Liselere giriş sınavı SBS sonuçları dün açıklandı. Ama sınav sonuçları, baştan aşağı tam bir komedi. Ne kendi içerisinde bir tutarlılığı var ne de inandırıcılığı.
Örneğin Türkiye şampiyonu, sınavda elde ettiği başarıya göre değil, satranç şampiyonasında aldığı madalyaya göre belirlendi. 6, 7 ve 8’inci sınıflara yönelik SBS’lerde üç yıl peş peşe soruların tümünü yapan 21 şampiyon adayı varken, ayrıca kolejlere girişte esas alınan SBS 8’de yine soruların tümünü yapan 677 öğrenci şampiyonluk beklerken, Nezihe Ezgi Menzi’nin MEB tarafından Türkiye Şampiyonu ilan edilmesi, kendisi de dahil herkesi şaşırttı.
MEB’in bu yöndeki kararı kılavuzda yer alıyor. Eğer şampiyonluğu etkilemeseydi, çok fazla dikkat de çekmeyecekti ama şimdi adliyelik oldu ve muhtemelen iptal edilecek. Çünkü eşitlik ilkesini bozuyor gerekçesiyle, benzeri pek çok karar uygulamadan kaldırıldı.
Kaldı ki, üniversiteye girişte katsayıların kaldırılmasının en önemli gerekçesi de, sınavda elde edilen başarının, hiçbir şekilde gölgelenmemesiydi. Bu konuda Başbakan Erdoğan‘ın çok sayıda açıklaması bulunuyor...
Bize gelen duyumlar, Ezgi’nin 7 ve 8’de soruların tümünü yapmasına karşın, 6’ncı sınıftaki sınavda aynı
Bir milyonu aşkın öğrencinin yarıştığı SBS sonuçları bugün açıklanıyor.
8'inci sınıflara yönelik SBS'de, 100 sorunun 100'ünü yapıp 500 puan alan, bine yakın şampiyonun çıkması bekleniyor.
Yani neredeyse hemen her dershanenin, her okullar zincirinin, 30-40 tane şampiyonu olursa şaşırmayalım.
Peki 6, 7 ve 8'inci sınıf SBS'lerin tümünde soruların tamamını yaparak, tam puan alan kaç şampiyon çıkar?
İşte o kadar fazla olmaz. Ama yine de çok sayıda öğrenci çıkacaktır. Ama herhalde en anlamlısı Bilfen'den çıkacak. Çünkü yüzde 92 görme özürlü bu öğrenci, zorun da zorunu başararak üç sınavda da soruların tümünü cevaplama başarısı gösterdi. Kendisini şimdiden kutluyoruz...
Milliyet Tercih Rehberi
Tıpkı üniversiteye girişte olduğu gibi liselere girişte de Milliyet yine yanı başınızda olacak.
Üniversitelerin 2012 kontenjanlarının bir milyona yaklaşması, dün, gazete ve televizyonların neredeyse tamamında “müjde” diye verildi.
Peki bu haber, gerçekten de müjdeli bir haber mi yoksa üniversitelerde alarm zillerinin çaldığının son göstergesi mi?
Gazeteciliğe başladığımda üniversite sayısı 19’du, şimdi 170. Artmasın mı, elbette artsın. Hatta 200 değil, 250’ye çıksın. Çünkü, yüksek öğrenimdeki okullaşma oranımız, Avrupa ortalamasının çok gerisinde. Eğer AB’ye girmek istiyorsak, eğer dünya devletleri arasında birinci ligde top koşturma gibi bir hayalimiz varsa, üniversite sayımızı ve kontenjanları artırmak zorundayız. Bunu her ortamda tartışmaya da hazırız...
Yeni üniversite açmak iyi de!..
Ama madalyonun öteki yüzü SOS veriyor. Hemen her konuda olduğu gibi üniversite ve kontenjan sayısındaki artışlar da yarardan çok zarar vermeye başladı. Yani plansız, programsız ve altyapısız bir büyüme söz konusu.
Son 30 yılda üniversite sayısı yüzde 850 arttı. Öğrenci sayısındaki artış da yüzde 1000’i geçti.
ÖSYM, dün üniversitelere alınacak öğrenci kontenjanlarını açıkladı ve tarihi bir rekora imza attı.
2012-13 Öğretim Yılı’nda üniversitelere, açık öğretim hariç tam 937 bin öğrenci alınacakmış. Açık öğretime girenler de hesaba katıldığında, bu yıl, bir milyondan fazla adayın üniversiteli olması öngörülüyor.
Peki bu mümkün mü? Açılan her kontenjan dolacak mı? Yoksa üniversitelerde eşi görülmemiş bir kontenjan açığı kalarak, derin hayal kırıklıkları mı yaşanacak?
Düne kadar, üniversiteye girmek için her türlü fedakarlığa katlanan adaylar, bu yıl üniversiteye girmek bu kadar kolayken, bu haklarını kullanacaklar mı?
LYS’ye giren aday sayısı 871 bin, açık öğretim hariç toplam kontenjan 937 bin! Bunun ne anlama geldiğine geçmeden önce gelin isterseniz önce rakamlara bir göz atalım.
Nereden nereye?
Üniversite tercihleri yakında başlayacak. Ve bu konudaki en güvenilir başvuru kaynağı, önceki yıllarda olduğu gibi yeni Milliyet Üniversiteler Tercih Rehberi olacak.
A’dan Z’ye devlet ve vakıf üniversitelerinin tümünün yer aldığı tek tercih rehberi olma özelliğini bu yıl da koruyacak.
120 sayfa olacak ve 20 Temmuz’da Milliyet’le birlikte bedava verilecek.
Gazetenizi şimdiden ayırtın, yoksa yıl boyunca el altında bulunduracağınız çok önemli bir kaynaktan mahrum kalabilirsiniz…
Peki, içinde neler olacak?
Merak ettiğiniz her şey. Özellikle de yurt, burs ve akademik olanaklar.
Ama daha önemlisi, en yetkili ağızdan yani rektörlerin ağzından, diğer üniversitelerden ne farkları var ki, öğrenci sizi seçsin sorusunun cevabını alacağız.
Rektör atamalarında, dünden bugüne Çankaya’yı anlamak hiç mümkün olmadı. YÖK, hep esen rüzgara göre hareket etti. Devir, hangi devirse, onun borusunu öttürdü. Ama Çankaya, devletin başı, yanlışların düzeleceği en yüksek nokta. Bu hep öyle bilinir. Ancak gel gör ki atılan her imza, tartışmaları da beraberinde getiriyor...
80’den bu yana rektör atamalarını çok yakından izliyorum. Evren, Doğramacı kimi isterse onu rektör yapardı. Özal ve Demirel dönemlerinde, siyasi iradenin, üniversiteler üzerindeki etkisi artamaya başladı. Özellikle, yeni kurulan üniversitelere atanan kurucu rektörler, o günün iktidarlarına yakın olan isimlerdi. Sezer döneminde ise bazen seçim, çoğu zaman da sıkı statükocu olmasına bakıldı. Gül’le birlikte ise seçim sonuçlarının da dikkate alındığı oldu ama asıl önemli kriter, iktidardan çok, kendine yakın isimler oldu. Örneğin son atamalarda bu durum kendini iyice hissettirdi!...
İTÜ’de rektör niye gitti?
İTÜ Rektörü Muhammed Şahin, son dönemin en başarılı rektörlerinden birisiydi. Kime sorsanız, bunu söyler. İTÜ’de devrim gibi kararlar aldı. Örneğin İngilizce eğitime geçti. Devasa teknopark kurdu. İlk defa, ODTÜ ve Boğaziçi’ne hodri meydan çekildi.
En önemli yasaları bile birkaç gün içinde imzalayan Cumhurbaşkanı Gül, rektör atamalarında, ince eleyip sık dokuyor. Çünkü, kimi atarsa atasın, ciddi tartışmaları da beraberinde getirecek.
Gül, rektör atamalarında sandığa mı itibar edecek yoksa YÖK’ün sıralamasına mı?
Gelen duyumlar, bu konuda ciddi sıkıntıların yaşandığı yönünde. Özelikle de bazı büyük üniversitelerde. Daha önce de yazdık, bir kez daha yineliyoruz, bazı atamalar Hükümet ile Çankaya arasında soğuk rüzgarlar estirebilir ve bardağı taşıran son damla olabilir.
Şimdi birileri, bu değerlendirmeye, öküzün altında buzağı arıyor şeklinde bakabilirler. Ama YÖK Başkanlığı’na, Gökhan Çetinsaya’nın atanmasından sonraki süreci ve YÖK’ün şu andaki halini yakından izleyenler, böyle bir öngörüye, eksiği var, fazlası yok yorumunu getirebilirler. Çünkü, dışarıdan tek kutuplu ve iktidarın güdümünde gibi görünen YÖK’te, kimin eli, kimin cebinde belli değil.
Bilindiği gibi YÖK’e üç kanaldan üye geliyor. 21 üyeli YÖK’ün üçte birini cumhurbaşkanı, üçte birini hükümet, üçte birini de üniversiteler arası kurul atıyor. Ve şu anda, neredeyse hepsi birbiriyle çekişme halinde. Birinin ak dediğine, diğer kara diyor. Başkanın kurul
Yeditepe Hukuk Fakültesi, Dekan Haluk Kabaalioğlu’nun önderliğinde çok önemli projelere imza atıyor. Özellikle yaz aylarında, seminer, konferans ve yaz okulu için dünyanın dört bir yanından konukları oluyor. Bir anlamda, hukukta, Türkiye’nin dünyaya açılan pencerelerinden birisi. Önceki hafta, Avrupa Hukuk Fakülteleri Birliği’nin yönetim kurulu orada gerçekleşti. Ama benim asıl sözünü edeceğim, toplantı, önceki gece Kadıköy KOÇO’daki bir akşam yemeğiydi. Amerika’dan hukuk dekanları, hocalar ve bir de çok önemli federal yargıç vardı...
Türkiye’deki hukuk siteminden çok, geneli konuştuk. Türkiye üzerine fazla yorum yapmak istemediler. “Çünkü yeterince tanımıyoruz” dediler. Duyumlara göre, yorum yapmak istemedikleri de her hallerinden belli oluyordu...
Hukuk devleti?..
Dekanlara ve federal yargıca, “Dünyada, işte hukuk devleti bu, diye örnek gösterebileceğimiz bir ülke var mı?” diye sordum. Cevabı en zor sorulardan biriydi. Uzun uzun düşündüler. En iyilerinden birisi Amerika dediler. İngiltere’yi ekleyen de oldu. Ama sanki en iyisi bu demekten daha çok, içlerinde en iyisi bu demeye getirdiler...
Peki dünyadaki hukuk ve hukuk devleti kavramı giderek daha güçleniyor mu