22.06.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
Devrim Sevimay - SORU-CEVAP
"Keşke böyle bir şey olmasaydı, felaketti, trajediydi" ne derseniz deyin, ama Ermeni halkına bir şey deyin. Çünkü prensip budur; bir ülkede ne yaşanıyorsa hukuki olarak olmasa bile tarih önünde son kertede hep devlet sorumludur"
Tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat’la 1 Haziran’da yayınlanan söyleşimizden sonra olumlu-olumsuz, çok sayıda telefon ve e-mail aldık. Baktık, o gelen tepkilerin ortak iki noktası var: 1- Karpat Hoca’nın Balkanlardan göç meselesini açması iyi oldu. 2- Bu meseleyi bir de Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Fikret Adanır’a sorun.
Fikret Adanır isminin ortak bir öneriye dönüşmesi tabii bize ilginç geldi, ama daha önemlisi şuydu: Fikret Hoca’yı dinlenesi bulan kişilerin aslında 1915 konusunda birbirinden farklı düşünüyor olmaları.
Bunun ne kadar az rastlanır bir durum olduğu dikkate alınırsa tahmin edeceğiniz gibi hemen Fikret Adanır’ı aradık. Medyaya neredeyse hiç çıkmayan Adanır’la yaklaşık dört saati bulan bir görüşme yaptık.
Tabii buraya ancak bir bölümünü koyabildiğimiz o görüşmeden çıkardığımız birinci sonuç bizce şudur: Fikret Hoca’nın söyledikleri de muhtemelen en başta kendisini önerenler ve başkaları tarafından tartışılacaktır, ama asıl önemli olan 1915 konusunda “Olaylara bütün perspektiflerden bakmak lazım, tarih siyahla beyaz değildir, benim de söylediklerim tartışılabilir” diyen bir tarihçiyle tanışmamızdır.
- 1915’e dair ikisi de 2000’de yazılmış iki makaleniz var. Birincisinde 1915’in daha çok “kaos” ortamında yaşanmış bir olay olarak ele alınması gerektiğini, ikincisinde ise bunun kesinlikle bir “etnik temizlik” olduğunu söylüyorsunuz. Aradaki bu farkın sebebi nedir?
Çünkü ikinci söylediğiniz yazıyı ben yalnız yazmadım, öğrencim Hilmar Kaiser’le beraber yazdık. Kaiser, İstanbul Başbakanlık Arşivi’ndeki Dahiliye Nezareti’nin şifre kalemi kaynaklarını ilk kullananlar arasındadır. O yazının daha çok çerçevesi ve göçler bölümü benim kalemimdendir. 1915 olaylarını anlatan bölüm ise aşağı yukarı tamamen benim o zamanki öğrencimin yazısıdır.
- Ancak altında sizin de imzanız var?
Tabii, çünkü orada öne sürülen fikirleri ben de kabul ediyorum.
- Yani siz de “1915 bir soykırımdı” diyorsunuz?
Evet, ben kendim de soykırım sözcüğünü bazen kullanıyorum. Hatta daha ziyade “etnik temizlik” diyorum. Ancak bunu tarihi sorumluluk anlamında kullanıyorum, hukuki anlamında değil. 2005 Ermeni konferansında da söyledim; “Soykırım sözünü ben bazen kullanırım. Ama Türkiye hükümetlerinin soykırım suçlamasını kabul etmemelerini anlayışla karşılıyorum. Hatta kabul etmemeleri gerektiğini söylüyorum” dedim.
- Peki sizce tam olarak ne oldu 1915’te?
1915’te Anadolu’da Ermeni kalmadı. Ve bu büyük bir olaydı, büyük bir katastroftu (Büyük acıya ve derde yol açan zarar, yıkım, yok olma). Mesela benim de imzaladığım “Özür kampanyası”nda buna “Büyük felaket” deniyor.
- Siz o kampanyada “soykırım” kelimesini isteyerek mi kullanmadınız, yoksa ferâgat ederek mi?
Ben şahsen metni yazan arkadaşlar arasında yoktum.
- O metinde soykırım kelimesi geçse imzalamaz mıydınız?
Belki imzalamazdım. Çünkü dediğim gibi benim bu kelimeyi yazdığım da oluyor, ama bazen de yazmıyorum.
- Nasıl yapıyorsunuz o ayrımı?
Soykırımın çeşitli anlamları var. Mesela “Büyük felaket” derken neyi izah etmek istiyorsunuz, olağanüstü katastrofu anlatıyorsunuz, değil mi? Soykırımı ben de bu anlamıyla kullanıyorum. Yani hukuki anlamını almazdan önceki bir kavram olarak; büyük bir grubun kolektif uğradığı ceza anlamında...
- Tabii orada önemli olan kasıt; sizin kasıtla ilgili tespitiniz ne?
Ama işte kasıt da hukukun alanına giriyor. Çünkü 1948 Cenevre Sözleşmesi’yle gelen hukuki bir kavram o. Peki kişisel bazda kasıt var mı derseniz, onun ispatı herhalde çok zordur, ben bulabileceklerini sanmıyorum. Çünkü bulmak için elinizde belgesinin olması lazım, ama İttihat ve Terakki’nin arşivi kayıp. Talat Paşa veya her kimse sahiden o emri vermiş mi, öyle bir kasıt var mı yok mu, bunun belgesi yok. Oysa sanılıyor ki, İstanbul’daki arşivde veya bir başka yerde bir belge var, içinde de yazıyor, “Ermenileri artık keselim” falan diye… Böyle bir şey yok.
- Öyleyse 1915’e ilişkin hukuki olmayan, tarihsel açıklamanız nedir?
Benim çıkardığım tarihi mantık şu: 1870’lerden itibaren yavaş yavaş Türkiye’yi bir İslamlaştırma politikası var. Ve tarihi anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı o dönem “Büyük Ermenistan”ın kurulamayışına bağlı. Eğer büyük Ermenistan olsaydı bugün Sivas dahil Anadolu’nun yarısı oraya dahil olacaktı. İşte biz o alternatifi yok ederek bugünkü cumhuriyeti kurmuşuz.
- Peki o alternatifi yok ederken de ne yapmışız?
İşte büyük katastrof diyorum ben buna. Demin söylediğim gibi bazen de soykırım diyorum, hukuki anlamı olmadan... Ama sonuçta 1915’teki bizim devletimizin büyük bir hata yaptığından yüzde yüz eminim. Ve bu hatadan en çok zarar gören de Ermeni nüfus ve suçsuz halk olmuştur. Bunda hiç şüphe yok. Bir defa bunları kabul edelim ve diyelim ki “Keşke olmasaydı.”
İşte ancak bunu kabul ettikten sonra biz oturup diyebiliriz ki, “Arkadaşlar bu işin bir çerçevesi var. Niye Osmanlı bunu Ermenilere karşı 100 sene önce yapmamış da 1915’te yapmış, başka sebepler nedir?”
Orada bir Ermeni devleti kurma sebebi var. Bir Ermeni terörü var. Müslümanların mağduriyetleri var.
Yani düşünecek olursanız çoğunlukta olmadıkları halde Anadolu’nun yarısını kendilerine istiyorlardı ve belki de böyle bir devleti kursalar bir tane bile Müslüman bırakmayacaklardı orada. Evet, bütün bunlar var. Ancak bunları tartışmak için bile önce son kertede sorumlunun Osmanlı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü tüm bu tehlikelerin hiçbiri benim devletimin sebep olduklarını affettirmiyor, bu katastrofu hiçbir gerekçe hafifletmiyor.
- Yani tek bir Ermeni kadınına tecavüz edilmesinin ya da tek bir bebeğin ölmesinin arkasındaki sebebin devlet olmasını mı?
Evet, hiçbirini hafifletmiyor, çünkü onların hiçbir şeyle alakası yok, suçu yok. Sizin sürdüğünüz insanlar kadınlar, yaşlılar ve çoluk çocuk. Üstelik öleceklerini bile bile sürüyorsunuz ve askeri bir sebepten de sürmüyorsunuz. Askeri mesele Doğu’da, ama siz tutup buradan bunları sürüyorsunuz. Çünkü bunları sürerken arkanızda bir konsept var. Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırma konseptiniz var. Demografik mühendisleriniz var. “Fırsattan istifade biz bu Ermeni sorununu da çözeriz” diyenleriniz var.
- Yalnız bu tarihsel açıklamaya rağmen hukuki anlamda 1915 soykırım değildir diyorsunuz, öyle mi?
Evet, çünkü 1- Soykırım kavramı bile yoktu o zaman. 2- Soykırımı ilk kez tanımlayan 1948 Cenevre Sözleşmesi geriye doğru uygulanmaz. 3- Uygulansaydı dahi kişilere uygulanacaktı, devletler soykırım yapmazlar, soykırım yapan daima kişilerdir. Osmanlı’daki o kişilerin de kimisi zaten ya öldürülmüştü ya da çoktan mahkeme önüne çıkarılmıştı.
- Şu ana kadar yaklaşık 20 ülkenin parlamentosunda “1915 soykırımdır” diye kabul edilmesine ne diyorsunuz?
Hukuki açıdan gülünç. Bizi hiçbir şekilde bağlamaz, sadece belki prestij kaybına neden olur, ama onun ötesinde hukuki anlamda ciddi bir iş değildir.
- Peki sizce bundan sonrası için Türkiye ne yapmalı?
Ben Türkiye’nin çıkıp da resmi olarak bir soykırım olmuştur demesini talep etmiyorum, ama ben Türkiye’nin çıkıp resmen bir çeşit özür dilemesini talep ediyorum. “Keşke böyle bir şey olmasaydı, felaketti, trajediydi” ne derseniz deyin, ama Ermeni halkına bir şey deyin. Çünkü prensip budur; bir ülkede ne yaşanıyorsa hukuki olarak olmasa bile tarih önünde son kertede hep devlet sorumludur.
Tabii bu demek değildir ki yine aynı dönem Balkanlar ve Kafkaslardaki sürgünü olumlu karşılıyoruz. Ben bu hükümetin yerinde olsam hem Ermenilere “Üzgünüz” derim, hem de Müslümanların yaşadığı o büyük bir trajediyi her defasında vurgularım.
- Yani Cumhurbaşkanı Gül’ün Obama’yla ortak basın açıklamasında yaptığı gibi…
Evet, o çok doğru, çok yerinde bir çıkıştı.
- Gerisi nasıl gelmeli?
Ermenistan’la “gönüllü” olarak ilişki kurarak gelmeli. Ermeni kilisesiyle ilişkilerimizi geliştirerek… Gerekirse Ermenistan’a ekonomik yardım yaparak. Bugün Türkiye Afrika’ya yardım yapıyor, Ermenistan da çok fakir bir ülke. Böyle bir jest yapmak Türkiye’nin dünyadaki pozisyonunu dahi çok değiştirir. Ama hepsinden de önce ilk yapılması gereken bu konuların açıkça tartışılmasının ortamını yaratmaktır. Benim gibi birisi çıkıp “Ermeni soykırımı olmuştur” dese dünya yıkılmıyor. Belki benim bütün söylediklerim tartışılabilir, ama işin burası kesin: Artık özgüven ve demokrasiyi yakalamamız şart, gerisi zaten gelir.
1915’İN SEBEBİ BALKANLAR DEMEK İLKEL BİR YAKLAŞIM
- Sizce Osmanlı tehcir dışında ne yapabilirdi?
Her şeyi yapabilirdi de bunu yapması hiç gerekmezdi. En azından sadece askerlerin zorlandığı Van ve Erzurum cephelerinin gerisindeki insanları başka bir vilayete gönderebilirdi, ama Anadolu’daki bütün Ermenileri sürmesi gerekmiyordu.
- Peki “İlk kim başlattı” sorusu sizin için anlamlı bir soru mu?
Bence çok anlamsız ve yersiz bir soru. Bazıları bunu nasıl sorabiliyor, şaşıyorum. Çünkü siz bir devletsiniz. İlk kim başlattı diye bir şey var mı? Ne olursa olsun her şeyden siz sorumlusunuz. Mesela şimdi Türkiye Cumhuriyeti diyemez ki “PKK başlattı, onun için ben Kürt köylerini tahrip ediyorum.” Sizin elinizi kolunuzu tutan yok. Gidin Ermeni çetelerini yakalayın, hapse atın, idam edin isterseniz. Ama halka yönelmek, o başka bir şey. Onun izahı yok.
- Kemal Karpat 1915’i izah ederken işe önce Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan trajediyle başlıyor; sizce bu doğru bir yöntem mi?
Demin “Ermeni tehciri niye 100 sene önce olmadı da 1915’te oldu?” sorusunu bu anlamda sormuştum. Bunu tarihçi izah etmek zorunda. Neden? Çünkü 100 sene önce Osmanlının “toplumsal mühendislik” gibi bir kavramı yoktu. Çünkü böyle bir göç olayı yoktu. Bu açıdan baktığınızda göçler elbette önemlidir.
Ancak ikinci soru da şudur: Balkanlarda Müslümanlar her şeylerini kaybettiler diye Anadolu’da Ermenileri kesmek mi gerekirdi? Bu böyle bir terazinin kefeleri midir ki, Müslümanların uğradığı sıkıntıları bu kefeye, Ermenilerinkini bu kefeye koyalım, sonra birbirlerine yaklaşıyorlar mı diye bakalım. Bu bence primitif (ilkel) bir yaklaşım.
- Siz zaten hangi perspektiften bakarsak bakalım, sonuç olarak Osmanlı sorumludur diyorsunuz, değil mi?
Evet, çünkü bu aynen şuna benziyor: Diyelim ki bugün devlet kalksa dese ki “Bu PKK çok oldu, biz bunların önüne geçemiyoruz. Bakıyoruz halk da her şeye rağmen Öcalan’ın peşinden gitmeye devam ediyor. O zaman biz bütün bu Kürtleri Batıdan, her taraftan alıp Hakkâri’ye sürelim.” Ve bu olay olurken de çıkan karışıklıklar içinde Kürtlerin yarısı ölse yolda, bunun adı dünyada ne olur? PKK gibi bir örgüte karşı savaştığınızı söylemek, bu yaptığınızı haklı çıkarır mı? Çıkarmaz!
“HAFIZA TARİHÇİLİĞİ”YLE TARİH YAPILMAZ
- Uluslararası psikoloji kongresine sunduğunuz o birinci makalenizin sonunda “Hafıza, ne hatırladığınızdan ibarettir. Bence bu yaklaşım yetersiz” diyorsunuz. Dikkat çekmek istediğiniz husus nedir orada?
Biliyorsunuz bugün tarihçilikte bir “hafıza tarihçiliği” akımı başladı. Yani tarihi olayları o olayı yaşayanların anlatımı bazında algılamak ve öyle doğru kabul etmek. Mesela 1915 olaylarının birincil kaynağı oradan kurtulan insanların anıları. Ben bu yaklaşıma katılmıyorum. Niçin katılmıyorum?
- O sadece kendi yaşadığı yerden görüyor diye?..
Evet, mesela şimdi ben Ermeni’yim, benim evim yanmış, benim için dünya cehennem, artık dünyanın sonu gelmiş. Benim perspektifimden tabii ki bu büyük felakettir ve bu kadardır. Ermeni çetelerince ailesi yok edilen bir Müslüman olsam bu kez de perspektifim sadece o olacak.
Oysainsanların hafızalarında kalan şeyleri ve psikolojilerinin sebep olduğu yaklaşımları temel alarak ancak bir kültür politikası yapabilirsiniz, ama bir tarih çalışması yapamazsınız. Tarih çalışmasında belgelere dahi eleştirel yaklaşacak, faktörler arasındaki ağırlıkları ele alacak ve mutlaka işin karmaşıklığını göstereceksiniz.
- Siz bunu nasıl yapıyorsunuz?
Mesela ben diyorum ki, Ermeniler bir Ermeni devleti kurmaya çalışırken Osmanlı da imparatorluğun bütünlüğünü muhafaza etmeye çalışıyordu. Dolayısıyla Osmanlı’nın yaptığı şey aslında meşru bir davranıştı.
Amma velâkin o dönem dünyanın her tarafında ayaklanma ve kurtuluş hareketleri vardı. Başka etnik gruplar da devlet kuruyorlar ve o devletler de kabul ediliyordu. Düşünsenize, dünyadaki devlet sayısı 20’inci yüzyılın başında 40-50’yken, bugün 150-200 tane. Çünkü halkların da devletlerini kurma hakları var. Demek ki Ermenilerinki de meşru bir davranış idi.
- Peki sonuçta bir yargıya nasıl varacak tarihçi?
Yargıya varmayacak, sadece olayları kavramaya çalışacak ve asla “Yüzde yüz böyledir” demeyecek. Tarihçiliğin en önemli unsuru budur: Çok perspektifli olmak, hiçbir olayı tek perspektiften açıklamamak. Aynın şunun gibi; 1453’te İstanbul fethedilmiştir bizim açımızdan, büyük bir olaydır. Yunanlılar açısından İstanbul düşmüştür ve çok acı bir olaydır. Hangisi bunun haklıdır; hiçbiri. İkisi de perspektiftir.
ALMANLARIN ROLÜ VARDI, SORUMLULUĞU YOKTU
- Yıllarca Almanya’da yaşamış bir tarihçi olduğunuz için soralım: 1915’te Almanların bir rolü var mı?
Birincisi, Almanlar buna benzer bir tehcir ve kısmi bir soykırım politikasını Birinci Dünya savaşından önce bugün Namibya denilen yerde yerli halka karşı uyguladılar. Sonra orada faaliyette bulanan bazı Alman subaylar 1915’te de Türkiye’de görev yaptılar.
İkincisi, 1912’den sonra Osmanlı ordusunun tümen düzeyindeki hemen her birliğinin kurmay subayı Almandı. Hatta ordu kumandanları bile Almandı.
Üçüncüsü de Zeytun’da ayaklanma çıkınca Ermenilerin sürülmesi fikrini ilk veren bir Alman subay. Karısına yazdığı mektup var.
- Sonuç?
Sonuç; O dönem ordunun yaptığı her harekette Almanların katkısı olduğu için “1915’te Almanların hiç rolü yok” diyemeyiz. Ama sakın yanlış anlaşılmasın: Bu saydıklarımızın hepsi birer faktördür, fakat “Ermeni soykırımını Almanlar bizim için yaptı” demek mümkün değildir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi bir Osmanlı projesidir, Alman değil.
- Bu konuya ilişkin Alman arşivleri açık mı?
Tamamen açık, ama Alman arşivlerinden ziyade Deutsche Bank arşivi daha önemlidir. O arşivlere göre mesela banka Osmanlının demiryollarını finanse eden kuruluştu ve tehcire karşı çıkıyordu. “Demiryolunda çalışan bütün ihtisas sahibi kişiler Ermeni kökenli. Toros tünellerini yapan ustaların çoğu Ermeni. Bunlar sürülürse savaşı kaybederiz. Demiryolunu kim bitirecek?” diyordu. Ama bazı Almanlar da Osmanlı’yı hükümetlerine, “Dağlar Ermeni dolu. Bunlar bizim yapmakta olduğumuz demiryolunu tehdit ediyorlar. Düşmanımız, Fransa’yla iş birliği yapıyorlar. Ama Türkler çok pasif bunları cezalandırmıyor” diye şikâyet ediyorlar. Yani her iki grup da vardı Almanların arasında.
ERMENİ HALKI BÜTÜN MİLLİYETÇİLERDEN ÇOK ÇEKTİ
“Doğudaki Anarşist ve Marksist Ermeni gençlerin 1890’da başlattığı milliyetçilik hareketi sadece Osmanlı’ya karşı değil, cemaatin İstanbul’daki seçkin “Amira” sınıfına da karşıydı. Bu komitelerin “Türk dostu” diyerek katlettikleri Ermeni sayısı belki öldürdükleri Müslüman sayısından daha fazlaydı.”
ANADOLU’DA LÜBNAN MODELİ UYGULADILAR
“Anarşist Ermeniler Anadolu’da Lübnan modelini uyguladılar. Yani amaçları Müslümanları galeyana getirip Ermeni köylerine saldırtmak, böylece bölgedeki Hıristiyan misyonerler ve konsoloslara “Hıristiyanlar katliama uğruyor” dedirtip, Avrupa devletlerinin buraya müdahale etmesini sağlamaktı. 1846-60’lı yıllarında Lübnan’da da Müslümanlar galeyana gelip çok sayıda Maruni’yi öldürünce Fransa asker çıkarmış, sonunda Osmanlı Lübnan dediğimiz bölgeye özerklik vermek zorunda kalmıştı.”
ÇOĞU SOSYALİST AYNI ZAMANDA MİLLİYETÇİDİR
“Marksizm’le milliyetçilik maalesef sanıldığı kadar birbirinden ayrı şeyler değillerdir. Tarihte birçok gerçek sosyalist vardır ki, zaman zaman milliyetçi davranışlar içinde olmuşlardır. Tıpkı bugünkü Kürt milliyetçi örgütü PKK’nın sol bir öğrenci hareketinden gelmesi gibi. Ve tüm milliyetçi hareketlerde bir çeşit terörizm vardır. Ayrıca dünyada dış destek almadan başarıya ulaşan tek bir milliyetçi hareket de yoktur. Türk milliyetçi hareketi dahil. Mustafa Kemal’in önderliğini yaptığı bizim Kurtuluş Savaşı dediğimiz olay da “dış mihraklar”ın yardımıyla başarıya ulaşmıştır.”
MAVİ KİTAP’A İLHAM KAYNAĞI O OLDU
1878’den sonra Ermeni meselesinde önemli rol oynayan bir İngiliz parlamenter vardı: James Bryce. Bu İngiliz Kafkaslarda Ermenilerin çok pasif kaldığını düşünüyor, Kafkaslar üzerine bu tezi işleyen kitaplar yazıyordu. Ermenilerin artık terörist manada faaliyete geçmelerinin kendi milli çıkarları olduğunu onlara telkin ediyordu. Hatta mavi kitabın yazılmasına ön ayak olan kişi de buydu.
ERMENİLER DE İTTİHATÇILAR DA DARWİNST’Tİ
“Aslında Türkçü İttihatçılarla milliyetçi Ermeniler kültürel ve zihniyet bakamından birbirlerine çok yakındılar. Bir kere her iki grup da sosyal Darwinist’ti. Yani “Güçlü olan galiptir ve haklıdır. Ben seni öldürmezsem sen beni öldüreceksin” fikrine inanıyorlardı. Sosyal Darwinist Ermeniler de özerk bölge kurdukları anda göçebe halka vatandaşlık hakkı tanımayacaklarını, muhacirleri sınır dışı edeceklerini söylüyorlar, aynı İttihatçılar gibi homojenleşmeyi savunuyorlardı.”
TARİMİZİN HEM PARLAK HEM REZİL SAYFALARI VAR
Tarihinizi kabul edin: İttihatçılar olmasaydı bugün Türkiye olmazdı. Ama bu sözle “İttihatçılar Ermenilerin başına gelen şeylerin sorumlusudur” cümlesi arasında da çelişki yok. Dünyada hiçbir şey siyah-beyaz değildir. Hiçbir şey yüzde yüz değildir. Bizim tarihimizin parlak sayfaları vardır, ama rezil sayfaları da vardır. Nasıl gururlanacağım sayfalarıyla övünüyorsam iyi olmayan taraflarını da artık kabul etmek zorundayım ve bunun bilincinde olmalıyım.
BALKANLARDA ERMENİLER TÜRKLERDEN İYİ SAVAŞTI
“Balkan savaşları sonuna kadar (1912) Ermenilerle aslında hâlâ bir problem yoktu. Mesela Balkan savaşları patladığında Osmanlı devletinin Dışişleri Bakanı bir Ermeniydi. İstanbul’da parlamento içinde önemli sayıda Ermeni milletvekili vardı. İttihatçılarla Taşnaklar Anayasa konusunda anlaşmıştı. Gayrimüslimlerin ilk kez savaşa alındığı Balkan savaşı sırasında Ermeniler Müslüman askerlerden bile daha iyi, daha bilinçli savaşmışlardı. O dönem İstanbul'da çıkan Ermenice gazete sayısı nerdeyse Türkçe çıkan kadardı; keza yayınevlerinin de çoğu Ermenilerin elindeydi.”
ENVER PAŞA VE PATRİK AYNI FİKİRDE
“24 Nisan’dan iki hafta önce Enver Paşa Ermeni Patriği’ne mektup yazıyor. Önce “Sarıkamış savaşında Ermeni askerleri iyi savaştılar, bize çok sadıktılar, çok teşekkür ediyorum” diyor. Sonra devam ediyor; “Yalnız İstanbul’daki aydınlar her gün gazetede şunu yazıyorlar bunu yazıyorlar, bu yayınları bir süreliğine durdursunlar, çok kritik bir dönemden geçiyoruz.” Ermenilerin Meclisi var İstanbul’da, hemen toplanıyorlar. Orada Ermeni Patriği “Enver Paşa haklıdır arkadaşlar” diyor. Ancak “Birkaç hafta sonra İngiliz ordusu İstanbul’u işgal edecek, o zaman biz ne yüzle çıkacağız İngilizlerin karşısına” diyen Ermeniler Patriği dinlemiyorlar. Bu da normaldir. Her topluluk başının çaresine bakar.”
TÜRKİYE’Yİ ANLAMAYA MAKEDONYA’DAN BAŞLADI
Prof. Dr. Fikret Adanır, 1941 Foça doğumlu. Ailesi Kavala-Praviştalı. Bir süre İÜ İngiliz Filolojisi bölümünde okudu. 1964’te Amerika’da Türkiye’ye gelecek Barış gönüllülerine Türkçe dersler verdi. Bir yıl sonra Almanya’ya geçip Goethe Üniversitesi’nde hem mastır yaptı, hem de Slav dillerini öğrenmeye başladı. Bu sırada “Türkiye’yi 50’li yıllara kadar yöneten kadro Makedonya’dan geliyor. Rumeli’deki toplumsal ve siyasal formasyonları anlamadan cumhuriyetin erken dönemi anlaşılamaz” diye düşündü ve Osmanlı Makedonya’sı üzerine bir doktora tezi hazırladı. Çok beğenilen bu çalışması daha sonra Almanca, Türkçe ve Bulgarca kitap olarak basıldı. Bochum Üniversitesi’nde tarih profesörü olduğunda titri “Güneydoğu Avrupa tarihi uzmanı”ydı. Ancak 45 yıl Almanya’da yaşadıktan sonra “En sevdiğim ülke” dediği Türkiye’ye yerleşme kararı aldı. İki yıldır Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde tarih dersleri veriyor. Almanca, İngilizce ve Türkçe yayınları bulunan Adanır halen, 1780’li yıllardan günümüze kadar Kafkaslar, Ermeni, Kürt, Çeçen, Gürcü, Çerkez sorunlarını kapsayan, Oxford Üniversitesi’nin basacağı bir kitap üzerine çalışıyor.