18.07.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:
DERYA SAZAK- Okur Temsilcisi
Diyarbakır’ın Silvan kırsalında 13 askerin PKK tarafından şehit edilmesi Türkiye’yi derinden sarstı. Kürt sorununa barışçı çözüm umutları ağır darbe aldı. Böyle zamanlarda ‘söylenti’ düzeyindeki haberlerin ‘internet hızıyla’ yayılması halinde oluşacak ‘toplumsal linç’ psikolojisinden kaçınmak gerekiyor. Bu sorumluluk da en başta medyaya düşüyor.
‘Halay’ başlığına eleştiri
Aydın’ın Germencik ilçesine bağlı Bozköy’de bir termal otel inşaatında çalışan Doğulu işçilerle ilgili ‘halay’ haberi tam da bu duyarlı sürece örnek oluşturuyor. Milliyet.com.tr söz konusu haberi “13 şehidin ardından halay çekmişler” başlığı ile vermesine okurlardan gelen tepkiler son derece anlamlı.
Mustafa Abdullah Fıratoğlu adlı okurumuzun eleştirisi şöyle: “Milliyet gazetesinin web sitesinde Aydın’ın Germencik ilçesine bağlı Bozköy’de bir termal otel inşaatı şantiyesinde 13 askerin şehit edilmesinden ardından ‘13 şehidin ardından halay çekmişler’ başlığını atmışsınız. Bu nasıl bir başlıktır, bu nasıl bir gazeteciliktir.
Haberde, ‘Olay öğle yemeği sırasında başladı. Şehitlerin ardından halay çektiklerini duyduk. Halayın nedenini sorunca kavga başladı. Herkes birbirine girdi. Bu köyde onları istemiyoruz’ diyen kavgaya karışan vatandaş bile görmemiş, birileri gelip böyle bir dedikodu yapmış, ‘duyduk diyor sadece’. Siz nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz. Bakın siyasetçilerin zaten durumu ortada. Seçimden bu yana birbirleriyle restleşip duruyorlar. Onların yarattığı gerginlik bu toplumu ikiye bölüyor ama sizler de ‘şehitlerin ardından halay çekmişler’ gibi başlıklarla bu toplumu Türkleri Kürtleri birbirine düşürüyorsunuz, düşman ediyorsunuz.
Şehit ailesi ne hisseder?
Yarın bu sözleri okuyan aşırı milliyetçiler, sokakta insanlara saldırıp iş yerlerini basarsa ne olacak? Bu şehitler hepimizin şehidi, hepimizin yüreği yandı. Ardından yaşanan gerginlik nasıl tehlikeliyse, bu şekilde haber yapmanız da o kadar tehlikelidir. Şehit ailesi bu yazıyı okusa ne hisseder diye düşünmeden bu başlığı atarak, bir kor da siz düşürürseniz, ben sizin gazeteciliğinizden de şüphe ederim.”
OMBUDSMAN’IN GÖRÜŞÜ
Toplumsal gerilimin arttığı dönemlerde medyanın haber dilinin ve olayları değerlendirme biçiminin şiddet,nefret ve ırkçılıktan ızak olması gerekiyor.
Milliyet yayın ilkeleri de,bireyler,topluluklar ve uluslar arasında çatışmayı,düşmanlığı körükleyici değerlendirmelerden kaçınılması konusunda Yazıişleri’ni bağlıyor.
Gazete bu ilkeye özen gösterirken internette haber ilk gelen şekliyle ve doğruluğu araştırılmadan yayımlanmış.Bir söylentiyi ‘halay çekmişler!’ başlığıyla ‘miş’ diyerek vermek tehlikeli bir kışkırtmadır.
Okurlarımız uyarmakta ve eleştirmekte haklılar.Milliyet com.tr editörlerinin dikkatine.
AKADEMİSYEN GÖZÜYLE ŞİKE
Şike soruşturmasında iki haftalık fırtınadan sonra medyanın haberlere yaklaşımını iletişim uzmanı akademisyenlere sorduk. ‘Üçüncü dalga’ gelmeden medyanın tutumu konusundaki eleştiri ve öneriler şöyle:
Prof. Yasemin İnceoğlu (Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi):
“Aziz Yıldırım üzerinden önce kulübünü şimdi de sırayla diğer ‘büyük’leri vurmaya başladı. Yıldırım’ın gözaltına alınma görüntüleri tekrar tekrar verildi, iddianame neticelenmeden gazete ve televizyonlarda bir sürü yalan, yanlış, eksik haber verildi. Felç riski taşıdığına dair sansasyonel haberlerden tutun da evinden silahların çıktığına dair asılsız haberler uçuştu.
Gazetecilerin sorumlulukları
TGC’nin Gazetecinin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’nde bu konuyla ilgili maddeler şöyle: ‘Hazırlık soruşturması sırasında soruşturmayı zaafa uğratıcı, yönlendirici biçimde haber ve yorumdan kaçınılmalıdır. Yargılama sürecinde de haberler her türlü ön yargıdan uzak ve kesinlikle doğruluğundan emin olunarak sunulmalıdır. Gazeteci yargı sürecinde taraf olmamalıdır. Yargı kararı kesinleşmedikçe, bir sanık suçlu ilan edilmemelidir. Haberlerde ve yorumlarda suçluymuş gibi değerlendirmeler yapılmamalıdır. Gazeteci, polis muhabiri, polis veya, spor muhabiri, kulüp yöneticisi veya sözcüsü gibi davranmamalı ve bu yönde yayın yapmamalıdır.’ Medyada, emniyetin ‘tespit edilen 19 şike’ açıklamasını yapmasının yetkisi dışında olduğu ve medyaya servis etmesinin hatalı olduğu yönünde yazılar yazıldı. Bu bilgiyi ‘gazeteciler neden yayınladı? yayınlamamalıydılar’ demek, gazetecilik mesleğine saygısızlıktır. Ancak, şu soruyu da sormamak gazetecilik etiği açısından büyük bir yanlıştır: ‘Bu bilgiyi yayınlamadan önce doğruluğunu sorgulayıp, birden fazla kaynaktan kontrol ettiler mi?’
Kimi yorumlar da polisin medyayı kullandığı üzerine odaklanıyordu. Ancak, bir kısım medya kullanılmak istediği veya işine geldiği için kullanıldı. Tabii, burada Yıldırım ve diğerlerini ‘suçlu’ ilan etmek kadar, ‘suçsuz’ ilan etmek de bir o kadar sorunludur. Zira, ‘şike operasyonu’ olarak adlandırılan süreci sulandırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi, mafyadan arındırılmış ‘temiz futbol’ hayalimizi de gerçekleştirmek olanaksızlaşır.”
Yrd. Doç. Güven Büyükbaykal (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü):
“Basın organlarından öğrenildiği kadarıyla 8 aylık bir teknik takip sonucu ortaya çıkarılan şike iddiaları ve buna bağlı belgeler, Türk futbolunda büyük kaosu da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar futbolda usulsüzlüklerin üstüne gidilmesi, yasadışı faaliyetlerin ortaya çıkarılması doğru bir yaklaşım olarak görülse de, Fenerbahçe’nin gelişmelerin merkezinde ana hedef gösterilmesi, Fenerbahçe camiasını olumsuz yönde etkilemiştir.
Haberler önyargıya yol açmamalı
Öte yandan, yargı süreci devam ederken bir gazetenin Aziz Yıldırım’ı suçlu gibi gösteren fotoğrafları 1. sayfadan yayımlaması, basın camiası tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Basın elbette kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla, bu süreçteki gelişmeleri haber yapmalıdır. Ancak, okurlar ve FB taraftarları gözünde önyargıya yol açmamalıdır. Tiraj-reyting uğruna ortamı gerginleştirecek, yetkili mercileri yanlış bir biçimde yönlendirecek ve Türk futboluna gerek yurtiçi gerekse yurtdışı platformda zarar getirecek yayıncılık anlayışı kesinlikle terk edilmelidir. Basın ahlakı ve meslek ilkelerine dayalı habercilik anlayışıyla kazanacak olan Türk basını ve Türk sporu olacaktır. Nitekim FİFA başkanı Blatter de dava konusu olan şikeli maç ve bahislere karışan oyuncu antrenör ve hakemleri ömürboyu men etmeyi çözüm olarak göstermektedir. Tümden bir kulübü-camiayı suçlu gibi gösteren bir gazetecilik anlayışı, birçok sakıncayı ve tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirebilecektir.”
ÖRSAN ÖYMEN ÖDÜLÜ
2010 Milliyet Abdi İpekçi Yılın Gazetecilik Ödülleri ile Örsan Öymen İnceleme Ödülleri törenle sahiplerini buldu.
Milliyet haberi verirken 21. Örsan Öymen İnceleme Ödülü sahibi Yrd. Doç. Sezer Ayan’ın konuşmasından özet yapmış: “Örsan Öymen adına düzenlenmiş bir ödüle kitabımın layık görülmesi beni çok mutlu etti. Kendisini büyük saygıyla anıyorum.”
Öymen geçiştirilmiş
Dikkatli bir okurumuz uyarıyor: “Milliyet gazetesi denince elbette ilk akla gelen isim Abdi İpekçi’dir. Ama, aynı zaman da Örsan Öymen’dir.
1973’ten itibaren Milliyet’te ‘Politika Kazanı’ başlığıyla yazmaya başlayan Öymen’in yazılarıyla, araştırmalarıyla dizileriyle gazeteye sağladığı katkı biz okurları için unutulmayacak önemde ve büyüklüktedir. Tam da bu nedenle Örsan Öymen adına verilen ödülün haberinizde geçiştirilmesi üzüntü vericidir. Haberinizde 21. Örsan Öymen İnceleme Ödülü’nün sahibi Yrd. Doç. Sezer Ayan, kimdir, hangi kitabı ödüle layık bulunmuştur, kitap ne üzerinedir, bunlar da belirtilmeliydi diye düşünüyorum.”
Not: Okurumuzun merak ettiği incelemenin konusu aile içinde çocuğa karşı şiddettir.
YILMAZ GÜNEY VE AHMET KAYA
Barış Denli adlı okurumuz şöyle diyor:
“Milliyet gazetesinin 16 Temmuz 2011 tarihli sayısında Ayhan Sicimoğlu dünyanın en çok ziyaret edilen Paris’teki Père Lachaise mezarlığını tanıttı. Ünlü Fransız hikayeci La Fontaine ve yazar Molière’in mezarlarının nasıl yan yana inşa edilmesinden, Amerikalı rock müzisyeni / şairi Jim Morrison’ın mezarının nasıl kötü durumda olduğuna kadar her şeyi yazmış.
Sicilyalı besteci Bellini, Maria Callas ve Edith Piaf’a kadar bütün ünlü yazar, şair, müzisyenlerden bahsetmiş ama iki kişiyi unutmuş, yok saymış: Yılmaz Güney ile Ahmet Kaya’yı.
Nerede yer alacak?
Türkiye’yi bu kadar yakından ilgilendiren, üstelik biri dünyada adını sinema tarihine yazdırmış, diğeri yaptığı müzik ve gördüğü muameleyle tartışmalara konu olmuş iki değerli insan böyle bir yazının içerisinde yer almayacaksa nerede alacak?”