Ayhan Aktar'a göre "Salkım Hanımın Taneleri" adlı filme konu olan Varlık Vergisi
Doç. Dr. Ayhan Aktar ile "Salkım Hanımın Taneleri" adlı filmi ile tekrar kamuoyu gündemine gelen İkinci Dünya Savaşı yıllarında uygulanan "Varlık Vergisi" olayını konuştuk. Aktar, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.
*Salkım Hanımın Taneleri filmi vesilesiyle Varlık Vergisi tekrar gündeme geldi. Varlık Vergisi olayı ve Cumhuriyet tarihi içindeki yeri nedir?
İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkemizde uygulanmış olan Varlık Vergisi sıradan bir vergi değildir. Kökleri, 1912 - 1918 yıllarında, İttihat ve Terakki iktidarında atılmış ve uygulanmış olan "Türkleştirme" politikalarının bir devamıdır. Burada Türkleştirme politikalarından kasıt, konuşulan dilden okullarda öğretilen tarihe, ticari hayattan
devlet kadrolarında kimin istihdam edileceğine kadar toplumsal hayatın her boyutunda, Türk etnik kimliğinin ve bunu benimseyen insanların egemenliğini ve ağırlığını yerleştirme çabasıdır.
Dolayısıyla, Varlık Vergisi, 6 - 7 Eylül olayları ve 1964 yılında Kıbrıs krizi dolayısıyla İstanbul Rumlarının sınırdışı edilmeleri ile birlikte ele alınmalıdır. Bu politikaların sonucunda, 1927 yılında gayri müslim azınlıkların oranı toplam nüfus içinde
yüzde 2,78 iken, günümüzde yaklaşık yüzde 0,50 seviyesine düştü. Bu açıdan, Varlık Vergisi'ne tamamen azınlık karşıtı özellikleri ağır basan bir politikadır diyebiliriz.
*Varlık Vergisi hangi tarihi şartlarda çıkarıldı? Savaş vurgunculuğuna, karaborsaya tepki payı da var mı?
2. Dünya Savaşı patladığında Türkiye bir milyon askeri silah altına aldı. Böylece tarımdaki faal nüfusunun önemli bir kısmı üretimden çekilmiş oldu. Tarımsal malların üretimi düştü. Ayrıca Avrupa'nın ve Akdeniz'in bir savaş alanı olması, ithalatı zorlaştırmış ve büyük şehirlerde mallar karaborsaya düşmüştü.
Savaşın başından itibaren Milli Şef İsmet İnönü yönetimi, artan devlet masraflarını para basarak karşıladı. Örneğin, 1938 yılında 219,4 milyon olan para arzı, 1942 yılında 765 milyona yükselmişti. Aynı dönemde fiyatlar da yüzde 350 artmıştı. Enflasyonist ortamda her tüccar, malını en yüksek fiyattan elden çıkarmayaççalışır. Bu nedenle, Ankara yönetiminin yakındığı karaborsa ve vurgunculuk olaylarını, bu enflasyonist ortamın doğal sonucu olarak görmeliyiz.
Enflasyona çare aranırken, savaş kazançlarını vergilendirme fikri akla geldi. İstanbul basınında, yüksek enflasyon ve düşük ithalat sonucu ortaya çıkan karaborsadan gayri müslim tüccarların yararlandığı vurgulanmaya başlandı. 1942 yazında, gayri müslimleri hırsızlık, karaborsacılık ve vurgunculuk fiilleri ile ilişkilendiren haberler öneççıkarıldı. Mizah dergilerinde ise azınlıkları aynı şekilde hicveden karikatürler yayımlandı. Psikolojik ortamın hazırlanmasında basın önemli bir rol oynadı.
*Kimin, ne kadar vergi ödeyeceği nasıl tespit edildi? Sadece zenginlerden mi toplandı?
Varlık Vergisi Kanunu toplam bütçe gelirlerinin yaklaşık üçte birinin, yani yaklaşık 315 milyon liranın en geçç30 gün içinde toplanmasını hükme bağlıyordu. Kimin ne kadar vergi ödeyeceği ise sözde bağımsız komisyonlar tarafından belirlenecekti. Ancak, komisyonlara itiraz yolu kapalıydı.
Verginin sadece zenginlerden toplandığı iddiası resmi görüşe yakın kimselere attir. Bu iddia, sadece Müslüman - Türk unsur için geçerlidir.
Evet, zengin Müslüman - Türk tüccar da vergi ödedi. Ama, 62.575 mükellefin sadece yüzde 7'si bu kesimdendir. İstanbul Defterdarı Faik Ökte anılarında, bazı gayri müslimlere Türk - Müslüman mükelleflerin ödeyeceğinin on misli fazla vergi salındığını anlatır. Bu arada, vergi alınan azınlıklar içinde şöför, mavnacı, sekreter, işçi ve hademe gibi işlerde çalışan yaklaşık 26,000 civarında dar gelirli ve yoksul insanlar da vardır. Mükelleflerin yüzde 87'sinin gayri müslimlerden oluşması da bu uygulamanın "azınlık karşıtı" niteliğini açıkca göstermektedir.
*Azınlık derken gayri müslimlerden mi söz ediyorsunuz? O dönemde azınlıklar nasıl algılanıyordu?
Bu ülkede yüzyıllardır yaşayan Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden bahsediyorum. Tabii ki Selanik Dönmelerini ve Levantenleri de ilave etmek lazım. Tek Parti yönetimi, bunların dışındaki herkesi Türk kabul ediyordu. Varlık Vergisi, milliyetçilik anlayışının deşifre edilmesinde önemli bir mihenk taşıdır.
Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu vergiyi şöyle savunmuştur: "Bu kanun bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz!"
Ayrıca Saraçoğlu bu ülkede yüzyıllardır yaşayan gayri müslim vatandaşlarımızdan bahsederken onlar için "misafir" terimini kullanmıştır. Bu yaklaşımda, gayri müslimleri "biz"den kabul etmeyen ve onları "diğer" kategorisine hapseden bir boyut vardır. Sanki onların varlıklarına kerhen tahammül edilmektedir. Misafir teriminin, Osmanlıların gayri müslim azınlıklar hakkında kullandığı "zimmi" terimine göre bile daha fazla ayrımcılık içeren bir terim olduğunu düşünüyorum.
*Azınlıklar vergiyi nasıl ödediler?
1943 yılı içinde azınlıklar bu vergiyi ödeyebilmek için evlerini, işyerlerini ve mallarını haraç mezat sattılar. Çoğunun iş hayatı sona erdi. Vergisini zamanında ödeyemeyenler, borçlarını "bedenen ççalışarak ödemeleri" için ççalışma kampına yollandı. Aşkale'ye yollanan 1229 kişinin tümü azınlıklardan seçilmişti.
*Elden çıkan mallar, mülkler, işler kimlerin eline geçti? Karlı çıkanlar kimlerdi?
Ben 1943 yılının ilk altı ayında Beyoğlu, Şişli, Eminnönü, Fatih, Kadıköy ve Adalar'da Varlık Vergisi ile ilgili tüm gayri menkul satışlarını tespit ettim. Varlık Vergisi ödemek amacıyla azınlıkların sattığı 543 gayri menkulü satın alanların dağılımı şöyle: Binaların yüzde 68'ini Müslüman Türkler, yüzde 30'unu KİT'ler, Milli Bankalar ve Devlet kuruluşları ve kalan yüzde 2'sini de yine azınlıklar satın aldı. Böylece, ciddi ölçüde servet transferi gerçekleşmiş oldu.
O günlerde, ancak günümüzün gökdelenleri ile mukayese edilebilecek büyük hanlar el değiştirdi. Mesela, "Sahibinin Sesi" plak şirketi sahibi ve AEG Türkiye temsilcisi Vahram Gesaryan'a ait koca bina, Sümerbank tarafından satın alındı. Haberi 23 Şubat 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden okuyalım: "Beyoğlu'ndaki Sahibinin Sesi binasının Sümerbank tarafından satın alınarak, Yerli Mallar Pazarları Beyoğlu şubesine tahsis olunduğunu memnuniyetle yazmıştık. Bu suretle güzel bir bina daha millileştirilmiş olmaktadır."
Burada "millileştirme"den kasıt, "devletleştirme" değildir; azınlıklara ait bir binanın "biz"den birilerinin eline geçmesidir.
*Malları ve işleri eline geçirenler, aldıkları işleri devam ettirebildiler mi? Girişimci olarak piyasaya hemen girdiler mi?
Hayır. Varlık Vergisi uygulaması ile mal - mülk edinen çok insan oldu. Ama bunlar sadece zengin oldular. Girişimci, sadece cebinde parası olan insan değildir; aynı zamanda bilgi ve beceri sahibi olandır. Müslüman - Türk girişimcilerin piyasaya girmesi için demokrasiye geçilmesini, dış yardımları, dünya ekonomisinin genişleme dönemini ve hatta 1960 ve 70'leri beklemek gerekti. Sonunda teşviklerle palazlanan ve Ankara'nın tam anlamıyla güvenebileceği "bizden" işadamları yaratıldı.
Ama gayri müslim nüfusun rejimle bütünleşmesi sekteye uğradı. Zaten ççoğu Türkiye'den göçtü. 1948 - 50 yılları arasında yaklaşık 30.000 Türk Yahudisi İsrail'e yerleşti.
* Savaş şartları böyle bir verginin uygulanmasını kolaylaştırmış olmalı...
Bu kadar genişççaplı bir politika ancak savaş şartlarında uygulanabilirdi. Varlık Vergisi konduğunda Almanlar Rusya içlerine doğru ilerliyordu. Aşkale'ye kafileler yollandığında Stalingrad'da kanlı savaşlar yapılıyordu. Bir süre sonra Almanlar'ın püskürtülmesiyle işlerin rengi değişti.
*Varlık Vergisi nasıl ortadan kalktı?
Verginin kalkması da bir
masal gibi oldu! 1943 yazında New York Times gazetesi
yazarlarından Sulzberger Türkiye'ye gelmişti. Sulzberger ABD'ye döndükten sonra azınlıkların Varlık Vergisi ile nasıl ezildiğini yazılarında anlattı. TBMM, bu yazıların ççıkmasından tam dört gün sonra yani 17 Eylül 1943'de tahsil edilememiş bazı vergi borçlarının silinmesine karar verdi.
Aralık ayında da çalışma kampları kapatıldı ve herkes evine döndü. O günlerde, Amerikan ordusu Sicilya'yaççıkmış, Kızıl Ordu da Almanları önlerine katmış kovalıyordu. Savaşın kaderi değişmişti. Milli Şef İnönü savaş sonrasında müttefikler yanında kendine yer arama derdinde çok partili hayata geçmenin gereklerini keşfetti.
Filmi değil romanı gerçeği yansıtıyor
*Salkım Hanımın Taneleri filmine konu olan Yılmaz Karakoyunlu'nun romanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filmi izledikten sonra, romanı bir daha okudum. Yılmaz Karakoyunlu'nun kitabının Tolstoy'un "Savaş ve Barış"ı düzeyinde bir tarihi roman olduğu iddiasında değilim. Fakat karakterleri, kurgusu açısından dengeli ve tarihsel gerçekleri iyi yansıtan bir eser. Karakoyunlu meslekten maliyecidir. Bu vergiyi uygulayan maliyecileri de şahsen tanıyan bir kişi. Bu nedenle romanda dönem ve olayın arka planı iyi veriliyor.
*Peki, filmi ve senaryosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihi filmççekmek veya tarihi roman yazmak kolay değildir. Orhan Pamuk Osmanlı nakkaşlarını anlattığı romanı yazmadan önce, meselenin ruhuna vakıf olabilmek için, nakkaşları ve eserlerini inceledi. Temeli sağlam kurdu. Tembel ve herşeyi bilir geçinen Üçüncü Dünya aydınları gibi davranmadı.
Filme gelince, maalesef "idare et abi" alaturkalıkları ile düzgün iş çıkmıyor.
Filmde bir sürü tarihsel hata var. Romana biraz daha sadık kalınsaydı, bence hatalar daha az olurdu. Filmde eskilerin deyimi ile "müdir irade" eksik, yani filmin beyni yok! Kaptansız giden bir gemi gibi. Böyle olunca, oyuncular da kafalarına göre takılmışlar.
*Filmden Varlık Vergisi'ne sadece Ermeni yurttaşlarımız maruz kalmış gibi bir anlam mı çıkıyor?
İlginçtir, Zaman gazetesi yazarı Sadık Yalsızuçanlar oğlu ile sinemaya gitmiş ve Salkım Hanımın Taneleri filmini pek beğenip ağlamışlar. Çıkışta, oğlu babasına, "Baba, Ermenileri neden Aşkale'ye sürdüler?" sorusunu sormuş; Sadık Bey de cevap vermekte zorlanmış. Halbuki doğru cevap: "Oğlum, Varlık Vergisi sadece Ermenilere karşı uygulanmadı. Sadece Ermeniler değil; bütün azınlıklardan insanlar Aşkale'ye sürüldü" olmalıydı.
Ama konuyu hiç bilmeyen bir izleyiciye, film maalesef bu soruyu sorduruyor. Bu da hoş değil!