Dile kolay 100'üncü Sayı.
İnşallah bininci, on bininci sayıları da yine hep birlikte kutlarız.
Milliyet dışında eğitimde sürekli yayın yapan yok gibi. Esen rüzgâra göre, zaman zaman, özellikle de tercih dönemlerinde, ilan amaçlı yayınlar gerçekleşiyor ama devamlılığı olmuyor.
Türkiye’nin en büyük ve en hızla büyüyen sektörlerinden birisi olan eğitim maalesef, dünden bugüne hak ettiği ilgiyi görmüyor. Özellikle de medyada.
Eğitime yönelik haberler, popüler haberler arasında kaybolup gidiyor ya da hak ettiği önemi bulamıyor.
Milliyet Akademi ve Eğitim Vitrini sayfaları, işte bu açığı kapatmak için getirildi ve müthiş ilgi gördü.
Şimdi hiç bir öğretim kurumu, çıkıp da, bizim şu etkinliğimiz ya da başarımız vardı ve medya ilgi göstermedi diyemez. Başkalarını bilemeyiz ama Milliyet olarak biz kendi adımıza konuşursak, hiç kimse bizi bu konuda suçlayamaz. Çünkü haber değeri taşıyan, tüm etkinlikleri ve gurur tablolarını sayfalarımıza taşıdık.
Eğitimde ciddi arayışlar var. Olması da gerekiyor. Ama öyle ya da böyle bir adım atıldığında da kıyametler kopuyor.
Bakan Dinçer, artık ne yapsa, öküzün altında buzağı aranıyor. Oysa biraz sabırlı olmakta yarar var. Eğer iddia edildiği gibi, gizli bir gündemi varsa, zaten yakında ortaya çıkar. Ama eğer yoksa, cesareti kırılmış olur ki, işte en vahim durum o olur...
Milli Eğitim Bakanlığı, siyasetçi harcama makamı. Gelen gidiyor. Gitmekle de kalmıyor, başta morali olmak üzere, düzeni altüst oluyor...
Dinçer, akademik kökenli bir bakan. Hâlâ siyasetçi olamadı. Bu yüzden de, bir siyasetçi gibi değil, akademisyen gibi davranıyor. Söylenmesi gerekenleri, hiç evirip çevirmeden ‘dan’ diye paylaşıyor. Bu da hem kendisini yoruyor hem de muhataplarını.
Proje ertelenebilir mi?
Aceleci çünkü çok zaman kaybedildi. Hatalar yapıyor çünkü konulara daha tam olarak vakıf olamadı. Kızgın çünkü yapmak istedikleri ile kamuoyunun algılaması neredeyse taban tabana zıt...
Türkiye günlerdir başkanlık sistemini tartışıyor. Peki başkanlık sistemi gelir mi? Gelirse, yargıdan parlamenter sisteme, neleri değiştirir? İşte bu zor soruların cevabını, önceki gece, Genç Bakış’ta aradık. İstanbul Aydın Üniversitesi’nde gerçekleşen programda konuklarımız, bu alandaki en donanımlı isimlerdi. Olaya daha çok akademik açıdan ve dünyadaki uygulamaları açısından baktılar. Ekran başındakilerin de ilgiyle izlediği programın sonunda gelinen nokta, bu geçişin o kadar da kolay olmayacağı şeklindeydi.
İşte programdan satır başları:
Başkanlık sistemini kim istiyor?
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu (Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı)
- Acaba sistem değiştirmeyi, parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçmeyi Türkiye mi istiyor, yoksa Türkiye’de bazı yöneticiler mi?
Biraz iddialı başlık oldu ama gerçek. Bu konuda hiç mütevazı olmaya gerek yok.
Keşke bu konuda başkaları da bizimle yarışsa da eğitim haberleri medyada daha çok yer bulsa.
Milliyet Akademi, Milliyet Eğitim Vitrini ve eğitime yönelik diğer tüm köşeler, eğitimde olup bitenleri çok daha yakından izleyebilmek için. Olaylara sadece MEB, YÖK, ÖSYM, üniversiteler ya da diğer öğretim kurumlarının çerçevesinden bakmıyoruz.
Veli ve öğrencilerin beklentileri de bizim için çok önemli. Aslında Milliyet’in eğitime yönelik çabaları, dünden bugüne hep en iyisini bulma arayışı için oldu. Bundan sonra da öyle devam edecek…
Önümüzde, rektörlük seçimleri ve SBS, LYS gibi çok ciddi süreçler var.
20’yi aşkın üniversitedeki seçim heyecanını, objektif bir gözle bu sayfada izleyebileceksiniz. Yine aynı şekilde anaokulundan üniversiteye bir öğretim kurumu seçerken de en doğru ve en ayrıntılı bilgileri yine bizden alabileceksiniz. Bu sayfa ve Milliyet Akademi, söyleyecek sözü olan herkese açık.
Yeter ki eğitim adına hep birlikte çok güzel işlere imza atalım. Çocuklarımıza çok daha iyi bir gelecek sunalım…
Milli Eğitim Bakanlığı’nın FATİH Projesi’ni tanıtmak için hazırladığı tanıtım filmi, günümüz eğitim sistemini ve günümüz öğrencilerini, en çarpıcı şekilde anlatıyor. Aslında farkına varmadan en doğru mesajı veriyorlar ama eminim ki bu yazdıklarıma çok kızacaklar.
Çünkü onların anlatmak istedikleri, daha doğrusu anlatamadıkları, bambaşka şeyler!..
Tanıtım filminde, Fatih’le bir öğrenci arasındaki bir karşılaşma anı, canlı olarak anlatılıyor.
İzlemeyenler için hatırlatma yapalım:
Filmde, Fatih Sultan Mehmet, hocası Akşemsettin’le bir hana giriyor. Padişahın geldiğini gören hemen herkes ayağa kalkarken 12-13 yaşında bir çocuk, hiç istifini bozmadan tabletinin başında sanal dünyada sörf yapmaya devam ediyor. Çevresindekiler gibi Fatih Sultan Mehmet de, bu duruma şaşıp kalıyor. Çocuğun başına gidip ne yaptığını soruyor. Çocuk, tabletini gösterip, ders çalıştığını söylüyor.
Fatih, “Bununla mı çalışıyorsun?” deyince çocuk, “Evet, İhtiyacım olan her şey tabletimde var. Üstelik e-içerikli z-kitaplarla ders çalışmak çok daha zevkli. Öğrenmek istediğim her şey parmaklarımın ucunda” diye yanıt veriyor.
Fatih, çocuğu şaşkınlıkla dinlerken, “Ben var mıyım acep, parmaklarının
Sanki şampiyonluk maçı değil, üçüncü dünya savaşıydı. Hırs, kin, öfke şiddet ne ararsanız vardı. Üstelik rakip takımın seyircisi de yokken. O halde bu kadar gerginlik niye yaşandı?
Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nun dışarıdan görünümü aynen bu şekildeydi. Ama maça gidenlerin yani orada bulunanların anlatımı çok farklı. Öyle ki içlerinde, bir daha maça gitmeye tövbe eden fanatikler bile var.
Peki Fenerbahçe seyircisini bu noktaya getiren ne oldu?
Maçın skoru mu? Polis mi? Kaçan kupa mı? Zaten uzun süredir yaşadığı gerginlik mi?
Aynı durumda, başka bir takım olsaydı, yaşananlar farklı mı olurdu?
Daha da önemlisi, ortada ille de bir suçlu aranıyorsa bunun tek suçlusu o, bu ya da şu mu?
Sosyal olaylar üzerine yorum yapmak, hiç de kolay değil. Hele hele yaşananları, tek bir gerekçeye dayandırmak, yanlışların en büyüğü olur!..
Öyle ya da böyle, bu maç geride kaldı. Ama asıl önemli olan, bu maç öncesi ve sonrasında yaşananlardan, ders aldık mı?
Milli Eğitim Bakanı Dinçer, 66 ayını dolduran çocuklarını, okula göndermeyen velilerden hesap soracaklarını açıkladı. Kimileri bunu, aba altından sopa gösterme şeklinde algıladı.
Oysa verilecek olan ceza, sadece para. O da atla deve değil. Zaten bugüne kadar uygulandığını gören de, duyan da yok. Tıpkı kapalı mekânda sigara içenlere verilen ceza gibi. Batılı ülkelerin çoğunda, okul çağındaki çocuğunu okula göndermeyen verilen cezalar, bizdeki ile kıyaslanmayacak oranda ciddi. İşin ucunda hapis de var, velayetin anne-babaların elinden alınması da.
Bu yüzden Bakan Dinçer’in hesap sorması, sadece bir iyi niyet gösterisi, yoksa dayatma değil. Ama eğer dayatma haline getirirse, işte o zaman velilere de, hesap sorma hakkı doğar. Örneğin, öğretmen konusunda, örneğin sınıfların kalabalıklığı konusunda, örneğin ders kitapları ve müfredat konusunda.
Ayrıca hele bir de okul öncesi ile ilköğretim bir birine karıştırılırsa!..
Veliler neden tedirgin?
Bu yıl okula başlama çağında olan veliler tedirgin, hem de çok tedirginler. Kafalarında onlarca soru var. Ama muhatap bulamıyorlar. Bu yüzden de kafaları karma karışık. İşte bu yönde gelen yüzlerce mailden birisi: “MEB in 09/05/2012
Neredeyse hemen her ay, birkaç tane yeni üniversite açılıyor. Ama Hasan Kalyoncu Üniversitesi onlardan birisi değil. Açılalı çok oldu. Sadece ismi değişti.
Ana kampüsü Gaziantep'te. Bir ayağı da İstanbul'da. Şimdiye kadarki adı Gazikent Üniversitesi'ydi. Genç Bakış için iki kez gitmiş ve ilkinde Maliye Bakanı Şimşek'i, ikincisinde ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'i konuk etmiştik.
Henüz çiçeği burnunda üniversite olmasına karşın, çok iyi bir performans sergilemişlerdi. Ama, yeni adıyla Hasan Kalyoncu Üniversitesi'ni farklı kılan, öğrencilerine bir aile büyüğü şefkatiyle yaklaşıyor olması.
Bu öğretim yılında, hiçbir ekstra ücret talep etmeden, yurt, yemek ve ulaşımı ücretsiz hale getirdiler. Ayrıca çok sayıda öğrenciye de çeşitli oranlarda öğrenim bursu sağladılar. Bütün bunları yaparken de mütevazılığı hiç elden bırakmadılar. Çünkü kurucumuz hep böyle olsun isterdi, dediler...
Üniversiteyi 2008'de Hasan Kalyoncu kurdu. Ama aynı yıl içerisinde aniden aramızdan ayrıldı. Şimdi bayrağı, kardeşi ve çocukları taşıyor. İsim değişikliğini ise bir ahde vefa olarak değerlendiriyorlar.
Rahmetli Hasan Kalyoncu, kazandıklarının önemli bir kısmını, her zaman insana