Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ergenekon soruşturması kapsamında dün Prof. Türkân Saylan’ın evi aranırken, Prof. Mehmet Haberal, Prof. Mustafa Yurtkuran, Prof. Fatih Hilmioğlu, Prof. Ferit Bernay, Prof. Erol Manisalı, Prof. Osman Metin Öztürk ile daha pek çok rektör ve akademisyen gözaltına alındı.
Ortak özellikleri, sıkı birer Atatürkçü ve Türkiye sevdalısı olmaları. Bir başka ortak noktaları ise ömürleri boyunca eğitim, bilim, gençler ve toplum için hep bir şeyler yapmaları.
Hepsini yakından tanıyoruz, yaptıklarına tanıklık ettik.
Prof. Haberal, Başkent Üniversitesi’ni kurdu. Türkiye’de organ naklini gerçekleştiren ve hâlâ büyük bir ciddiyetle sürdüren çok önemli isimlerden biri. 20’ye yakın ilde kurduğu diyaliz merkezleri binlerce böbrek hastasına şifa dağıtıyor.
Prof. Saylan’ın bütün ömrü fakir fukara çocuklarına yardımla geçti. Yüzlerce yurt ve okulun yapılmasına öncülük etti. Yüz binlerce öğrenciye burs verdi. Hasta yatağında bile aklında hep öğrencileri vardı.
Prof. Yurtkuran, Bursa’da Uludağ Üniversitesi’ni bir dünya markası haline getirdi. Tüm birimleriyle, Avrupa Sağlık Birliği tarafından akredite edilen tek hastanemiz onun sayesinde gerçekleşti.
Prof. Hilmioğlu’nun Malatya’daki Turgut Özal Tıp Merkezi’nde gerçekleştirdiği organ nakilleri, özellikle de karaciğer transplantasyonu dünya literatürlerine girdi.
Bernay Hoca ise Samsun’da 19 Mayıs Üniversitesi’nde önemli hizmetler  verdi.
Bütün bu isimleri rektörlük koltuğuna atayan isim ise 10. Cumhurbaşkanı Sezer’di. Dün, bütün gün, onun bu isimlere sahip çıkmasını bekledim. Tek satır açıklamasını duymadım, görmedim.
9. Cumhurbaşkanı Demirel’in, Haberal’ın İstanbul’a gönderilmesi öncesinde, havaalanına kadar giderek kendisiyle görüştüğü bilgileri geldi. Tam bir kadirşinaslık örneği.
Keşke Sezer de iki dönem rektörlük koltuğuna atadığı isimlere sahip çıkabilseydi...

Suçlu olabilirler mi?

Gözaltına altına alınan isimlerle ilgili son sözü elbette yargı söyleyecek. En doğru kararı alacaklarından en ufak bir kuşkumuz yok. Ama sorgulama ve gözaltına alınma yöntemleri, görünen o ki daha uzunca bir süre tartışılacak.
Televizyonlarda, dün, gün boyu hukukçuların yorumları vardı. İçlerinden biri bile uygulanan yöntemi doğru bulmadı. Daha önce de doğru bulmuyorlardı. Ama hâlâ değişen bir şey yok.
Hükümet ya da üst yargı makamlarının süren bir davaya öyle ya da böyle etki etmeleri elbette düşünülemez. Ama en azından yasal süreçler konusunda hiç mi söz sahibi olamazlar?
Bu isimlerden hiç biri kaçıp gitmeyeceklerine göre neden davet edilip ifadeleri alınmaz ki?..
Gözaltına alınan rektörler, düne kadar üniversitelerinde bir numaralı isimlerdi. Hocaların oyuyla göreve geldiler. Hem de iki kez üst üste ve açık ara oy farkıyla. YÖK ve Üniversitelerarası Kurul’un da önem verdiği isimlerdi. Ama dün Başkent Üniversitesi dışında hiçbirinden çıt çıkmadı.
En azından ne olup bittiğini merak edip olayı yakından izlediklerini ifade edebilirlerdi. Bu bile yapılmadı. Oysa o rektörler üniversiteleri için gecelerini gündüzlerine katmış ve yeri geldiğinde hemen her ortamda zor mücadeleler vermişlerdi. Demek ki düşenin dostu olmuyormuş; dün, bu bir kez daha görüldü.
Yıllarca yüz binlerce öğrencinin sorumluluğunu verdiğiniz isimler, gün geliyor tu kaka ilan ediliyorsa, en azından, yargı sürecin doğru işleyip, işlemediğinden emin olmamız gerekir. Bunu istemeye de, takip etmeye de YÖK ve ÜAK’ın hakkı olmalıdır.
Yok eğer YÖK, ÜAK ve üniversitelerin bugünkü yönetimleri, eski rektörlerine artık suçlu gözüyle bakıyorlarsa, o daha da vahim. En azından yargılanma sürecinin tamamlanmasını bekleyebilirlerdi.
Özetin özeti: Yasadışı davranış içinde olanları savunmak hiç kimsenin haddine değil. Ama ya eğer suçsuzlarsa!..