Tarihe ilgi duyan, geçmişi soran, sorgulayan bir toplum değiliz. Her ne kadar tarihi dizi ve filmler, izleyici rekoru kırsalar da, o sizi yanıltmasın.
Merak edilen, meclis ve cephede yaşananlar değil, harem!
Ama bu kadarı bile tarihçileri mutlu etmeye yetiyor da artıyor.
Bu ilginin arkası gelecektir, gelmeli de görüşündeler...
Peki durduk yerde, bizim bu tarih merakımız nereden çıktı?
Önceki gün, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün gerçekleştirdiği 2. Ulusal Sakarya Zaferi ve Haymana konulu sempozyum için Haymana’daydım. Geçen yıl da katılmış ve müthiş etkilenmiştim. Bu yıl da öyle oldu. Yakın tarihimizi, en kısa zamanda Genç Bakış’ta da ele almak istiyorum. Çünkü bu ülke nasıl kuruldu, bugünlere nasıl gelindi, pek çoğumuzun haberi bile yok. Özellikle de gençlerin!..
Bu eksikliği, nasıl tamamlarız diye düşünülmesi gerekirken, şimdi bir de üniversitelerdeki İnkılap Tarihi dersinin kaldırılması gündeme geldi.
Üniversitelerde birinci kayıt dönemi güya sona erdi. Ama hâlâ korsan kayıt yapan okullar var. Yani daha ek yerleştirme başlamadan, keyfi kayıt dönemi söz konusu. YÖK buna ne der çok merak ediyorum.
Oysa kayıtların devam etmesi gereken dönemler olacak. Örneğin, ikinci yerleştirme sonrasında ortaya çıkacak kontenjan açıkları ne olacak?
Yine aynı şekilde, fen ve Anadolu liselerindeki boş kontenjanlar nasıl doldurulacak?
YÖK ve MEB’in, şimdiden bu boş kalacak kontenjanlara ortaklaşa kafa yormaları gerekiyor. Yoksa, birkaç hafta sonra ciddi sıkıntılar yaşanır!..
Bu arada sınavla öğrenci alan okullara giremeyen yine aynı şekilde hiçbir okula kaydını yaptıramayan on binlerce öğrenci var. Kayıtlar da bitmek üzere ve aileler şaşkın!
Peki, bu öğrenciler ne olacak?
MEB kurmaylarının bu soruna da çare üretmelerinde yarar var. Çünkü okullar açıldı, açılacak!..
Üniversitelerde enteresan gelişmeler oluyor. Özellikle de vakıf üniversitelerinde. Bunlardan en ilginci de Haliç Üniversitesi.
Üniversiteyi Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu ve arkadaşları kurdu. Zor koşullarda 15 yılı geride bıraktılar. Kent üniversitesi kimliği ile farklı bir noktaya geldiler. Ve üniversite tam rayına oturdu derken, son birkaç aydır, tepe yönetiminde oldukça hareketli günler yaşadılar.
Patronaj üç ayda üç defa el değiştirdi. Önce, üniversitenin kurucusu Gedikoğlu devre dışı bırakıldı, sonra onu devre dışı bırakanlar devre dışına itildi, şimdi yeni bir yönetim süreci için masaya oturuluyor.
Benzer gelişmeler diğer üniversitelerde de oldu, olmaya da devam edecek.
Örneğin Işık Üniversitesi’nde, üniversitenin kurucu rektörü Sıddık Yarman, önce kapı önüne konuldu, sonra da daha üst görev olan mütevelli heyeti başkanlığına getirildi.
Bilgi Üniversitesi’nde ise kurucular üniversiteye veda etmek zorunda kaldı.
Haliç Üniversitesi’ndeki durum ise farklılığını koruyor. Yazacak çok şey var. Ama zamanı değil, önce üniversitenin toparlanması gerekiyor. Çünkü bu üniversiteler kolay kurulmuyor, kolay kolay da harcanmamalı. YÖK’ün bu konudaki soğukkanlılığı da takdire
Cevabı çok zor değil ama içinden çıkılması hiç de kolay olmayan bir soru. Çünkü hem yüzlerce cevabı var hem de kişiden kişiye değişir. Bu yüzden eğitimin genel sorunları yerine, bugün sadece iki önemli sorunu tartışmaya açmak istiyoruz.
İlki Başbakan Erdoğan‘ın seneye kalkacak dediği dershaneler, ikincisi de hep göz ardı edilen tuvaletler...
Dershaneler kapanır mı?
Başbakan Erdoğan‘ın, Başbakan olmanın ötesinde bir dede olarak dershanelerin kalkmasını istemesini ve bu konudaki kararlı tavrını canı gönülden destekliyoruz. Diğer tüm velilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin ve hatta dershanelerin de bu görüşte olduğuna eminiz.
Ama dershaneler kalksın demekle, dershaneler kalkmıyor, bunu da çok iyi biliyoruz.
Çünkü içerisinde bulunduğumuz sistem, dershaneleri besliyor, öğrenciyi dershanelere zorunlu hale getiriyor.
Bu yüzden, her şeyden önce sisteme çeki düzen vermek gerekir ki, o da öyle bir yılda olacak iş değil.
70-80 kişilik sınıflar, sabah ve öğlenci olmak üzere günde 16 saat ders yapmak zorunda okullar, hatta ataması yapılmayan 40 bin, yer değiştiren 60 bin öğretmen.
Ayrıca yeterli kadro olmadığı için görevlendirilen en az 50 bin öğretmen ve parçalanmış binlerce öğretmen ailesi!..
Hâlâ rapor peşinde koşan velileri, ödenek yetersizliği nedeniyle kıvranan okul müdürlerini, bakım ve onarımları hala bitmediği için ne yapacağını şaşıran yöneticileri, norm kadro fazlası öğretmenleri ve bu öğretim yılı için verilen kallavi sözleri hiç hatırlatmak bile istemiyoruz.
Okullar açılsın yeter.Mini mini birler zaten yarın okula başlıyor. Büyükler de gelecek haftadan itibaren okullu olacak.
Eskiden de sorunlar yok muydu? Elbette vardı. Ama bu yıl sanki biraz daha fazla.
Daha da vahimi, sorunların varlığının kabullenilmemesi.En tepeden en aşağıya kadar herkes sorunları halının altına süpürerek yok sayıyor.
Bu da çözümü güçleştiriyor.
Üniversitelerdeki hazırlık sınıflarının yarattığı sıkıntının boyutları, görünen o ki tahminlerimizin çok üzerinde.
Günümüz gençlerinin, mutlaka birkaç yabancı dil öğrenmeleri konusunda hiç kimsenin kuşkusu da, itirazı da yok.
Ama mevcut uygulamadan üniversite rektörlerinden öğrencilere, YÖK’ten işverenlere kadar herkes şikayetçi.
Sistemin sakıncaları ve iyileştirilmesine yönelik o kadar çok mail geldi ki, bunları sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Çünkü artık bu konuda ortak bir akıl oluşturma zamanı geldi de geçiyor...
Neden dil öğrenemiyoruz?
“Sayın Güçlü, İngilizce hazırlık sınıfları kalsın, kalksın mı?” başlıklı makalenizi okuduktan sonra sadık bir okuyucunuz olarak bazı tespit ve düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.
* Türkçe sentaks, semantik, kelime benzerliği ve gramer açısından moderniteyi temsil eden batı uluslarının konuştukları dillerden tamamı ile farklıdır. Bu nedenle herhangi bir batı dilini ana dili olarak konuşanlar diğer bir batı dilini rahatlıkla ve çok kısa sürede öğrenebilmektedir. Bir batı dilini öğrenmek ise biz Türkler için daha çok özveri, çaba, konsantrasyon, azim ve sebat gerektirmekte.
Mini mini birler, pazartesi günü okula başlıyor. Ve bu öğretim yılı, öncekilerden çok farklı olacak.
100 yıl geriye gidecek diyenler de var, ileriye gidecek diyenler de.
Ne olacağını, pazartesiden itibaren hep birlikte göreceğiz...
Siyasi tartışmaları bir kenara bırakıp şu günlerde cevabı aranan çok önemli bir soruya cevap aramak istiyoruz.
Bu konuda sizden de katkı bekliyoruz.
Sorumuz çok basit:
Eğitimdeki başarısızlığın sorumlusu kim?
Üniversite giriş sınavlarında dereceye girip, hazırlık sınıfını aşamadığı için eğitimi yarıda kalan binlerce öğrenci var. Hem de daha kazandığı bölümün derslerini hiç almadan.
Öğrenci mühendis ya da doktor olmak için o fakülteye giriyor ama İngilizce barajı yüzünden hayaline kavuşamıyor.
Zaten çok tartışmalı olan bu konu Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer’in sözlerinden sonra yeniden hararetlendi.
İşte cevap bekleyen sorulardan bazıları:
* İyi İngilizce bilmeden iyi doktor, mühendis olunmaz mı?
* Mezuniyette aranması gereken İngilizce yeterliliğinin üniversiteye girişte istenmesi ne kadar doğru?
* Türkiye’de gerçek anlamda yabancı dille eğitim yapılıyor mu?