzerinde yarattığı tahakkümün kaldırılıp, yerine sivil siyasetin egemen kılınmasının doğum sancıları olarak yorumluyor. “Ergenekon” ismi verilen soruşturma ve dava süreciyle devam eden bu dönemin, bitişinin uzun vade alacağını her fırsatta kayda geçiriyor. Muhalefet yaşananlardan kaygı duyuyor...1923’te temelleri atılan Cumhuriyet’le kavgası olanların rejimi ele geçirme mücadelesine tanıklık edildiği iddiasını dile getiriyor. İster demokrasiye geçişin sancısı olarak değerlendirilsin, istenirse rejime karşı mücadele...Sonuç olarak Soğuk Savaş’ın ardından gelen, çağın yeni çatışma yöntemi asimetrik psikolojik savaş, yeni arenası medya meydanında tüm unsurları ile hayata geçiriliyor.
Artık “ayu da çıkabülür, daş da düşebülür”Demokratik açılım projesiyle birlikte sivil-asker ilişkilerinde yüksek profilli samimiyet düzeyi yakalandı. Ancak Bülent Arınç’a suikast ve sonrasında darbe tezgâhlandığı iddiası, bu mutabakatı bozdu. İlişkiler çok gergin.Hükümet, Genelkurmay’dan açık şekilde TSK içindeki cuntanın yok edilmesi için daha etkin önlemler almasını istedi. Genelkurmay ise hem hükümetten hem Çankaya’dan kendilerine sahip çıkılması ve savunulmasını talep etti. Cumhurbaşkanı’nın askere destek niteliğindeki son açıklaması, bu gerginliğin ilişkileri tümüyle koparma endişesi nedeniyledir.Bu hafta Başbakan veya hükümet, ilişkileri yumuşatmak için askere ziyaret gibi önemli bir jest yapabilir. Ama bu durum, askerin TSK içindeki cunta faaliyetleri karşısında alacağı tavra göre şekillenecektir.Ayrıca, hükümette, bu cuntanın İlker Paşa’yı zor durumda bırakmak istediği yönünde kanaat var. Özel görüşmede İlker Paşa’nın bu kanaati güçlendirecek bazı ipuçları verdiği konuşuluyor. O nedenle yalnızlaştırma düşüncesinde değiller.Hükümet açısından sorun, Paşa’nın buna rağmen meslek taassubuyla hareket edip TSK içindeki cuntaya karşı etkin rol üstlenmediği düşüncesidir. İlker Paşa, daha etkin olursa, hükümetin güçlü desteğini alır. Aksi halde kriz hali devam eder. Kastamonu deyişiyle; ayu da çıkabülür, daş da düşebülür...
En doğru yanıtı Gül verdiAnkara’da ne oluyor? Daha doğrusu Türkiye’de neler oluyor?Kısa yanıt: Türkiye’de artık hukuk işliyor, kamuoyu vicdanı daha az sızlıyor... Gerek Ergenekon soruşturması ve davası gerekse bu olayı takip eden asker bağlantılı gelişmeler ve 2009 yılının bitimine yakın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan askeri karargâhtaki soruşturma, Türkiye’de daha çok sancılı geçecek de olsa normalleşme dolayısıyla demokratikleşmenin habercileri niteliğini taşıyor.Bir sivil yargıcın, yasal bir zemin çerçevesinde bile askeri bir karargâhta suikast soruşturmasına ilişkin ilk kez belge incelemesi yapıyor olması, Türkiye’de normalleşme yolunda çok kritik adımlardan bir diğerini oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta gazetecilerin, askeri karargâhta sivil yargıcın belgeleri inceliyor olmasıyla yaşanan gelişmelere ilişkin sorusuna şu yanıtı vermişti;“Eski alışkanlıklarımız yüzünden bugünkü hukuku kabullenmekte zorlanıyoruz. Hukuk bugün uygulanıyor. Hukukun demokratik standartlarına herkes riayet edecek.” Türkiye’de ya da Ankara’da neler oluyor, sorusuna aslında en doğru yanıt Gül’den geldi. Türkiye’de, kendilerine bahşettikleri ayrıcalıklı statü ile suç işleyip de hukuktan kaçanlar artık eskisi gibi kolayına kaçamıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta yaptığı bir konuşmadaki şu sözleri de çok önemliydi; “Korku üzerine demokrasi inşa edemezsiniz.”Türk insanı, askeri darbelerin yol açtığı korkularla yaşadı, yaşıyor. Tepeden bize dayatılan korkular, gelişmemiz önünde çok ciddi engel teşkil etti. Türkiye’de hukuk herkese işledikçe biz vatandaşlar da korkularımızdan arınacağız ve demokrasinin nimetlerinden yararlanacağız.
Ak Parti-TSK sıkıntısının sebebi Ak Parti değilAnkara’da yaşanan ne iktidar mücadelesi ne de kurumlar arası savaş. Yaşanan normalleşme sancısı... Askeri kutsayan gelenekten gelen birisi olarak söylüyorum. Türkiye son dönemde büyük değişimler yaşadı. Hemen her alanda köklü reformlara gidildi. Türkiye daha açık toplum haline geldi. Artık kırılan kol yen içinde kalmıyor, dışarı sarkıyor. Bu sadece medya faktörüne bağlanamaz, onu aşan boyutu var. Toplum her şeyi sorguluyor. Bülent Arınç olayı? Eskiden resmi açıklama yapılınca son nokta konur ve bir daha o sözün üzerine laf söylenmezdi. Şimdi karanlık noktalar deşiliyor. Eski alışkanlıkların etkisiyle aynı üslup aynı tarzda tekrarlanan muhtıralar, yüksek perdeli açıklamalar tesirini yitirdi. Yine, bazı hadiselerin ardından sergilenen ‘Bizim çocuklar yaptı, üstünü kapatın’ gibi yaklaşımların müşterisi kalmadı, demode oldu. Asker siyaset ilişkilerinde sıkıntı Ak Parti’nin varlığına bağlanırsa yanlış olur. Askerin Ak Parti’nin siyasi çizgisine yan gözle baktığı sır değil. Asker siyaset ilişkileri merkez sağ veya sol iktidarlarında farklı mıydı? Hayır. Asker her iktidarla problem yaşadı.28 Şubat’ın arkasındaki askeri güç Mesut Yılmaz’a Başbakanlık ikram etti. Sonra ne oldu? Bir Genelkurmay açıklamasında en ağır hakarete Yılmaz uğradı, şerefine laf edildi. Bülent Ecevit’i iktidardan uzaklaştıran sağlık darbesinin odağında da yine emekli de olsa askerler yok mu? Ancak bu büyük değişimin önünde durmak pek mümkün değil. Ayrıcalıkların da işe yarayacağını sanmıyorum. Son dönemde yaşananlar, 27 Nisan bildirisi gibi, 367 kararı gibi Ankara kriterlerinden evrensel kriterlere geçişin yani normalleşme sancısından başka şey değil.
Ecevit’in geçemediği duvarı geçiyoruzİyi şeyler oluyor Ankara’da. Ama bunlar kolay olmuyor.Türkiye bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün sağlıklı gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin bir iç hesaplaşma yapmasına ihtiyaç var.Geçmişinde faili meçhul cinayetler, darbeler, suikastlar, çeteler, cuntalar olan bir ülke Türkiye. Geçmişteki bu yanımızdan dolayı çok büyük acılar yaşadık. Şimdi yaşanları geçmişimizin kirli yanıyla bir hesaplaşma ve bir arınma süreci olarak görüyorum.Türkiye eski mahallesinden çıkıp, yeni bir mahalleye taşınmak gibi bir tercih yaptı. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini öyle görüyorum. Eski mahallemizde darbelere yer vardı. Eski mahallemizde başbakanlara yönelik suikastlar da vardı. Hatta bu ülkede Başbakan dahi olsanız size yapılan suikastı aydınlatamazdınız. Merhum Bülent Ecevit’e, “Taksim olaylarından ve İzmir’deki suikast girişiminden sonra iki kez başbakan oldunuz. Size yönelik suikastları neden aydınlatamazdınız?” diye sorduğumda, “Karşıma bir duvar çıktı. Öbür tarafa geçemedik” demişti. Şimdi yapılan, duvarın öteki tarafına geçilmesi. Bu, devletin tüm kurumlarının uzlaşması içinde mi yapılıyor? Hayır. Böyle dersem gerçek olmaz. Çünkü devletin içinde kimi birimlerde, bugün bürokrasi ya da siyasetin önemli koltuklarında oturan kimi kişiler de bu kirli geçmişin bir parçası. O nedenle bir iç direnç yaşanıyor. Eski çete devlet geleneğini sürdürmek isteyenlerle, çağdaş demokratik devleti kurmak isteyenler arasında bir bilek güreşidir bu yaşadıklarımız.