Biz “Bu ülkede kitap satmıyor" diye yakınırken, bir kitap dört yılda 26 baskı yaptı: Okura şiir kitabı olarak sunulan “Kayıp Kentin Yakışıklısı"... Yazan: Yılmaz Erdoğan. Ne var ki, şiirden anlayanlara göre, ortada “şiir" yok!
ŞAİR GÖZÜYLE “YILMAZ ERDOĞAN ŞİİRİ"
“Şair olma konusunda hiç umut yok!"Metin CengizŞimdiye dek hiçbir şairle bu kadar ilgilenmeyen medya, aradığı şairleri bulamayınca kendi şairlerini yarattı. Yalnız Yılmaz Erdoğan değil, başkaları da var, bu kategoriye giren: İbrahim Sadri örneği... İbrahim Sadri’nin şiirleri Attila İlhan kopyası, çok kötü manzumlar. Onunla Yılmaz Erdoğan arasında hiçbir fark yok.
Erdoğan’ın yazdıkları şiir falan değil, manzume. Şiirle manzume arasındaki farka gelince... Şiir bu kadar yaygın olmaz. Dünyanın hiçbir ülkesinde şairler bu kadar yaygınlık kazanamamıştır. Klasik bir şair bile yılda bin-iki bin ancak satar. Yılmaz Erdoğan, kitabına yirmi altı baskı yaptıran okuyucusunu Mükremin karakteriyle yakalıyor. Bu kadar çok baskı yapmış olmasının başka bir izahı mümkün değil. Mükremin tiplemesiyle yakaladığı kitle ve okuru aynı. Zaten biz onlara şiir okuru değil “izler çevre" diyoruz.
“Şiir yazmasaydı Türk şiiri ne kaybederdi?"Hulki AktunçYılmaz Erdoğan’ın kitleye dokunduğu noktalar var. Bir, gülmece anlamında dokunuyor, çünkü gülmece dergilerinin bu açılımından geliyor. Gırgır, Hıbır, Leman... Erdoğan buralara değip geçmiş bir arkadaş. İki: Tiyatro. Tamamiyle tuluata dayalı, daha kitlesel olan bir sanat olarak tiyatro.
Bence yazdıkları, güzel metinler ve içinde halkın dilde görmek istediği zekâ oyunları var. Şiir dendiği zaman ister eleştirin ister doğru bulun, benim aklıma gelen bir Turgut Uyar olur. Şöyle bir acımasız soru var, derler ki size bir şair olarak, “Eğer sen şiir yazmasaydın Türk şiiri ne kaybederdi?" Acımasız, gaddar bir sorudur. Maalesef ve iyi ki, biz böyle bir soruyla karşı karşıyayız. Erdoğan’a kesinlikle sevgim ve saygım var ama bununla birlikte o da kendisine bu soruyu sormuştur ya da soracaktır: Yılmaz Erdoğan’ın şiiri olmasaydı, Türk şiiri ne kaybederdi? Hepimizin karşısında duran bir soru bu. Sözgelimi bir Ece Ayhan olmasaydı, Türk şiirinin ne kaybedeceğini biz hepimiz şöyle böyle biliyor ya da kestirebiliyoruz.
“Savruk ve özensiz bir dili var"Melisa GürpınarYılmaz Erdoğan’ın yazdığı şiirlere bakarak ve belki de inatla yazacağı şiirlerin gelişimini düşünerek, ona “şair" dememek olanaksız. Hatta fazlasıyla şair yaradılışlı ve her şairde rastlanmayan coşkulu bir yapısı var. Hüznün ve neşenin harmanlandığı bir şiirsellik bütün üretimine ve davranışlarına sinmiş. Ama Yılmaz Erdoğan’ı kendisiyle yarışan bir şair olarak nitelemek daha doğru bir yaklaşım olur. Eser halinde bir Cemal Süreya ironisi, Attila İlhan dokunaklılığı ve aşırı dozda Ümit Yaşar duygusallığı göze çarpıyor şiirlerinde. Gençlik, göçebelik ve çekingenlik, üst üste basılmış bir fotoğraf gibi duruyor fonda. Şiiri en çok da kendisine benziyor aslında. Dizeleri, tedirgin, aceleci, kalender, içten, alaycı ve hırslı bir insanı yansıtıyor. Politik göndermeler de cabası.
Bir şairin şair olarak kabul edilmesinde okurların daha belirleyici bir payı var. Bir kitabın çok satması, “tescil" anlamına da geliyor. Biz bu genç nüfuslu Türkiye’de, yeni kentlileri, yeni zenginleri yani o kaypak burjuva zeminini ve onun daha alt katmanlarını, nasıl ve hangi kültür politikalarıyla eğittik ki, şimdi ondan sağlıklı, seçici eğilimler bekliyoruz sanatın her alanında?
“Erdoğan’ın şiiri sosyolojik vaka"Haydar ErgülenYılmaz Erdoğan şiiri her şeyden önce “sosyolojik bir vakaödır. Tiyatroda gösterdiği başarıyla eşzamanlı olarak, sanıyorum tek şiir kitabı olan “Kayıp Kentin Yakışıklısı" da bir satış başarısı yakalamıştır. Bu başarıda şiirden çok, Yılmaz Erdoğan adının etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir şiir kitabının bu kadar kısa sürede çok satması, üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir. İbrahim Sadri’nin şiir kasetlerinin çok satmasıyla Yılmaz Erdoğan’ın şiir kitabının çok satmasının nedeni bence aynı: İkisi de şiirden çok “şiirsel metinölerden oluşuyor. Aforizmalara, veciz sözlere, akılda kalıcı cümlelere yaslanan, “delikanlı" bir hüzün ve ironinin tutturulduğu, bu yüzden de hedef kitlesini kolayca bulan ve “yürekten vuran" şiirsel metinler. Öte yandan, doğrusunu söylemek gerekirse, “şiir alemi" hayli muhafazakardır, bu kadar çok baskı yapan ve satan şiir kitaplarına şüpheyle bakar. Ben de öyle bakıyorum. İyi şiir okurunun sayısının az olduğunu biliyoruz. Eğer böyle olmasaydı Türk şiirinin Dağlarca’dan Melih Cevdet’e, Ece Ayhan’dan İlhan Berk’e, Edip Cansever’den Turgut Uyar’a büyük ustalarının kitapları da Erdoğan’ın kitapları kadar çok satmaz mıydı? Eğer bu şiirin on binlere varan okuru, iyi şiire susadıysa, Yılmaz Erdoğan’a gösterdiği ilgiyi bu ustalara da göstermesi gerekmez miydi? Yılmaz Erdoğan’ın şairliğine bir itirazım yok, ama bu meselenin onu da düşündürmesi gerekiyor. Çünkü şiir, o niyetle yazılmasa bile, gerçek değerini zamanı aştığı ölçüde bulur. Ustalardan öğrendiğimiz de budur.
ELEŞTİRMENLER NE DİYOR?
‘‘İkinci el duyarlık, akortsuz sesler..."Mustafa ÖneşYılmaz Erdoğan, kitabında kasaba delikanlısının yaşamöyküsünü canlandırıyor. Çocukluk yıllarının ezikliği içinde, iyimser olmaya çalışsa da çevresine bulanık bakan, sıradan yerli film tiplemelerine uygun biri bu. Yer yer damıtık argo ve arabeskle renklendirilmiş söylemi, şiirin gerektirdiği inceliklerden yoksun, hatta şiire ters düşmekte. İmge seçimi özensiz, artlarında bırakabilecekleri akortsuz sesler, bozuk görüntüler umursanmadan, “Ben yazdım, oldu" havasında sözcükler yanyana dizilmiş. Yaslandığı duyarlıklar çoğu kez dolaylı (“ikinci el" de denilebilir). Dizeleri genellikle düzyazı yoğunluğunda. Onları daha ağırlıklı, etkili, özgün kılmak istediğinde, kendi sözleriyle söylersek, “Türk Dil kurumu’na inat bir Türkçeyle" dili bozuşturmakta: “adam gibi hasretleri özlemeye başladım", “hayret, hasret biraz da", “yasak baktın nikotin sıcağıma", “ben hicaz olurum/.../ ziyan olurum", “hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran", “yazık bir nakarat bırakıyorum sana", “kitabın en sır satırını"... Örnekler çoğaltılabilir. Ayrıca bir şiirde, herkesin bildiği atasözü, “denize düşen yılana öykünür" biçiminde değiştiriliyor, öbüründe benzetme yapılırken “sülalesi Kandilli" gibi aşağılayıcı bir deyim kullanılıyor. Her şeye karşın, ortaya koydukları, dile özen gösterse, yeterince zaman ayırsa daha iyi şiirler yazabileceği izlenimini uyandırıyorsa da, 26. baskıya ulaşmış şiir kitabında hala dizgi yanlışlarına rastlandığına göre, yazarın şiire ne gözle baktığını kestirmek güç olmasa gerek.
“Şair olabilme ihtimali var"Gökhan CengizhanYılmaz Erdoğan’ın bir edebiyatçı kimliği yok. Şiir kitabının yirmi altı baskı yapmış olması tiyatroculuğunun, stand-up’cılığının getirdiği artılarla ilgili. Şiirlerinde belli duyarlılıklar var. Tamamen şiir dışı demiyorum. Yazdıkları bence belli bir düzeyde. Bugün Türkiye’de birçok insan onun yazdığı gibi şiirler yazabilir ama onların böyle bir tiraja ulaşma şansları yok. Edebiyat bilinciyle yazarsa Erdoğan’ın “şair olabilme ihtimali" var.