Çanakkale Şehitliği’nde belli ki törenler var. Çünkü hemen her taraf şantiye alanına dönmüş!
Birileri, güneş altında kalmasın diye, harıl, harıl portatif tribünler kuruluyor!..
Oysa Mehmetçik, o topraklarda, yıllarca süren savaşlarda, gece gündüz, yaz kış, aç susuz demeden, ülkesi için yedi düvele karşı göğsünü siper etmiş ve üzerine yağdırılan mermilere, top ateşlerine, eyvallah demişti.
Şimdi, yaz yağmurundan, bahar güneşinden kaçıyoruz.
Helal olsun hepimize!
Bu konforlu tören alanı, o gün, o topraklarda, şehit olmuş şanlı askerimizin, en zor koşullarda, ülkesi için canı pahasına verdiği mücadelenin ruhuna aykırıdır...
Yok eğer o tribünler, Anzaklar ya da diğer ülkelerin diplomatları için yapıldıysa, eminim ki o ülkeler için can veren askerlerin de kemikleri sızlayacaktır!..
Parçalanan üniversiteler
Dün, güya onların günüydü. Hem de bayramlarıydı.
Peki, ne kadar farkındaydılar ve ne kadar sevinebildiler?
Dünyada çocuk bayramı olan ender ülkelerden biri, belki de tekiyiz.
Belli ki bir zamanlar çocuk olmak keyifliymiş.
Oysa bugün, çocuk ve genç olmak, sınavlar yüzünden adeta yarış atı olmakla eşit anlama geliyor!..
Farkında mısınız, çok uzun yıllardır, çocuklar çocukluğunu, gençler de gençliğini yaşamıyor.
Yıldız ve genç takımlar sporcu, ustalar da çırak bulamıyor!
Neden?
İstanbul, Gazi ve İnönü üniversiteleri bölünüyormuş!
Bölünemez mi, elbette bölünebilir! Ama kırmadan, dökmeden, parçalamadan!
Önce, bu üniversiteler ve daha pek çok üniversitemiz neden bu kadar büyüdüler diye sormak gerekir. Sonra da, ille de bölünecekse, Paris 1, 2, 3, 4, 5 örneğinde olduğu gibi kendi adıyla bölünmelidir.
Böyle bir tavır hem üniversitelerin tarihi kimliklerine hem de öğrencisi, öğretim üyesi ve mezunlarına saygı olur.
Ben yaptım oldu dayatması ise kırıcı olmanın ötesine geçemez!..
Yeni üniversiteler
Yeni kurulan 15 yeni üniversiteyle birlikte ülke genelindeki üniversite sayımız 200’ü, İstanbul’daki üniversite sayımız da 50’yi aşacak.
Peki, bu kadar üniversite gerekli mi?
Doğu ve Güneydoğu’ya hâlâ gitmeyenlerdenseniz, kendinize asla seyyah diyemezsiniz. Bugünkü dünyanın yüzde 90’ı yokken oralar vardı.
Göbeklitepe’yi, Körtik Tepe’yi, dünyanın ilk üniversitelerini, medreselerini, kiliselerini, havralarını, peygamberler şehirlerini, antik kentlerini, kervansaraylarını, ipek yolu güzergâhlarını görmeden insanlık tarihine yolculuk mümkün değil.
Yüzlerce medeniyete ev sahipliği yaptığı gibi çok tanrılı dinlerin de, tek tanrılı kitaplı dinlerin de beşiği oldu. Tarihi kadar lezzetleri de her yönüyle mükemmel.
Şanlıurfa’yı, Gaziantep’i, Diyarbakır’ı, Hatay’ı, Erzurum’u, Van’ı, Hakkari’yi, Batman’ı, Mardin’i, Malatya’yı. Kars’ı, Ardahan’ı, Adıyaman’ı, ilçeleriy ve köyleriyle adım adım gezmediyseniz gerçekten büyük bir kayıp.
Çevremizdeki ülkelere, petrolü, doğalgazı, vs. var diye özeniyoruz. Oysa bizde çok daha fazlası var. Ama nedense bunu hâlâ anlayamadık.
Son yıllarda terör bahenesinin arkasına saklanıp, bu güzeller güzeli topraklarımıza gitmemek için mazeretler ürettik. Şimdi öyle bir mazeretimiz de yok. Hemen her kentin fazlasıyla huzuru var ve sizi bekliyor.
Sadece Doğu ve Güneydoğu on milyonlarca turiste ev sahipliği yapabilir.
Köy Enstitüleri gerçeğini hâlâ anlaya- madık, anlamak da istemiyoruz. En azından bir bölümümüz.
Köy Enstitüleri’ne şaşı bakanlara önerim, çok geç olmadan, en azından bir köy enstitüsü mezunuyla ya da onların yetiştirdiği öğrencilerden biriyle tanışmaları.
İşte o zaman ne kadar yanıldıklarını, nasıl kandırıldıklarını ve ülkemize nasıl ihanet edildiğini çok daha iyi anlayacaklardır.
Bursa, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği ile Kent Konseyi’nin düzenlediği toplantıda, yaşları 80-85’in üzerinde olmasına rağmen, 20’li yaşların heyecanı ve dinamizmiyle hâlâ dimdik ayaktaydılar.
Şarkılar söylediler, zeybek oynadılar, köy enstitülü olmanın ne olduğunu anlattılar.
Suya sabuna dokunarak, her biri yüzlerce sayfalık, çok sayıda kitaba imza atan Lemanser Sükan Hoca’ya köy enstitülü olmanın ne demek olduğunu sordum. Cevabı göz yaşartıcıydı:
“Sıradan bir köy çocuğuydum. Odam yoktu, yatağım yoktu, üç kız kardeş bir yatakta yatıyorduk, bardağım, kaşığım, masam, elbisem yoktu, karnımız her zaman doymaz, evimiz her zaman sıcak olmazdı. Kitabım, defterim, kalemim, bazen vardı, bazen yoktu. Köy enstitüsü beni ben yaptı, birey olduğumu hatırlattı, hayal kurmayı ve hayallerimi gerçekleştirmeyi öğretti.”
Fazla
Erken seçim kararı ülkemiz için hayırlı olsun.
Rahmetli Demirel, “Ortada sandık varsa, sorun yoktur. Sandık her derde devadır” derdi.
İktidarıyla, muhalefetiyle, hemen herkes bu kararı alkışlıyorsa, buna demokrasinin zaferi denir.
İşte bu yüzden, şu saatten sonra, diğer ayrıntıları bir kenara bırakıp, seçime ve getirilerine odaklanmalıyız!
Erken seçimin gerekçesi olarak, nedense, hep ekonomik gerekçeler öne çıkıyor.
Oysa eğitim de bir o kadar önemli!
Önemli, çünkü eğitim demek, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği demek.
20 milyon öğrenci, 30 milyon veli ve 2 milyona yakın öğretim kadrosuyla eğitim ailesinden daha büyük bir aile var mı?
Köy Enstitü-leri’nin dün doğum günüydü. Aradan bin yıl geçse de asla unutulmayacaklar.
Kapatıldıkları ya da kaçan balık büyük olduğu için değil, farklılıklarıyla efsane oldukları için.
O bir ekoldü!
Sorun üreten değil, çözüm üreten; ülkenin en ücra köşelerine gitmekten kaçan değil, koşan; öğretmenliği iş olsun diye değil, ideali olduğu için yapan; vatan ve millet sevdası her şeyin önünde gelen; sanatla, edebiyatla, sporla yoğrulmuş nesiller yetiştiriyordu.
Eğer o anlayış hâlâ devam ediyor olsaydı, bugün bambaşka bir Türkiye olurdu!
Peki o zaman, bir anda niye kapatıldılar ve daha da önemlisi kim kapattı, kim son noktayı koydu, dünyanın hemen her yerinde bu model baş tacı edilirken, biz niye hâlâ sadece konuşuyoruz?..
Yerinde eğitim!
Köy Enstitüleri, eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıran, herkese ilgi ve yetenekleri doğrultusunda üretkenliği esas alan bize özgü bir eğitim sistemiydi.
Öğrencilerle bir arada olmak çok keyifli.
Uzun yıllar üniversite öğrencileriyle programlar yaptık.
Bu aralar daha çok lise öğrencileri ve velilerle buluşuyoruz. Çünkü sınavlar yüzünden kafaları karmakarışık...
Cuma TED Kayseri öğrencileriyle, cumartesi de TED Sivas Koleji’nde öğrenci, öğretmen ve velilerle bir araya geldik.
“Kaliteli Okullar” listesi belli ki herkesin canını sıkmış.
Listelerin hangi kriterlere göre belirlendiğini sorguluyorlar ama içinden çıkmaları mümkün değil.
Bir 8. sınıf öğrencisinin tespiti müthişti:
“Kimi kime şikâyet edeceğiz? Düzeltmesini beklediğimiz kişiler ile yanlışı yapanlar aynı değil mi?”