Gündem Son beraatla devletin Gülen’e bakışı netleşti

Son beraatla devletin Gülen’e bakışı netleşti

30.06.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Fethullah Gülen’le bir ay önce ABD’de görüşen Hüseyin Gülerce, Gülen’in Türkiye’ye dönüş planlarından telefon dinleme iddialarıyla cemaat arasında kurulan ilişkiye kadar, gündemdeki pek çok soruyu yanıtladı

Son beraatla devletin Gülen’e bakışı netleşti

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Mayıs 2006’da Fethullah Gülen’e beraat kararı verdiğinde Hüseyin Gülerce’ye “Gülen artık Türkiye’ye döner mi?” diye sormuştuk. Gülerce, “Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra tansiyon düşerse döner” demişti. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra tansiyon düşmek bir yana, tam tersine giderek arttı ve Gülen dönmedi. Gülen’in 2006’daki o beraat kararı geçen hafta Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca onanınca biz yine Gülerce’ye sorduk: “Şimdi döner mi?” Gülerce bu kez de aynı yanıtı verdi, ama bir nüansla… İşte o önemli nüans ve Gülerce’nin cemaat etrafındaki iddialara ilişkin açıklamaları:

Haberin Devamı


- Fethullah Gülen’in Türkiye’ye dönüp dönmemesi konusunda bir ay önceki izleniminiz neydi; ABD’deyken böyle bir niyet, hazırlık gördünüz mü?

Ben görmedim. Zaten kendisi de söylüyor, “Konjonktüre göre hareket edeceğim, dengeleri gözeteceğim. Bir hizmet yapıyorum, bu hizmete zarar vermemem lazım” diye…


- Beklediği konjonktür nedir?

O konjonktür kendisiyle ilgili değil. Çünkü kendisiyle ilgili olsa, içtihat kabul edilen bir karar var artık ortada; hakkındaki iddialarla ilgili mesele bitmiş; son nokta konmuş; hiçbir sorunu yok. Dolayısıyla Gülen’in baktığı Türkiye’nin konjonktürü. Çünkü şu anda Türkiye’de gerçekten büyük bir gerilim var. Böyle gergin bir ortamda Sayın Gülen geldiğinde yeni bir gündem maddesi olacağını düşünüyor, kendisi üzerinden bu gerginliği arttıran çevrelerin olmasından endişe ediyor ve bu durumun da kendisinin tavsiye ettiği hizmetlere zarar vereceğini düşünüyor. Zaten orada konjonktür kadar önemli bir başka kelime daha kullanıyor; denge. Yani Türkiye’de istikrar, iç barış adına bir iyileşme olduğunda otomatikman Sayın Gülen’in gelebileceğini düşünebiliriz.

Haberin Devamı


- Ama Türkiye’nin krizleri bitmez ki…

Bence mesela AKP kapatılmazsa bu tansiyon Türkiye’de büyük çapta düşer. Bir seçime gerek kalmaz ve iktidar da yıpranacaksa icraatlarıyla yıpranır.

DEVLETİN BAKIŞ AÇISINDA NETLEŞME VAR

- Peki bu konjonktür meselesi dışında devlet kurumları sizce hazır mı Gülen’in dönüşüne?

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı devletin bakış açısından da bir ölçü olarak düşünülebilir. Çünkü şimdiye kadar hep yargı yoluyla Sayın Gülen hakkında bir şeyler yapılmış; 12 Mart döneminde, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta hep böyle olmuş. Ama şimdi gelen bu son beraat kararı son noktayı koyduğu için ben bunu devletin bakış açısında da bir netleşme olarak kabul ediyorum. Bu bakış açısı zaten Dışişleri camiasında geçmiş yıllarda büyük oranda gerçekleşmişti. Sayın Gül’ün Dışişleri Bakanıyken gönderdiği kripto meselesinden önce de büyükelçilerin çoğu bu okulları ziyaret ediyor, açılışlarında bulunuyordu.

Haberin Devamı


- Yani bürokraside Gülen’i ilk kabul eden Dışişleri mi oldu?

Evet, bu önemli bir noktadır. Mesela 28 Şubat sürecinde dahi büyükelçilerin çoğu Gülen okullarının Türkiye’nin lehine olduğunu, desteklenmesi gerektiğini söylemişti. Dışişleri Bakanı’yken Hikmet Çetin de çok olumlu yaklaştı bu okullara; Özal da, Demirel de… Mesut Yılmaz’ın Kırgızistan’daki üniversitesinin açılışını yapmasına bizzat ben tanığımdır.


- Ama Gülen hâlâ dönmediğine göre demek ki bu kadarını yeterli bulmuyor. Az evvel de devletin içersinde bir anlayış değişikliği sezinliyorum dediğiniz için soralım; nasıl bir şey olursa bu rahatlatıcı olur?

Devlet kurumlarının bu konuda ters tavır sergilememeleri lazım. Mesela devletin katlarında bulunan herhangi bir kişi Sayın Gülen’in ismini de anmadan dese ki “Bugün Türkiye artık bir küresel güçtür. Onu da şuradan anlıyoruz, bugün dünyanın 110 ülkesinde Türkçe öğretiliyor, Türk okulları var, orada Türk lobileri oluşuyor, geliyorlar burada ekonomik zirveler oluyor, Türkçe olimpiyatı yapılıyor. Bu gayretleri küçümsememek lazım”, bu çok rahatlatıcı bir şey olur.

Haberin Devamı

AB CEMAATE DESTEK Mİ VERİYOR?

- Peki Türkiye’deki şu iktidar çekişmesine bakıldığında böyle bir açıklama sizce mümkün mü? Çünkü çekişmenin aktörlerinden biri ordu görünüyorsa diğeri de Gülen cemaati görünüyor. Hatta AKP’nin de bu çekişmede arada kaynadığı yorumları yapılıyor. Bu fotoğrafa bakınca siz ne görüyorsunuz?

Ben Türkiye fotoğrafını şöyle okuyorum: Türkiye’de demokratikleşmeyi, özgürlüklerin genişletilmesini, evrensel insan haklarının gelmesini isteyen bir kesim var. Bir de buna karşı çıkan bir kesim var. Bugün AB, söylediğim o demokrasinin yanında duran kesime destek veriyor. Peki, yani şimdi onlar cemaati mi desteklemiş oluyorlar?


- Zaten bu yüzden aynı fotoğraf şöyle de yorumlanıyor: Türkiye’nin ılımlı İslam olmasını isteyen bir kesim var, bir de bunu istemeyen kesim var.

Ben de diyorum ki İslam bir tane, ılımlısı ılımsızı yok. Sadece Müslümanlara göre yorum farkından kaynaklanan bir konu var. Sayın Gülen’in anladığı Müslümanlık İslam’ın Gülen yüzüdür. Çünkü İslam’ın özü huzur, güven, kardeşlik, barıştır.

Haberin Devamı

ULUSALCILARLA NEOCONLAR BİRBİRİNİ ETKİLİYOR

- Gülen’in dönüş tarihiyle ilgili bir sürpriz bekliyor musunuz?

Hayır. Bir mutabakat ortamı sağlanmadan geleceğini sanmıyorum.


- Ya yeşilkart başvurusunun kabul edilmemesi? Bu dönüş için bir zorunluluk yaratır mı?

Ben o mesele hakkında gerçekten tam bilgi sahibi değilim, ancak Sayın Gülen dokuz senedir Amerika’da nasıl kalıyorsa öyle kalmaya devam eder. Hiç böyle bir zorunluluğu yok. Kaldı ki ben ABD’nin de böyle bir şey yapacağını sanmıyorum. ABD’nin direkt Meclise bağlı insan hakları komisyonu var. Son iki yıldır o komisyonun hazırladığı raporlarda Gülen’in adı Türkiye de mağdur olmuş bir insan olarak geçiyor.


- Ama Gülen’i ABD’de tutmayanlar da var, mesela neoconlar… Sizce neoconlar niçin haz etmiyor Gülen isminden?

Neoconların önde gelen isimlerinden bazılarının Türkiye’de bu ulusalcı denen kesimle birebir görüştükleri gizli bir şey değil. Arada bir etkileşim var. Bizim ulusalcılar onlara bir şey söylüyor, onlar da dönüyorlar ABD’de bir şey söylüyorlar.

TSK’YI YIPRATMAMAK LAZIM

- Sizce ulusalcılarla neoconların menfaatleri nerede birleşiyordur?

Adres vermiyorum, ama şu kadarını söyleyebilirim: Türkiye ne zaman belini doğrultmaya çalışmışsa belinin ortasına bir sopa yiyor. Bu sopayı dışarıdan birileri tutuyor içerdekiler de havaya kaldırıp indiriyor. Çünkü bu milletin seveni de var sevmeyeni de…


- Yeşilkart başvurusunda referans olarak CIA’den isimlere yer verilmesi için ne diyorsunuz? Ahmet Hakan diyor ki, “Eğer bu kendi fikri değilse, fikri ortaya atan adamın ‘cemaate sokulmuş gizli bir ajan’ olup olmadığı hakkında araştırma yapmalı...”

Bu benim çok iyi bilmediğim, bilmediğim için de fazla yorum yapmak istemediğim bir konu, ancak referans mektubunda kimlerin adının olduğunu gerçekten Sayın Gülen bilmeyebilir de… Çünkü Gülen’in bu camiayı en çok korumaya çalıştığı konu, bu yurtdışı bağlantısı meselesidir. Aslına bakarsanız ben zaten bu haberlerin de hususen el altında tutulup, beraat kararının havasını dağıtmak için servis edildiğini düşünüyorum.


- Yani tıpkı 30 Ağustos önceleri askeri hedef alan haberlerin servis edilmesi gibi mi?

Olabilir… Her 30 ağustos öncesinde maalesef bu tip bir yıpratma kampanyası açılıyor. Sanırım içerden de bu kampanyaya malzeme temin ediliyor. Bu da kurumu yıpratıyor, aslında herkesin TSK’yı kurum olarak yıpratmamak için hassasiyet göstermesi gerekir. Bu çok önemli.

AVRUPA’YA DEĞİL, ALTUNİZADE’YE GELİR

- Diyelim ki Gülen ABD’den çıkmak zorunda kaldı; Türkiye’ye dönmeyi de henüz erken bulduğuna göre öteden beri konuşulan Hollanda, Almanya seçenekleri gündeme gelebilir mi?

Avrupa’daki arkadaşların bunu çok istediğini biliyorum. Sadece Almanya’da 15 tane Türk okulu var. Avrupa’da pek çok diyalog merkezi var. Oradaki insanlar için en büyük hasret nedir; Sayın Gülen’in kendisini görmektir. Ancak bu istekten öteye gitmez, çünkü Gülen’in sağlığı buna el vermez. Yoksa o da bir okuluna gidip çocukların başını okşamayı istemez mi? Çok ilginçtir, Gülen yurtdışında açılmış tek bir okulu dahi görmedi.


- Yani eğer ABD’den çıkarsa geleceği yer Altunizade’deki evi?..

Evet, ama öyle bir şey olduğunda da ancak iki-üç gün sonra duyulur, “Gülen gelmiş, meğer evindeymiş” deme olasılığı çok büyük. Hayatına baktığınız zaman bir yerden ayrılması ve gelişi hep sessiz sedasız olmuş.


- Dokuz yıl önce ABD’ye giderken nasıl olmuştu?

En fazla 3-5 kişi. Dr. Kudret bey, yanında sürekli duran arkadaş, bir de yeğeninin eşi, artık evladı gibi olan Cevdet bey… Bir de herhalde biletleri alanlar biliyordu. Hiçbir zaman gösteriş yapmamış. Zaten o yüzden en ağrına giden de Humeyni benzetmesi oldu. Humeyni İran’a kendi kafalarındaki rejimi kurmak için döndü, ama Sayın Gülen bir yere giderse orada bir gönül vardır, o gönle girmek için gider.


- Peki ama o zaman soru şu: ABD’ye hangi gönüle girmek için gitmişti?

Ben sessiz sedasız gidişi için söylüyorum bunu…

HER TAŞIN ALTINDAN CEMAAT ÇIKIYORSA BELGELESİNLER

- Anayasa Mahkemesi’nin 367 ve türban kararı, Başsavcı’nın açtığı kapatma davaları… Biliyorsunuz bunlar bir kesim tarafından “yargı darbesi” olarak tanımlandı ve bu kararların asker vesayeti altında alındığı söylendi. Şimdi bu yorumu doğru kabul edersek, o zaman hakkındaki beraat kararını onayan Yargıtay Ceza Kurulu’ndaki hakimler için de Fethullahçı diyebilir miyiz?

Bir kere bizim camia olarak yargıya bir tavrımız olmadı. Ama tabii şunu de inkâr edemeyiz; Asker yaptıklarıyla, Türkiye’de 367 meselesiyle başlayan bu tartışmanın muhatabı olmayı hak ediyor. 28 Şubat süreci yaşamışız, arkasından ortaya bir 27 Nisan bildirisi konmuş. Eğer demokrasiden yanaysanız 27 Nisan muhtırası için de bir şey söylemek zorundasınız.


- Elbette söyleyelim, ama madem Anayasa Mahkemesi kararlarıyla 27 Nisan arasında bir bağlantı kuracağız, o zaman Gülen hakkında dava açan Savcı’nın birden alem kasetlerinin ortaya çıkması ya da Gülen’in beraat kararını temyiz eden bir başka Savcı’nın küfürlü konuşmalarının Youtube’a düşmesi arasında da bağlantı kurmamız gerekmez mi?

Mantıken söylediğiniz doğru, ama ben de şunu söylüyorum: Askerin muhtırası Genelkurmayın internet sitesinde var. Peki o savcılarla ilgili kayıtların cemaatin içinden insanların yaptığına ilişkin kanıt var mı? Bizim istihbarat organlarımız ciddi bir devletin istihbarat organları. Eğer her taşın altından bu Gülen cemaati çıkıyorsa bunu neden belgelemiyorlar? Haydi Emniyet’te kadrolaşma var deniyor, MİT ya da Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nın bunun belgesini bulması gerekmez mi?


- Yalnız kaç tane rapor yazıldı; 1992 tarihli raporda örgüt lideri dendi,1996’daki MİT raporunda totaliter rejim özlemcisi dendi, 1994’teki Jandarma raporunda PKK’dan bile daha tehlikeli dendi?..

Ama o raporları yazanlar da hep bu camiaya hasım insanlardı. Hiç ortaya objektif kriterler koymadılar. Kaldı ki Yargıtay’ın kararıyla bunların hepsi hükümsüz oldu. Bunların hepsi iddiaydı üç tane üst üste beraat kararıyla bunların hepsi havada kaldı.

BİZ “SİYONİSTLER” DERDİK, ULUSALCILAR DA “GÜLENCİLER” 

- O zaman sizce neden bir dinleme olduğunda hemen gözler cemaate çevriliyor?

Bu tıpkı bizim gençliğimizde ne olursa olsun hemen “Yahudiliğin, Siyonizm’in, masonluğun yaptığı bir şey” dememize benziyor. Böyle dediğinizde hiç araştırmanıza bile gerek kalmıyordu, çünkü bunu nasıl ispatlayacak masonlar; her seferinde çıkıp mason derneği “Biz yapmadık” mı diyecekti? O yüzden Türkiye’de milliyetçi muhafazakâr insanlar 1960’ların sonundan itibaren olan her şeyi Siyonizm’e, masonluğa bağladılar. Şimdi de bu kolaycılıkla ulusalcılar kimden rahatsız oluyorlarsa kime bir şey söylemek istiyorlarsa “Gülen cemaati”ne bağlıyorlar. Üstelik bu iddialarla bir sürü tekzip, mahkeme kararı var.


- Peki özellikle askeri ve ulusalcıları hedef alan bu bilgi-belge sızdırmalarını ya da ortam dinlemelerini sizce kim yapıyordur?

Ben bazı tip çalışmaların ordu içersindeki liberal demokrat insanları da rahatsız ettiğini düşünüyorum. Zaten Taraf gazetesi de söylüyor, “Biz belgeleri askerin içersindeki darbeye karşı olan insanlardan alıyoruz, Gülen cemaatinden değil” diyor.


- Sonuç olarak “Orduda, emniyette, bürokraside cemaatten kimse yok, oralarda bu harekete sempati duyan bulamazsınız” mı diyorsunuz?

Benim böyle bir soruya cevap verebilmem için hem camianın içersindeki herkesi, hem de devletteki herkesi teker teker tanımam lazım. Bu mümkün mü?

Kadrolaşma için ne gerekir; bir yerden talimat alınıyor olması… Peki var mı böyle bir talimat veren, talimat alan? Varsa belgelendirilmesi lazım.

ARTIK TELEFONDA EŞİMİZE “ŞEKERİM” DEMİYORUZ

- Siz de dinleniyor olabilir misiniz?

Ben dinlendiğimi tahmin ediyorum, ama dinlenmeye başlayalı herhalde 10-12 sene olmuştur. Tabii ben şöyle rahatım; neyimi dinleyecekler. Gizli saklı bir şeyi olan insanlar dinlenmekten rahatsız olurlar. Sadece eşimle konuşurken bazı sözlerime dikkat ediyorum, o kadar… (Gülüyor) Ona da tembih ediyorum, biraz resmi konuşuyoruz yani.


- “Canım” demiyorsunuz yani telefonda?..

Onu diyorum da belki “şekerim” demiyorum… Daha esprili, daha samimi konuşmuyorsunuz haliyle…

ŞENER AKP’Yİ PARÇALAMAYA KALKARSA ERKEN SEÇİM OLUR

- Sizce bir erken seçim olma olasılığı ne kadar?

Bence erken seçim son çare olarak görülüyor. Yani kapatma olsa ve siyaseten 30–40 milletvekili yasaklı hale getirilse bile AKP’nin yine tek başına çoğunlukta olan bir grubu var demektir. Yeni bir parti ismi altında birleşirler ve Cumhurbaşkanı da tekrar o parti içinden birine hükümeti kurma görevi verir. Normal olanı budur. Ama inatlaşmaya gidilirse, Erdoğan hedef seçilip, parti üzerinde birtakım zorlamalar olursa, mesela AKP’nin içersinde 40-50 kişi üzerinde oynayıp, Abdüllatif Şener’e yeni bir parti kurdurup, siyaset parçalanmak istenirse, o zaman ortalık çok karışır ve bir erken seçime gidilir.

10 MADDEDE “AKP NE YAPMALIYDI?”

- Siyasi krizin bu noktaya gelmesinde AKP’nin suçu var mı sizce?

Suçu demeyelim de yanlışları var tabii… Çünkü siyaseten yüksek oy almanız mutabakat arayışına girmeme hakkını da almanız anlamında değildir. Öyle bir hak yok. Tam tersine yüzde 90 oy da alsanız size destek vermeyen o yüzde 10’u anlamaya çalışmanız lazım. Yani onların burnunu mu sürteceksiniz, yoksa kendinizi onların yerine koyup empati mi yapacaksınız?


- Sizce ne yapmalıydı AKP; madde madde nasıl sıralarsınız?..

1-Alevilerin Cem evleriyle ilgili taleplerine müspet yanıt vermeliydi. 2-Güneydoğu bölgesinin demokrasi içinde kalan kimlik taleplerini yerine getirmekte hızlı davranmalıydı. 3-AB sürecinde daha kararlı daha ısrarlı olmalıydı. 4- Yeni anayasa çalışmasını yaparken daha kucaklayıcı olmalıydı. 5-Başbakan, 22 Temmuz akşamı laik kesime yönelik balkondan yaptığı konuşmanın gerisini getirmeliydi. Üstelik yüzde 47’nin içindeki insanlar da buna çok hazırdı. 6-İmam hatip ve türban konusunda bir hassasiyet olduğuna göre dönüp dolaşıp bu mevzuları gündeme sokmamalıydı. Bugün AKP’liler bile “İspanya’daki konuşma yanlış oldu” diyor. 7- İmam hatip liselerini Anadolu lisesi seviyesine ve daha sınırlı sayıya çekebilirdi. 8- Din dersleri zorunlu olacağına, dinini daha iyi öğrenmek isteyenler için seçmeli olmalı. 9- Mahalle baskısı konularında sivil toplum kuruluşları ve hükümetler sıkı dururlarsa öyle bir baskı olmaz. O yüzden daha sıkı durmalıydı. 10- Kamuda çalışanlar türban takmasın dersem kendimle çelişmiş olurum, ancak karşı taraf buna büyük tepki gösteriyorsa ısrar etmenin de anlamı yok. Ülke yönetmek toplumsal mutabakatın aranmasıyla kolaylaşan bir şeydir. Mutabakat olmadan yine yönetirsiniz, ama kaş yararsınız, göz çıkartırsınız.

CEMİL ÇİÇEK YANLIŞ ANLAŞILDI
 - Fethullah Gülen Gül’e mi yoksa Tayyip Erdoğan’a mı daha yakın?

Sayın Gülen geçmiş döneminde hükümette görev alanların hepsine saygılı oldu. Sayın Ecevit’le de arası iyiydi, Çiller’le de iyiydi. Zaten bu konuda Gülen’in çok önemli bir sözü vardır; “Biz bütün partilere eşit uzaklıkta değil, bütün partilere eşit yakınlıktayız” der. Yaklaşımı böyle olan biri Başbakan ya da Cumhurbaşkanı makamındaki insanlara neden bir ayrım tavrı sergilesin ki…


- Cemaat neden Cemil Çiçek’ten haz etmiyor?

Cemaatin öyle ortak bir tavrı yok, ama sıkıntı şöyle meydana getirildi: Sayın Çiçek Adalet Bakanı’yken terör tanımı ile ilgili değişikliklerde toplumsal mutabakatı aramak adına meseleye biraz mesafeli durdu. Zannediyorum o mesafeli duruş bazılarınca karış duruş olarak anlaşıldı, ama Çiçek’in Komisyon’da bunu gündeme aldığına ben gazeteci olarak tanığımdır.

Tabii bunu AKP içinde Cemil Çiçek’i yıpratmak için söyleyenler de oldu. Biraz da sanırım Cemil Çiçek’in Anavatan’dan gelmiş olması etken.


- Mücadele Birliği’nden gelme olduğunuz için cemaatte kimilerinin de sizin hakkınızda “Bizden sayılmaz, aramıza sonradan girdi” dediğini duyduk?..

Ben Sayın Gülen’i 1980’den beri tanıyorum. Bir şeyin içinde mi dışında mı olmak için 28 sene bir şey ifade ediyorsa eğer, ona göre karar verilsin. Ayrıca madem Mücadele Birliği kökenli biriyim, o zaman Zaman gazetesinin yayın yönetmenliği niçin bana verilmiş? Yalova’dan taşınmamakta ısrar etmeseydim bu görevim bir süre daha da devam ediyor olabilirdi.


- Cemaatin içinde bu tip “bizden”, “sizden” klikleri mi var?

Aslında Sayın Gülen bu camiaya “cemaat” denmesinden dahi rahatsız. O “gönüllüler hareketi” ifadesini tercih ediyor. Dolayısıyla “bizden biri” lafı bu tarife göre zaten ortadan kalkıyor. İsteyen girer isteyen çıkar, aforoz yok. Oysa Mücadele Birliği’nde liderin (Aykut Edibali) tasvip etmedikleri için halk mahkemesi gibi bir şey kurulur ve o insanla selamlaşmak bile yasaklanırdı. Bu hareketin böyle bir şey olduğunu ise ancak Sayın Gülen’i iyi tanımayanlar söyleyebilir. Ama ben işin özünü biliyorum. O yüzden önümüzdeki yıllarda bu camianın paylaşma konusunda da insanları şaşırtan işler yapacağına inancım tam. Hatta onlara kulp takılacak kadar ileri götüreceklerdir paylaşmayı… Yani, falanlarla filanlarla iş yapıyorlar, dahi denecektir…

CAMİAMIZ ZAN ALTINDA KALMAKTAN KURTULDU     

 - Beraat kararının onanması cemaati nasıl etkiledi?

Çok rahatlattı. Töhmetten, zan altında olmaktan kurtulmuş oldular. Yani bugün artık o insanlar bir şeyle sıkıştırıldıkları zaman “Bakın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı” diyebilecekler.


- Bu durum mevcut çalışmaları nasıl etkiler?

İnsanlar artık daha bir şevkle, heyecanla, kendilerine daha çok inanarak, güvenerek hizmet ederler.


- Bu da cemaatin artık daha da mı güçleneceği anlamına gelir?

Oradaki gücün bir cemaat gücü olarak tasvir edilmesini ben doğru bulmuyorum, çünkü bu insanlar ne yapılarsa birbirlerinden habersiz yapıyorlar. Yani bu camiayı tek merkezden yönetilen bir şey gibi görmek doğru değil. Oysa Gülen cemaatiyle ilgili şöyle bir algılama var: Tek merkezden yönetiliyor, talimatlar gidiyor, 25 milyar dolar paraları var, vs… Bence İstiklal harbinde Türk milletinin maddi desteği ne ise, bugün bu okullara yapılan destek de odur.

İster kabul edilsin, ister edilmesin, ama çok net bir şey var; bu sadece bir Türkiye projesi değil, bu bir insanlık projesi. İnsanları da motive eden dünyada din diye bir olgu var. Bazı insanlar bunun içine hiç girmemiş olabilirler, ama empati yapılması, bu insanların artık anlaşılması lazım.

TARAF’LA İLİŞKİMİZ VARSA O SON SORU NASIL OLUYOR?

 - Taraf gazetesiyle Gülen cemaati arasında ilişki kurulmasına siz ne diyorsunuz?

Diyorum ki, bir tek örnek verilmesi lazım. Ama mesela ben tam tersi yönde şu örneği verebilirim: Taraf gazetesinde dindar insanları rahatsız edecek çok haber var. O arka sayfada ünlülere “Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?” diye bir şey soruyorlar ve genellikle o soruda alayvari şeyler var. Ne Allah’ı, ne peygamberi, ne cenneti diye cevaplar veriliyor. Şimdi aramızda nasıl ilişki oluyor, ben anlamıyorum ki… Ama şu ilişki kurulacaksa, evet Zaman gazetesi de demokrasiden yana tavır koyuyor, Taraf gazetesi de…

AKREDİTE OLMAMAK AĞRIMA GİDİYOR

- “Gülen cemaatinin Amerika’yla ilişkisi var, Türkiye’yi ılımlı İslam ülkesi yapmak istiyorlar, orduyu etkisizleştirmek istiyorlar” ya da “Gülen gönüllüleri Türkiye’yi tanıtmak istiyor, dünya çapında bir hoşgörünün temelini atmak istiyor.” Şimdi bu ikisinin arasında dağlar kadar fark var. Ne olacak, ne zaman birinden biri bitecek?

Tek bir yolu var, Türkiye’nin demokratikleşmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve herkesin yargılanabilir olması. Mesela Gülen cemaati orduyla uğraşıyor diyorlar, ama çok rica ederim diyelim ki ben Mehtap televizyonunda Taraf gazetesinin bu manşetini alıp, Silahlı Kuvvetleri eleştirdim, ama ben şimdi askerle uğraştığım için mi bunu yaptım? Andıçı, muhtırayı, darbeyi, akreditasyon meselesini ben mi uyduruyorum? Elbette Silahlı Kuvvetler yıpratılmasın, ama kim yıpratıyor? Mesela Silahlı Kuvvetler beni niye akredite etmiyor? Ben askerimiz için bir tehdit değilim. Ya da tehditsem, neden tehdit olduğumu açıklasınlar. Ben Çankırı Astsubay Okulu’nda bir yıl astsubay öğrencilerine fizik öğretmenliği yaptım. O zaman tehdit değildim, değiştim tehdit mi oldum yani? Bu benim çok ağırıma gidiyor, ben niye akredite değilim? Orada öyle akredite olmuş insanlar var ki yani onlar zararsız da ben mi zararlıyım?

ORTAM BÖYLE OLMASA O ANKETE OY YAĞMURU OLMAZDI

- Fethullah Gülen’in “ilkokul mezunu bir emekli vaiz” olmasına karşın, saygın dergilerden Foreign Policy'nin anketine göre dünyanın yaşayan en büyük entelektüeli çıkması tartışma yarattı; siz ne diyorsunuz?

Şimdi ben Sayın Gülen’i ilkokulu dışarıdan bitirttiği için hafife alanlara sadece şunu söylemek isterim: Onun hakkında fıkıh hocası Prof. Dr. Faruk Beşer “Gülen’in Fıkhını Anlamak” diye bir kitap yazdı. Yani bir profesör eğer Sayın Gülen’i bir alim diye nitelendiriyorsa onun ilkokul mezunluğunu, emekli vaizliğini söylemek bilime karşı tavır almak olur, bir. İkincisi Sayın Gülen’in doktora seviyesindeki ilahiyat fakültesi öğrencilerine ders verdiğini ben biliyorum.


- Ama Yeşil Kart başvurusunu değerlendiren ABD’li yargıç Stewart Dalzell de diyor ki, “Gülen’in akademik bir vasfı yoktur, hakkındaki yazılar da hep kendi sponsorluğundaki konferanslarda dile getirilmiştir.”

Ama bu o akademisyenlere büyük hakaret. Hiçbir akademisyen bir konferansa katılıyorum diye, yol masrafları için 500 dolar verildi diye böyle bir şey yapmaz. Kaldı ki biz zaten Gülen’in bir akademisyen olduğunu savunmuyoruz. Gülen bir akademisyen değil, Gülen bir entelektüel.

Ayrıca Gülen’in kendisi de “Başkalarının birisini birinci, ikinci, üçüncü yapması çok önemli değil. Ama bu kadar baskı altındaki bir insana oylarla böyle destek verilmesi de bir kadirşinaslık örneğidir” diyor. Gülen’in kendisi bu anketi bir ölçü olarak almıyor.


- Anket haberi Zaman gazetesinde çıktıktan sonraki oy yağmuruna ne diyorsunuz?

Bence böyle bir ankette bu şekilde oy kullanılmasa daha iyi olurdu. Ama şimdi bakınız, bir insan töhmet altında suçlanıyor, bir dergi de onu ilk yüzün içerisine almış, aday göstermiş ve onu seven insanlar ona desteklerini göstermek istiyorlar. Onun entelektüelliğini onaylamaktan ziyade desteklerini göstermek istiyorlar. Yani Türkiye’de böyle bir ortam olmasa Sayın Gülen ile ilgili kimse de böyle bir şeyin içerisine girmek istemezdi. Sırf “Seni seviyoruz hocam, seni desteklediğimizi bil” diyorlar yani. 

GERGİNLİK GÜLEN’İN TANSİYONUNU 18’E ÇIKARDI

- Gülen’in (67), tansiyon ve şeker hastası olduğunu, günde 15-20 ilaç içtiğini biliyoruz, ama son durumu nasıl?

Bir ay önce gittiğimde, önceki gidişlerime göre daha rahatsızlandığını gördüm. Sanırım Türkiye’deki gerilim onun tansiyonunu çok etkiliyor. Zaten kendisi de söyledi, “Türkiye’deki olaylar benim tansiyonumu etkiliyor” dedi. Mesela biz sohbet için rica ettik, kırmadı, bize bir konuşma hazırlığı yaptı, fakat o esnada “Sanki benim tansiyonum yüksek” dedi. Hemen doktoru Kudret Bey tansiyonunu ölçtü, büyük 18, küçük 10 çıktı. Bunun üzerine özür diledi ve konuşamadı. Yine mesela daha önce gittiğimde öğle yemeklerini birlikte yiyebiliyorduk, ama bu sefer o da olmadı


- Hâlâ şeker iğnesi oluyor mu?

Günde üç kez kendi yapıyor. “Karnımda bazen vurulacak yer kalmıyor, sırayla dizlerimin üstüne vuruyorum” dedi. Gecede iki saatten fazla uyumuyormuş. O da parça parça… Ama artık bünyesi buna alışmış.


- Ziyaretçileri çok mu?

Tam tersine, sağlık sebebiyle çok sınırlı. Sayın Gülen’le ilgili en riskli durumlardan biri grip olmuş bir ziyaretçinin gelmesi. Gribi başkası bir haftada atlatıyorsa Gülen’inki 20 günde ve çok ağır geçiyor.

3N+1K: “1.55” KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ

KİM:Hüseyin Gülerce 1950, Edirne-Keşan doğumlu. Dedesi tüfekçi binbaşı olarak 20 yıldan fazla Yemen’de görev yaptı. (Gülerce’nin babaannesi Yemenli.) Dededen gelen ve babasının uzatmalı onbaşılığı sırasında hane içinde devam eden asker sevgisi Gülerce’yi de etkiledi. Subay olmayı çok isteyen Gülerce 1965’te Kuleli Askeri Lisesi’nin test sınavını 3’cülükle kazandı. Ancak o yaşta boyu henüz 1.55 metre olduğu için liseye kabul edilmedi. Öğretmen olmaya karar veren Gülerce, İÜ’nün Fizik-Matematik Bölümü’nden mezun oldu. Siyasetle de ilk orada tanıştı. Metin Toker’in “Sağın Dev-Genç’i” diye tanımladığı Mücadele Birliği’nin 1969’da çıkardığı Yeniden Milli Mücadele dergisinin Ahmet Taşgetiren’le birlikte ilk yazarlarından biri oldu. Ancak Birlik dağılınca 1977’de Yalova Lisesi’nde fizik öğretmeni olarak çalışmaya başladı. 1983’te istifa edip, ANAP’tan adaylığını koydu. Seçilemeyince yine Yalova’da dershane açtı. 1989’da Zaman gazetesinin yöneticisi Abdullah Aymaz’dan yazarlık teklifi aldı. Zaman’ın tirajını artırmaya yönelik Anadolu’da pek çok konferans verdi. 1994-1998 yıllarında gazetenin genel müdürü ve genel yayın yönetmeniydi. Evli, üç çocuk babası olan Gülerce koyu Galatasaraylı.


NEDEN:
Fethullah Gülen hakkında konuşmak için en iyi isimlerden biri Hüseyin Gülerce… Neredeyse 30 yıldır birbirlerini tanıyorlar. Gülen’i ABD’de en son ziyaret edenlerden biri. Zaman’daki yazılarının çoğu “Demek Hoca böyle düşünüyor” dedirtecek kadar Gülen’in söylemleriyle paralel. Gülerce’nin bir diğer özelliği de fikirlerini anlatırken bağırıp çağırmaması, ama açık sözlü olması. Camiasının AKP’yi eleştirmekten çekinmeyen isimleri arasında yer alır.


NE ZAMAN:
27 Haziran, Cuma günü.


NEREDE:
Önümüzdeki haftadan sonrayıkılacak olan Elmadağ’daki Divan Oteli’nde.