Gündem ‘Şeker Kız Candy’ ülkesi

‘Şeker Kız Candy’ ülkesi

19.07.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Kraliyet ailesinin yönettiği Vietnam’ın başkenti Bangkok’ta tuktuklar, taksiler, mağaza tabelaları, tenteler, şemsiyeler, yiyecek tezgâhları, her şey pembe. Sanki bir ‘Şeker Kız Candy’ ülkesi...

‘Şeker Kız Candy’ ülkesi

Saygon’dan Bangkok uçakla sadece bir saat ama havaalanından şehre ulaşmak o kadar kolay değil, trafik Cakarta’daki gibi olmasa da çok yoğun. Havaalanı deyince, otobana çıkan yolların iki yanında altın yaldızlı, insan boyutunda geleneksel heykeller var ve hepsi de başları hafifçe öne eğik, iki ellerinin avuç içleri çene altında birbirine yapışık bizi selamlıyorlar, hoşuma gitti bu sıcak ve süslü karşılama.

Haberin Devamı

Geniş otobanın iki yanındaki havaalanı otellerinden sonra tüm büyük şehirlerde olduğu gibi sanayi bölgelerinden geçtik, aralardaki fazla yüksek olmayan binalardan oluşan semtlerdeki camiler dikkatimi çekti, demek Müslümanlar daha çok buralarda oturuyorlar, diye düşündüm. Şehre yaklaştıkça binalar gökdelenlere dönüştü, yollardaki araç kalabalığı giderek arttı. Ve yaklaşık bir saat sonra Siyam Meydanı’ndaki otelimize ulaştık. Burası en merkezi noktası Bangkok’un, adının neden Siyam olduğuna gelince ülkenin eski adı bu, 1939’dan sonra Tayland olarak değiştirilmiş.

‘Sky train’ çözümü

Odamız ancak iki saat sonra hazır olacaktı, seyahatte huysuzluğu hiç sevmem, zaten yapacak bir şey de yoktu, eşyalarımızı bırakıp dışarı çıktık. İğne atsan yere düşmez, derler ya işte caddelerde, sokaklarda durum aynen öyleydi. Arabalar, yayalar, motosikletli tuktuklar ve yolun üstünde üç katlı bir tren hattı. Buna “sky train” deniliyor ve şehirde ulaşımın tepeden hızla yapılmasını sağlıyor. Üst iki kat gidiş ve geliş hatlarına, onun altındaki iki yanı şeffaf, yer yer açık tüp de istasyonlara ayrılmış. Buradan aynı zamanda caddelerin üstünde yürüyerek daha rahat ilerleniyor, üstgeçit olarak da kullanılan tüp iki yandaki dev AVM’lerine, önemli binalara bağlı. Her ne kadar aşağıdaki yolu havasızlaştırsa da trafik açısından harika bir toplu taşıma çözümü. Bizim bulunduğumuz yerde alttaki yolun sadece bir kaldırımında yine bin bir çeşit yiyecek - içecek tezgâhı, yerlere serilmiş terlikler, telefon kılıfları, sallanan tişörtler, şortlar, şapkalar, şallar... Karşı kaldırım pahalı mağaza ve şık AVM’lere ayrılmış. Bunların en meşhurları Siam Square ve Paragon. Hava sıcak mı sıcak, nemli mi nemli, nefes alınmıyor. Biz de serinlemek için içeri girdik. Gerçekten çok modern binalardı, dünyanın en bilinen markalarının yanında Tayland’ın kendi ürettikleri de yer almıştı. Sanat galerileri, antikacılar, modern ve geleneksel mobilyacılar, hatta araba galerileri, Maserati’de bir de aynı marka bisiklet vardı, kim bilir kaç paraydı!

Haberin Devamı

Bu ne rahatlık!

Haberin Devamı

Biraz da yolun diğer tarafında dolaşmaya karar verdik ve tüpten aşağı indik. Bizim mütevazı halk AVM’sinde dolaşmaya başladık. Aaa o da ne, marka çantalar! Çoğu sahte ama ikinci el satanlar da var. Sadece çanta değilmiş meğer her şeyin sahtesi var Bangkok’ta, CD’den saate... Bir erkek ayakkabıcısının vitrini çok ilgimi çekti, yılan derisi, parlak rugan, krokodil; renkler çılgın, kırmızılar, yeşiller, sarılar; modeller meydan okuyor, sipsivri burunlar, yumurta topuklar, altın yaldızlı tokalar, fiyonklar... Fotoğrafı çekilecek bir vitrin! Tam çekeceğim tezgâhtar dışarı çıktı, yasakmış. Bunu söylerken keyifle de burnunu karıştırmaz mı, nevrim döndü. Oradan uzaklaşıp başka bir dar koridora girdik. O da ne bu defa genç bir karı koca yere çökmüş hiç fütursuz bebeklerinin altını değiştiriyor. Ne rahatlık değil mi? Bu kadarı yeter derken bir üçüncü manzarayla şok geçirdim. Yine bir küçük dükkânda kadının biri kızının başını cam tezgâha dayamış resmen bit ayıklıyordu, ben donup kalmışım, Işıl yüz ifademe dakikalarca güldü. Kendimizi dışarı atmaktan başka çaremiz kalmamıştı.

Haberin Devamı

İlk izlenimlerle bir yeri damgalamak âdetim değildir, hemen sildim attım az önce gördüklerimi ve etrafı incelemeye başladım tekrar. Tayland’ın alfabesi farklı ve bir başka dilde yazı görmek de zor, birden okuryazarlığımızı kaybetmiştik. Bana gördüğüm her yazı ters çevirsem okuyabilecekmişim gibi bir his veriyordu. Bir başka tespitim de şu oldu: Pembe gönlüm sende! Bangkok’ta pembeye inanılmaz bir rağbet var. Tuktuklar, taksiler, otobüsler, motosikletliler ve başlarındaki kasklar, mağaza tabelaları, tenteler, şemsiyeler, yiyecek tezgâhları, sokak lokantalarının tabureleri, masalardaki muşambalar. Sanki bir “Şeker Kız Candy” ülkesi…

Otelin yakınındaki pembe ışıklı bir restorana girip yemek yedik. Acı tatlı deniz ürünleri çorbasından bir kaşık alır almaz saç diplerimizden ter fışkırdı ama enfesti. Acıyla aram olmamasına rağmen sık sık yeniden yedim.

İki saatimiz dolmuştu, otel hatasını telafi etmek için bize jest yapıp lüks bir oda vermişti. Biraz dinlendik ve akşam Türkiye’den aldığımız tavsiyeye uyarak Bangkok’a tepeden bakmak üzere bir gökdelenin 56. katındaki “Red Sky”ın barına gittik. Kocaman, ışıl ışıl bir şehir uzanıp gidiyordu. Böyle bir yerde her şey vardır, diye düşündüm, ne ararsan…

Haberin Devamı

‘Şeker Kız Candy’ ülkesi

Taling Chan’da, yüzer lokantanın çevresindeki kayıklarda kadınlar türlü yemek pişiriyor.

Peri masalı gibi bir şey

Sabah Işıl işlerine koşturmak üzere çıkarken ona tek gözümü açarak güle güle diyebildim ve öğleden sonra o gelene kadar haritaları inceleyip gidilecek yerleri araştırdım. Odayı temizleyen kadın bana bu konuda işaretlerle yardımcı oldu. Ona (inanın bozuk param olmadığından) sadece bir dolar bahşiş vermeme o kadar sevindi ki anlatamam, çıkmadan önce bana TV’de müzik bile açtı.
Akşam için otelden bir gösteriye yer ayarlamıştık. Bangkok’a gelen herkese böyle bir etkinliğe katılmalarını kesinlikle tavsiye ederim, başlangıçta turistik etkinliklere karşı olan tavrıma rağmen ben bile çok memnun kaldım. Gösteri merkezden uzakta trafik de yoğundu ama bizim gibi acelesi olmayanları etkilemiyordu. Etrafımıza baka baka gittik. Uzaklaştıkça o şıkıdım manzara değişti tabii. Bazı kanalların kenarında yine o yoksul barakaları vardı. Kazıklar üstüne kurulmuş odacıklar, içerisi apaçık ortada. Hiçbir eşya yok, yerde oturuyorlar, üç beş kıyafeti duvarlara asmışlar. Barakaların altı leş gibi, simsiyah bir balçık ve eğer cam açıksa insanın genzini yakan ağır bir leş kokusu... Ey Kral Efendi, diye mırıldandım, görmüyor musun bu sefaleti?
Gösterinin adı Siam Niramit. Sizi pagodaya benzeyen büyük bir kapıda geleneksel giysileriyle Taylandlı kızlar karşılıyorlar ve hemen yanınızda durup emrivaki olarak sizinle fotoğraf çektiriyorlar. Sonra bir bahçeye çıkıyorsunuz, İki fil dolaşıyor, isteyenler ücret karşılığında binip dolaşabiliyor. Ortada fıskiyeli bir havuz var, etrafında yine kızlar dolanıyor ama bu defa kıyafetler daha farklı ve renkli maskeli mitolojik kahramanlar gösteriler yapıyor. Geniş bir meydanda Tayland müziği çalıyor. Arka tarafa tipik bir Tayland köyü kurulmuş. Yerel sanatlar, yemekler sergileniyor bu kopya köyde.
Ortalığı gezdikten sonra yemek salonuna geçtik. Gösteri ücretine açık büfe yemek de dâhildi. Yemekhane gibi bir yerdi ama doğrusu hem çeşit boldu hem de her şey çok lezzetli ve tertemizdi. Yemekten sonra gösteri salonuna gittik. 2000 kişilik bir yer, sahne dünyanın en yüksek sahnesiymiş. Bunun nedenini daha sonra anladık. Ve 1.5 saatlik şov başladı. Çok kalabalık bir sanatçı grubu şahane bir dekorda muhteşem kostümlerle dans edip müzik yaparak bize Siyam tarihini ve kültürünü anlattı. Muazzamdı her şey; renkli, canlı, gerçekten zengin bir gösteri. Dansçılar havalarda uçuşuyor, peri masalı gibi bir şey.
‘Şeker Kız Candy’ ülkesi
Tayland, askeri cunta altında anayasal bir monarşiyle yönetiliyor.
Mütevazı bir kraliçe
Üçüncü gün kızımın peşine takılıp bir TV istasyonuna gittim. Herkes yine ‘Muhteşem Yüzyıl’ diyordu. Çok farklı bir kültürde bile bunca ilgi görmesi ne kadar ilginçti. İş görüşmesi bitince Tayland Kraliyet Sarayı’na gittik, sarayda çok kutsal bir de tapınak külliyesi var. Ya rabbim o ne süs, o ne renklilik, o ne altın, o ne gümüş, o ne nakış, o ne hüner, o ne emek... Muhteşemdi. Saatlerce kalınabilecek bir yer ama hava 38 dereceydi, alışık olmayana cehennem. Biz ayrılırken Kraliçe geldi, mütevazı bir arabadaydı.
Saraydan sonra nehre yürüdük, yolda közlenmiş muz alıp yedik, değişikti. Üniversiteler ve pek çok müze de sarayın çevresinde yer alıyordu ve tabii başka tapınaklar da. Nehirden bir tekne kiraladık, bizi kanallarda gezdirip otelimize yakın bir rıhtımda bıraktı. Bir buçuk saatlik gezi 2 kişi için 20 dolardı.
O upuzun tekneyi nasıl hızlı kullanıyorlar inanamazsınız, sanki sürat teknesi. Rıhtımdan yine bir tuktuka atladık ve otele geldik. Otel deyince, her gün yataklarımızın üstüne orkideler konuyor, lobide kızlar ellerinde tepsiler herkese tropik meyve suları ikram ediyor. Taylandlılar yumuşak ve kibar insanlar.
Bangkok’ta dördüncü günümü öğleden sonraya kadar bilmediğim sokaklarda dolaşarak geçirdim. Mahalle pazarlarında avarelik ettim, çok ucuza ipek bluzlar aldım, meyve suları tattım, ama sokak yemeklerine elim gitmedi.
‘Şeker Kız Candy’ ülkesi
Bir buçuk saatlik tekne gezisi için 2 kişiye 20 dolar ödeniyor.
3. cins ‘kathoey’ler
Her köşede bir Budist türbesi vardı ve ortalık tütsü içindeydi. Taylandlılar bu şekilde ölülerin ruhlarının huzur bulacağına inanıyorlarmış. Dini inançları kuvvetli, hoşgörülüler, aile çok değerli ve yaşlılara saygı büyük önem taşıyor, bağırıp çağırmak, kavga etmek çok ayıp. Burada transseksüel ya da travestilere kötü gözle bakılmıyor, dışlanmıyorlar. Onlara üçüncü cins deniliyor ve kendi dillerinde ürettikleri özel bir kelimeyle tanımlanıyorlar, ‘kathoey’. Pek çoğunu kadından ayırt etmek mümkün değil, güzel ve bakımlılar. Her ne kadar seks pazarında da yer alsalar hayattan tecrit edilmemişler, her yerde çalışabiliyorlar. Burada, Tayland’ı bir “seks” ülkesi olarak görmenin çok kısır ve ilkel bir bakış olduğunu söylemek isterim. Ya da şöyle diyeyim, herkes dünyayı ancak kendisi kadar algılayıp değerlendirebilir. Bu düşüncelerle yürüyerek otele döndüm, yan sokaktaki ayak masajcıları yine tıklım tıklımdı, bu da buranın bir başka özelliği, onsuz yapamıyorlar.
‘Şeker Kız Candy’ ülkesi
‘Şeker Kız Candy’ ülkesi
Buda’nın köpekleri uslu ve terbiyeli
Beşinci güne odamızda kahvaltı ederek başladık. Uzakdoğu’nun bizdeki gibi bir kahvaltı geleneği yok, gerçi otelin büfesinde her şey var ama sabahları balık, karides, noodle yiyenlerle birlikte olmak bizler için pek iştah açıcı olmuyor. Kahvaltıdan sonra “küçük kızımın” elinden tutup onu hayvanat bahçesine götürdüm. Işıl filleri, aslanları, kaplanları, timsahları, zürafaları, zebraları, suaygırlarını, tropikal kuşları gördü. Sonra da mermer tapınağa girdik. Çok sessiz ve huzurluydu. Turuncu giysili rahipler yanlarında çömezleriyle bahçede geziyordu. Tapınağın içindeki kanalı süsleyen oymalı köprüler, Buda heykelleri ve tabii ağaçlar çok etkileyiciydi. Bir yığın da köpek vardı, uslu, akıllı ve terbiyeli.
Tadı damağımızda kalan Bangkok
Artık dönüş zamanı gelmişti, son günümüzdü. Tayland’a gelinir de yüzen pazara gidilmez mi hiç? Ne var ki bunlar sadece hafta sonlarında açıktı ve en meşhur ve de en turistik olanı gayet uzaktaydı, sabah altı buçukta yola çıkmak gerekirmiş. Biraz araştırdım. Şehre on iki kilometre mesafede Taling Chan diye bir yer vardı. Bir taksiye atladık. O uzak ve yoksul mahallelerden geçtik. Ben yine içimden krala söylendim.
Taling Chan gerçekten de küçüktü. Bir sokağa giriyorsunuz ve kendinizi üstü tenteli bir çiçek pazarında buluyorsunuz; orkideler, orkideler, orkideler... Sonra yiyecek içecekçiler başlıyor. Arada hediyelik Sonra bir küçük bina ve minik bir tahta köprü var ve geçince de sizi su üstünde alçak masa ve taburelerle donanmış bir lokanta karşılıyor. Yüzer lokantanın çevresindeki kayıklarda kadınlar türlü yemek pişiriyor. Hemen yandaki iskeleden tekneye binip kanallarda dolaşabiliyorsunuz.
Bizi bekleyen taksiye binip geri döndük. Bangkok gezimiz bitmişti ama Bangkok bitecek gibi değildi. Yine gidilir mi? Evet, kesinlikle...