LYS Maratonu yarın başlıyor. 5 oturumda gerçekleşecek. Adaylara bu hafta sonu da, gelecek hafta sonu da rahat yok.
Oturumların birinden çıkıp, diğerine girecekler. Eskiden tek oturumda yapılıyor ve bir günde, bilemedin iki günde bitiyordu. Şimdi uzadıkça uzuyor.
İyi mi oldu, yoksa stresi ve eziyeti daha mı artırdı, uzun uzadıya tartışılır.
Ama asıl önemli olan, soruların hâlâ kamuoyuna açıklanmıyor olması.
Demek ki sorun Başkanda değil kurumdaymış. Biri gitti, diğeri geldi, yasak hâlâ devam ediyor!
Kendine güvenen bir kurum, yasakların arkasına saklanmaz. Şeffaf olur!
Soruları, sınavdan sonra, sadece adaylar görebilecekmiş.
Adaylar, o soruları, zaten sınavda görüyor. Önemli olan kamuoyunun bilgilenmesi ve yanlış var mı yok mu diye denetim görevini üstlenmesi ama belli ki bu durum ÖSYM’nin umurunda değil.
Sınavdan önce, şunu şöyle, bunu böyle yapın, şu saatte yatın bu saatte kalkın, şunu yiyin bunu yemeyin, cevaplamaya şundan başlayın şundan başlamayın, bilmediğiniz soruları şansına sallayın sallamayın, sınav merkezine erken ya da geç gidin şeklinde akıl veren çok olacaktır.
Hemen hepsi de kafa karıştırmanın ötesinde bir işe yaramaz demeyeceğim elbette. Ancak şunu da kesinlikle aklınızdan çıkarmayın:
Bugüne kadar ki alışkanlıklarınız ne ise son dakikada ondan sakın vazgeçmeyin yoksa işte asıl o zaman işin içinden çıkılamaz bir noktaya gelebilirsiniz…
Peki yine de daha önceki tecrübelerden kaynaklanan son dakika uyarıları olmayacak mı? Elbette olacak. Ama bu uyarılarla kendi alışkanlıklarınız örtüşmüyorsa çok daha dikkatli olmanızda yarar var.
Örneğin neler yapabiliriz?
- Sınav akşamı her zaman hangi saatte yatıyor, hangi yemeği yiyor, okul için hangi saatte yola çıkıyorsanız yine aynı yolu izleyin.
- Kimlik bilgilerinizi özellikle kontrol edin.
LYS Maratonu’nda birinci tur bu hafta sonu, ikinci tur da bir sonraki hafta sonu gerçekleşecek. Daha sonra ise üniversite sınav maratonunun en önemli aşaması olan tercih ve kayıt süreci başlayacak…
Milliyet daha önceki tüm sınav mücadelelerinde oldu gibi bu defa da adayların ve velilerin yanı başında olacak.
En zor olan süreç de zaten bu. Yani tercih ve kayıtlar.
En büyük sıkıntılar bu dönemde yaşanıyor.
Üniversiteler, meslekler, burslar, puanlar, ulaşım, barınma ve daha pek çok ayrıntı eminim ki şimdiden uykularınızı kaçırmaya başlamıştır.
İşte bu yüzden, bir yandan bir sınavdan çıkıp diğerine girerken, öte yandan diğer ayrıntılarla yakından ilgilenmenizde sonsuz yarar var...
Sınavlar, üniversiteye giriş sürecinde, en zoru gibi gözükse de tercih ve kayıt maratonu çok daha önemli.
Çünkü en ufak bir tercih hatası, tüm yaşamınızı altüst edebiliyor. Yani tüm emekleriniz yok sayılabiliniyor. Oh be sınavlar bitti, bitecek diye sakın sevinmeyin, hele hele tercih ve kayıt süreçlerini, sakın ha, hafife almayın!
Geleceğe kim damga vuracak?
Bu sorunun cevabı, hiç tartışmasız, kendini iyi yetiştiren donanımlı gençler olacak.
Peki, bu gençler içerisinde kızlar mı yoksa erkekler mi daha öne çıkacak?
Erkekler bozulacak ama sanki hemen her alanda, giderek artan bir şekilde, kızlar bir adım daha önde gidiyor.
Son yapılan bir araştırmaya göre üniversitedeki öğrenci ve Halkevleri’ndeki bursiyer sayısında da kızlar, erkekleri geride bırakmış.
Meclis’te ise henüz yeterli çoğunluğa ulaşamasalar da sayıları hızla artıyor.
Öğretim üyesi ve öğretmen sayıları zaten yüksekti. Medya, reklam, finans, pazarlama ve daha pek çok alanda da çoğunluğu ya çoktan ele geçirdiler ya da geçirmek üzereler.
Geçenlerde Milliyet’te manşet oldu. 3. havalimanı inşaatındaki beyaz yakalıların önemli bir kısmı yine onlardan oluşuyordu.
Siyasette dengeler ne zaman bozulsa sandık ince ayar yapar. Yine öyle oldu.
Siyasi tabloya baktığınızda HDP dışında kazananı yok gibi.
O da ödünç oylarla barajı aştı. Ama buna rağmen herkes zafer sarhoşluğu içerisinde...
Oysa ciddi bir seçim analizi yapıldığında çıkarılması gereken onlarca ders var.
Umarız ilk günün şoku atlatıldıktan sonra, sandıkta verilen o dersler daha iyi algılanır.
Yoksa her parti için yarın, bugünden daha iyi olmaz.
Siyaset, umarız sandığın verdiği o çok önemli mesajı algılar ve ülkemizi çok daha huzurlu günlere götürür.
Huzur yoksa, oy da yok!
Olacak şey değil ama keşke olabilseydi. Yani bugünkü seçimin sonucunu herkes içine sindirebilse ve anında kazananlar tebrik edilip, kazanmayanlar da kendilerine ders çıkarabilselerdi...
Liderlerden istifa bekleyeniniz var mı bilmiyorum. Keşke İngiltere örneğinde olduğu gibi kaybedenler, koltuğuna yapışmaktan vazgeçip, buraya kadarmış diyebilseler.
Sizleri bilmem ama benim bu konuda hiç ümidim yok...
Her yarış gibi her seçimin de bir kazananı, çok kaybedeni olur. Ya da koalisyonlarda olduğu gibi çok kazananı, birkaç kaybedeni de olabilir.
Siyaset demek, hep iktidarda olmak ya da muhalefette kalmak değil, her sonucu içine sindirebilmektir.
Daha da önemlisi, sonuç ne olursa olsun, halka kabahat bulmak yerine, ben nerede hata yaptım diye kendini sorgulayabilmektir.
Eminim ki demokrasimiz adına bugün çok özel bir gün daha yaşanacak ve yarınlara çok daha emin adımlarla gidilecektir...
Siyasetin duayeni Demirel, kendisini konuk ettiğimiz programlarda, söz ne zaman demokrasiden açılsa, her defasında, “Sonuç da elbette önemli ama çok daha önemlisi sandığa gidiliyor olmaktır. Sandık olduğu sürece korkmayın” derdi.
Ağır sanayi dönemi çok gerilerde kaldı. Üstelik çok meşakkatli ve çok ciddi birikim gerektiriyor.
Ne kadar çok yatırım yaparsanız yapın, endüstriyel olarak bu işe 100 yıl önce başlayanların hep gerisinde kalırsınız.
İşte bu yüzden kendi tankımızı, otomobilimizi, uçağımızı yapacağız dediklerinde hep gülüp geçerim.
Velev ki yaptık, dünyanın en iyilerinden daha iyisini mi yapacağız?
Onu da başardık, otomobil ve uçak firmaları bir bir kapanırken ya da el değiştirirken biz nasıl ayakta kalacağız?..
İşte bu noktada asıl sorulması gereken soru, kendimize hedef olarak uçak ve otomobil sanayisini mi koyalım yoksa bilişim çağının ürünlerini mi?
Belki eski nesil ağır sanayi ürünlerini çok kolay yapamayız ama yeni nesil ürünleri örneğin yazılım, örneğin tablet, örneğin pil, örneğin akıllı telefonlar konusunda belki daha hızlı yol kat edebiliriz.
Ya da dünyanın giderek aç ve susuz kaldığı bir dönemde geleneksel tarım yerine modern tarıma yönelebilir, altından daha değerli hale gelen tohumculuğa el atabiliriz...
Koş vatandaş koş, kapanın elinde kalıyor. 100 lira değil, 50 lira değil, 25 liraya beğen beğen al.
Şişmanım zayıfım diye üzülme, uzunum kısayım diye dertlenme, param yok diye hiç çekinme, koş gel, bizde her keseye, her kiloya, her bedene ne ararsan var...
Çarşı pazar işporta tezgâhları bu konuda çok yaratıcı. Ellerindeki malı satmak için etkileyici slogan da üretiyorlar, cazip teklifler de sunuyorlar.
Peki ama aynı mantıkla üniversite yönetilir mi?
Üniversite deyince işin içine biraz da akıl, ilim, bilim, kalite, güven girmesi gerekmez mi?
Hiçbir üniversiteye giremezsen bile gel biz seni alırız demek, ne demek?
20 liralık hizmeti 100 liraya çıkartıp, sonra da yüzde 75 burs veriyorum demenin mantığı olur mu?