03.04.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Aslı İzmirli
‘Av’ klasik bir “katil kim?” romanı gibi gözükse de içinde gizemi, entrikayı, aşkı barındıran katmanlı bir kitap. Okur olarak biz, cinayeti soruşturmakla görevli komiser Pervet Bora’nın iş ve özel hayatı çerçevesinden olaylara tanık oluyoruz. Yılmaz’la ‘Av’ı konuştuk.
- Öncelikle kitabı yazma sürecinizden bahseder misiniz? Hikâye nasıl oluştu? Ne kadar sürede buraya geldi?
Bir polisiye yazarken, her şeyden etkilenebiliyorsunuz; oturduğunuz çevreden, okuduklarınızdan, yurtta ve dünyada olup bitenlerden, kendi yaşamınızdan… Önce konuyu, sonra onu uygun karakterleri, en sonunda da kurguyu oluşturuyorsunuz. Karakterler oluşturulup ona uygun konu da bulabilirsiniz. Yazarın tercihine bağlı. Beni en çok konu, karakterler, kurgu zorluyor ve zamanımı alıyor. Yazma aşaması benim açımdan işin en kolay yanı. Bir kitabı oluşturma sürecim en fazla bir yılı buluyor diyebilirim. Sürekli gökyüzüne bakmayı seven biri olduğum için de, göğün, uzayın, evrenin gizemi beni daima kendine çekiyor.
‘Evcil kavramlar kullanılıyor’
- Av kelimesini kitapta birçok anlamda kullanmışsınız. Göktaşı avı, katil avı… Peki avlamak, avlanmak ve av kavramları sizin için neleri simgeliyor?
Avlamak, avlanmak ve av, çok şeyi ifade ediyor ama bir polisiye romanda basit bir anlamı oluyor bunun. Bir katilin avı bir kurban, bir cinayet polisinin de avı suçlu. Aslına bakarsak, insan her zaman yeryüzünü paylaştığı diğer türlerden zekasıyla öne çıkarak avcı olmuştur. Yaşamını idame ettirebilmek, bazen de fazlasını elde etmek için hep av peşinde koşmuştur. İnsanın elde ettiği her şey bir avdır. Bunun için gerekirse şiddet ve vahşet uygulamaktan kaçınmamıştır. Av ve avlanmak kavramlarının özünde kan ve vahşet vardır. Ama modern insan bu kavramların yerine daha yumuşak, daha evcil kavramlar kullanıyor artık. Ama özde değişen pek bir şey yok aslında bana sorarsanız. Yani biz yine de avcıyız.
‘Karakterlerle özdeşleşmedim’
- Kitapta kendinizle özdeşleştirdiğiniz bir karakter var mı?
Kitapta hiç bir karakteri kendimle özdeşleştirmedim. Bundan önceki kitabımın kahramanı gazeteci Ahmet Kerim’le bir iki benzer yanımız vardı. Bir yazar için en kolay karakter ve model, hiç kuşkusuz önce kendisi oluyor, sonra da yakın çevresi doğal olarak.
- William Watson’ın “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” sözüne kitabın kapağında yer vermişsiniz. Sizce adalet ne kadar önemli? Ve sizce dünyada ne kadar adalet kaldı?
Yeryüzünde insanoğlu hâlâ adaleti kurabilmiş değil. Güçlülerin adaleti hâlâ egemen. Adalet duygusu ile ahlak duygusu birbirine koşut iki kavram. Birinden biri çürümeye, yozlaşmaya başlarsa, diğeri de bundan etkileniyor. Maalesef tüm dünyada bu iki duygu sorgulanır hale geldi. Küreselleşmenin, dünyaya şu anda hakim olan yeni düzenin yarattığı aşırı tüketim ekonomisinin bir sonucu olarak toplumlarda önce ahlaki çöküş başladı. Sonra da buna bağlı olarak adaletin çöküşü hızla yayıldı. Bireyler aşırı tüketimin sonucu olarak aşırı borçlandırılınca, isyan duygusu da köreldi. Tepki ve direnmenin yerini boş vermişlik duygusu aldı. Yani bugün kimse dünyanın düzenini yeniden tesis edilmesi veya daha adil bir dünya için kılını kıpırdatmıyor. Aşırı tüketimin, her şeyi kolay elde etmenin sarhoşluğunu yaşanıyor. Böyle olunca tabii ne ahlak, ne de adalet kalıyor ortada. Sonuçta adalet herkese gerekli olan bir kavram. Yeniden ayağa kalkmak, ayılmak lazım.