İnovasyon Çağı’nı yaşıyoruz.
Ne kadar yaratıcı ve yenilikçiyseniz, hemen her alanda ama özelikle de ekonomide o kadar güçlüsünüz.
Patent sayıları da bu konudaki önemli göstergelerden biri.
Ulusal patentler, her ne kadar önemli olsalar da uluslararası yani dünya genelinde kabul görenler kadar değer taşımıyor.
Bu yüzden küresel patent sayıları her zaman dikkat çekiyor.
Bu çerçeveden baktığımızda, dünya bilimine katkı sıralaması, dünyanın en iyi üniversiteleri, dünyanın en çok patent üreten firmaları ve küresel patent sayıları çok fazla önem taşıyor.
İlk 10’da, ilk 100’de, ilk 300’de, ilk 500’de üniversite sayımız nasıl ki yok denecek kadar az ise firma sayımız da bir o kadar az.
ABD ile Japonya arasındaki patent yarışında, araya giren Çin, şu an için ABD için büyük bir risk oluşturmasa da gelecekte, tıpkı Japonya’ya olduğu gibi ABD’ye de nal toplatırsa, hiç şaşırtıcı olmaz!..
Son günlerde öyle geziler yaptım, öyle toplantılara katıldım ki bir insan olarak kendimden utandım desem yalan olmaz!
Birileriyle sanki aynı dünyada, aynı coğrafyada yaşamıyoruz.
Kimi ille de ekonomi ve teknoloji diyor, kimi de ille de güç istiyor!
Peki, insana ve doğaya saygı bunun neresinde?
Eğer her şey insan için ve yaşadığımız topraklar için ise bu yağmalama ve bu aşağılama niye?..
İnsan odaklı olmayan eğitimin, bilimin, teknolojinin, ekonominin, siyasetin, hukukun, medyanın, yani kısacası hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok!
Yine aynı şekilde binlerce yıldır kuşaktan kuşağa miras kalan denize, ormana, tarlaya, çiçeğe, böceğe, havaya yani kısacası doğaya saygı yoksa gerisi teferruattır.
Peki ya insani ve ahlaki değerler?
Milli Eğitim bakan-larından Hasan Celal Güzel’in ölüm haberini aldığımda yüreğim cız etti.
Eğitime gönül veren ve bu konuya büyük katkıları olan biri miydi? Hayır! Ama iyi bir insandı. Gönül adamıydı. Siyaseti güç için değil, hizmet için seçenlerdendi. Özal’ın joker isimlerindendi!
O kadar çok yer değiştirdi ki gün geldi ne bakanı olduğunu unutur olduk.
O bir duygu insanıydı. Yeri gelir sizi göklere çıkartır, yeri gelir neden her gün haber yapıyorsun diye sizi patrona şikâyet ederdi. Ama yine de biz gazeteciler kendisini çok severdik!
Kiloluydu ama kendisiyle barışıktı, kilosu nedeniyle kendisine Tank Hasan denir, önüne geleni ezer geçer denilirdi ama o, bir karıncayı bile incitmeyecek kadar zarifti.
Seçim gezilerinden birinde, kendisiyle el sıkışmak için sıraya girenlerle tek tek el sıkışıp öpme huyu vardı. Bir gün araya, muziplik olsun diye vitrin mankeni konulmuş ve onu da öpmüştü. Başkası olsa küplere binerdi ama o şamataya vurdu...
Ankara’da ya da eğitimde, gazetecilik yapıp da keyifli anekdotu olmayan yoktur.
Özal’
Çanakkale Savaşları tarihimizin en şanlı destanlarından biri.
Çanakkale Şehitler Abidesi de en anlamlı, en büyük ve görkemli anıtlarımız arasında başköşede yer alıyor. Bugüne kadar, hâlâ gidip görmediyseniz, ne yapın edin ve mutlaka gidip görün.
Gitmeden önce mutlaka dersinizi çalışın ve en az birkaç gün ayırın!..
Çanakkale Destanı ile ilgili bugün çok şeyler söylenecek! Hamaset nutukları atılacak ama nedense önemini anlamamız için üzerinden tam bir asır geçmesi beklenildi!
Çanakkale Abidesi’nin hikâyesi de ilginç. Savaştan sonra müttefik güçler yani Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Yeni Zelandalılar, Avusturalyalılar o topraklarda can veren askerleri için anıtlar yaptılar. Biz de yaptık ama diğerlerinin yanında çok ufak kaldı.
Oysa onlar yenilen, biz ise inanılmazı başaran galip taraftık. Üstelik bu topraklar bizim topraklarımızdı.
Durumu Atatürk’e anlatırlar. Hepsinden daha görkemlisi için talimat verir, yerini tarif eder.
Ege ile Marmara’nın birleştiği bir nokta, 40-45 metre yüksekliğinde olsun ve Boğaz’dan geçen herkes görsün, der. Sonra da bekler, bekler ve kısa ömrü bu anıtı görmeye yetmez!
TÜRSAB’ın çiçeği burnunda Başkanı Firuz Bağlıkaya’ya iade-i ziyarette bulunduk. Seçim öncesinden çok daha heyecanlı ve umutluydu.
Seçimi çoktan unutmuş, geleceğe odaklanmışlar. Her ne kadar tam anlamıyla bir “enkaz” ve “borç batağı” ile karşılaşsalar da! Önümüzde çok kritik bir turizm sezonu var ve didişerek kaybedecek zamanımız yok diyorlar. Peki, turizmde bir hareketlilik var mı? Fazlasıyla var diyerek çok önemli bir anekdotu paylaştılar: “Alman Hükümeti, Türkiye’ye gitmeyin diye vatandaşlarını uyardı ama buna rağmen Alman turist sayısında önceki yıllara göre patlama olacak. Rezervasyonlar bunu gösteriyor...”Bağlıkaya ama diyerek söze devam ediyor: “Artan rakamlara rağmen ülkemize gelen Alman turist sayısı, yurt dışına seyahat amaçlı çıkan Almanların yüzde beşi kadar! İşte asıl artırmamız gereken bu!”
100 milyon turist
Başkan Bağlıkaya, seçim öncesinde olduğu gibi Başkanlığı döneminde de 100 milyon turist hayalini yaşatmaya çalışıyor.
Zor değil ama kolay da değil. Ancak, ülke olarak buna inanırsak, gerçekleşmesi işten bile değil. Bir milyon turistten, 30, 40 milyona, nasıl çıktıysak, 100 milyona da çıkarız. Yeter ki isteyelim, yeter ki doğru yol haritası çizelim. İşte bu
Diyarbakır’a birkaç ay önce yine gelmiştim ama dün biraz daha ayrıntılı gezdim. Her gelişimde farklı yerler keşfediyorum ve her defasında kendime en kısa zamanda bir kez daha gelme sözü veriyorum. Görünen o ki yakında yine geleceğim.
Binlerce yıllık tarihiyle, 30’dan fazla medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapmış, tüm dinleri kucaklamış bir kentimiz!
Ulu Cami’yi gezerken, önceki medeniyetlerin ve dinlerin izlerini en çarpıcı şekilde görüyorsunuz...
Körtik Tepe kalıntıları ve Surlar ise Diyarbakır farkını her yönüyle size anlatıyor.
Öğrenciler?
Atatürk’ün istediğiyle kurulan ve son yıllarda ülkemizin dört bir yanına yayılan TED kolejlerini, fırsat buldukça geziyorum. Diyarbakır’a gelişim de öğrenci, öğretmen ve velilerle eğitim sohbetleri yapmak içindi.
Müthiş keyif aldım. Öğretmenler suskundu ama öğrenciler soru bombardımanına tuttu. Ve her soru, iyi düşünülmüş, akıl ve zekâ doluydu.
Havacılık sektörünün meğerse ne kadar çok sorunu varmış. Bir dokunduk, bin ah işittik.
Bir önceki yazımızdan sonra mail yağdı. Yaşadıklarımız, buz dağının sadece görünen bölümüymüş!..
Sektör çok hızlı büyüdü ve görünen o ki yaşananlar hormonlu büyümenin yansımaları.
Peki, ileriye yönelik düzelme umudu var mı?
Olması gerekir!
Kötü örnekler değil, iyiler kazanmalı.
Eğitimde vasatlık diz boyu oldu, en iyi okullar bile dibe vurdu.
Televizyonlar reyting, gazeteler de tiraj kurbanı oldu.
Hava ulaşım ağı öylesine yaygınlaştı ki artık uçağa binmeyenimiz yok gibi.
Her yıl yüz milyonlarca yolcudan bahsediliyor.
Ve, son günlerde, dünyanın dört bir tarafından çok üzücü uçak kazası haberleri geliyor.
Oysa dünden bugüne, vurgu yapılan bir şey var:
Ulaşım araçları içinde en güvenilir olanı, hava taşımacılığı. Çünkü en yüksek teknoloji, uluslararası kurallar ve en sıkı kontroller hava ulaşımında!
Muhtemelen doğrudur! Ama artık hemen her konuda olduğu gibi neye ve kime güvenebileceğimize şaşırmış durumdayız!..
3 saat uyku ile!
Çok sık uçuyorum ve şimdi anlatacağım benzeri olaylara, o kadar çok şahit oldum ki kimi kime şikâyet edeceğim!