Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in şikâyet torbasından her gün yeni tavşanlar çıkıyor. Yeni “takıntısı“ ise önlükler. Öğretmenler gibi önlüklere de fena halde takmış durumda. Meğerse bizi, bu konuda, bugüne kadar, hep kandırmışlar. Yoksulluğu örtsün diye önlükte ısrar edilmesi tam bir kandırmacaymış! Ama artık görünen o ki, o da ömrünü tamamlamış...
İşte Bakan Dinçer’in dün Kanal 24’te söyledikleri:
- Ben önlüklerin sadece iktisadi faktörlerle kabullenilmiş olduğuna çok inanmak istemiyorum. Normal şartlarda özellikle sanayi toplumunun belirli bir safhasında daha çok da otoriter rejimlerin bunu çok bilinçli ve biraz da ideolojik bir tarzda yaptıklarını düşünüyorum.
- İktisadi olarak henüz gelişmemiş pek çok ülkede, bu tip formaların kullanılmadığını görüyoruz. İnsanlar, kendi ailelerinin üretip kullandığı, üretip geliştirdiği ürünleri giyerek okuluna gidebiliyorlar. Dolayısıyla esas maksadın daha çok ideolojik bir tavır olduğunu ve onun belirli bir düşünceyi ima ettiğini ortaya koyuyor.
- Değişik ülkelerde farklı uygulamalar var, ama hiç birisinde standartlaştırılmış tek tip uygulamaya rastlamak mümkün olmuyor. Ülkemizde az önce sizin ifade ettiğiniz gibi pek çok
Milli Eğitim Bakanı Dinçer’in eğitime, özellikle de öğretmenlere yönelik eleştiri bombardımanı devam ediyor. Dün, CNN Türk’te yine verdi veriştirdi. Hem de uluslararası raporlara dayanarak.
Dünya Bankası, OECD, AB raporları ve PİSA sınavları yeni bir şey değil. Düne kadar hiç ciddiye almazken, şimdi ne oldu da bir anda dört elle onlara sarıldık?
Eskiden kızılırdı, şimdi referans gösteriliyor!
İşte Bakan Bey’in son salvoları:
- Ülke olarak biz PISA sınavlarında 34 ülke içerisinde 33. olduk. Bu geriye dönüp baktığınızda size gurur veriyor mu? Veya Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün kurumlarında, özel eğitim kurumlarında, dershanelerde, hatta bazen maddi durumu iyi olan veliler evlerinde çocuklarına özel kurslar aldırarak üniversiteye hazırlıyorlar. Üniversite sınavında kendi çocuklarımız 40 fen sorusundan ortalama 4 soruya doğru cevap verebiliyorlar. Örneklendirmeyi biraz çoğaltmak istiyorum. Yine 15 yaş grubunda tüm OECD ülkeleri içerisinde matematik sınavında bizim çocuklarımız 1 yıl geride gözüküyor. Aynı parayı harcadığımız halde, mesela Macaristan’la aşağı yukarı 4 bin dolara yakın ortalama masraf ediyoruz öğrenci başına tüm Türkiye’de. Yine matematik alanında
Eğitimle ilgili herhangi bir konuya, bir dokunun, bin ah işitin. Gidişattan ve sistemden, en fazla şikâyetçi olanların başında da Milli Eğitim Bakanı Dinçer geliyor.
Bakan Dinçer’in hemen her konuşmasını alın inceleyin, memnun olduğu tek satır yok. Hep durum tespiti ve şikâyet var.
Söylediklerinde haksız mı?
Yüzde 90’ın altına hepimiz imza atarız. Ama asıl şaşırtıcı olan, 10 yıldır kendilerinin iktidarda olduğu ve şikâyet ettiği konuların neden bugüne kadar ele alınmadığı?..
Diyor ki, gereğinden çok fazla öğretmen var ve artık eğitim fakültesi açılmasına izin vermeyeceğim.
Çok haklı.
Peki ama her köşe başına üniversite açılırken, eğitim fakültelerinin kontenjanları böylesine şişirilirken, kendileri ya da kendinden önceki bakanlar neredeydi?
Milli Eğitim Bakanlığı gibi eğitime yönelik dernek ve sendikalar da, sürekli bir arayış içerisinde.
Sanki Türkiye’de değil de, uzayda yaşıyorlar.
Öylesine farklı öneriler getiriyorlar ki, gerçekten de şaşıp kalıyorsunuz.
Bir de bunları söyletmek için dünyanın dört bir yanından uzmanlar davet ediyorlar.
Gören de sanır ki: Paramız çok, başka sorunumuz da yok.
Böylesi fantezi projelerle de, biz ilgilenmeyeceğiz de kim ilgilenecek!
Hayal denizinde uçmak elbette çok önemli. Hayal etmek başarının yarısıdır derler. Peki, ama diğer yarısı?
Binali Yıldırım’ın patronajındaki Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, bakanlıklar içerisinde belki de performansı en yüksek olanı. Kendi bakanlığına yönelik icraatlarının yanında, başta Milli Eğitim’e olmak üzere daha pek çok bakanlığı çok önemli teknolojik destekte bulunuyorlar.
Bilişim sınıfları, akıllı tahtalar ve FATİH projesinin finansman ve altyapısını onlar sağlıyor...
Geçenlerde dile getirdiğimiz, Web Tabanlı İngilizce Eğitim Sistemi ve Multi Medya Dil Sınıfı Projesi de bunlardan birisi. Üniversite öğrencilerine, her an, her yerden ulaşabilecekleri uzaktan eğitim projesiyle İngilizce öğretmeyi hedefliyor. YÖK’le birlikte yola çıktılar. Ama görünen o ki, bakanlık tüm taahhütlerini yerine getirdiği halde, YÖK ve üniversiteler gerekli altyapıyı sağlamayınca, gecikmeler ve bazı sorunlar yaşanmış. İşte bunları dile getiren bir okuyucu mektubu yayınlayıp, gerekçelerin sorduk...
Bakanlık Basın Müşavirliği, Bakan Yıldırım’ın zarafetine ve eleştirel görüşlere duyduğu saygıya hiç yakışmayacak şekilde zehir zemberek bir açıklama göndermiş. Önce vatandaşlık görevini yerine getiren okura, sonra da bize vermiş, veriştirmiş. Oysa biraz da aynaya bakıp kendilerini
Doktora tezinin sunumunda yer alan duygusal teşekkürü, önceki gün sizlerle paylaşmıştık. İçeriğine yönelik bir tepik yok ama yayınlandığı yer konusunda yüzlerce eleştiri geldi.
Aslında amacımız, o aidiyet ve sevgi dolu satırları sorgulama yerine doktora tezlerinin ve akademik hiyerarşinin nasıl şekillendiğini ele almaktı. İşte bu çerçevede gelen çok çarpıcı maillerden bazıları:
Enteresan bir örnek
Dünkü yazınızda bir hayli önemli bir konuya değinmişsiniz.
Doktora tezlerinin ön sayfalarında yer alan “Teşekkür” kısmı veya bizim gibi İngilizce tez yazan üniversitelerde ve yurtdışındaki üniversitelerdeki tezlerde yer alan “Acknowledgements” kısmı.
Doktora tezlerimizin kalite sorununu tartışırken buradan başlamak oldukça isabetli.
En büyük hazinemiz gençler. Hele bir de onlara en iyi eğitimi verirsek, o hazine sadece bizim değil, dünyanın da en değerli hazinesi olur. Bu yüzden en iyi eğitimi nerede alabiliyorlarsa, oraya gitmelerine olanak sağlamalıyız.
Devletin yurtdışına yönelik olarak verdiği burs olanakları çok kısıtlı. Sivil toplum örgütlerinin ya da hayırseverlerin verdikleri burslar da devede kulak kalıyor.
Oysa Türkiye’nin sahip olduğu olanaklar ve geleneksel hayırsever yapımız, şu anda verilen bursların rahatlıkla 10 katına çıkmasına olanak sağlayabilir. Ama nedense bu alışkanlığı bir türlü oturtamadık.
Bırakın bu konunun çok uzağındakileri, en zor zamanlarında, burs desteği alıp, parlak bir gelecek yakalayanlar bile, kıt kanaat da olsa başkalarına burs vermiyorlar.
Burs veren kurumlara ya da kişilere sorduğum ilk soru hep şu oluyor:
Sizden burs alanlar, hayata atıldıklarında, ekonomik özgürlüklerine kavuştuklarında, az ya da çok geri dönüş yapıyorlar mı? Başka öğrencilere burs veriyorlar mı?
Söylenen rakamlar öylesine düşük ki, insanın yüzü kızarıyor. Birkaç kişi hepsi o kadar!..
Lafı hiç uzatmadan aşağıdaki satırları okumanızı ve bir tahminde bulunmanızı isteyeceğim.
Önce okuyalım:
“Tuttun elimden, kıvranırken çıkmazlarda. Yuva oldun, ellerimi sımsıkı tuttun, sükûnetle büyüttün beni. O bitmeyen korkularım uçup gitti senin kollarında. Ne muhteşem bir sevgiliydin sen... Hayatımın ‘iyi ki’ yanısın sen, hem arkadaş, hem en yakın dost, hem sevgili, hem aşk, hem kalbimin kahramanı oldun sen. Şu kısa ömrümü yıldızlandırdığın, anlam kazandırdığın, bana o yılları armağan ettiğin ..... tarihinden beri hep yanımda oldun, hayatımın her aşamasında kolaylık, rahatlık ve huzur sağlayan ve... çalışmam süresince beni yalnız bırakmayan ve bana rehberlik yapan eşim... Sana ne kadar teşekkür etsem azdır ey sevgili...”
Müthiş bir tutku. Ancak saygı duyulur. Allah bozmasın denir.
Peki bu satırlar nereden alındı? Çok özel bir aşk mektubundan mı, uzaktaki bir eşe gönderilen hasret nameden mi, bir romandan mı ya da bir bir doktora tezinin başındaki teşekkür sunumundan mı?
Son şıkkı yani doktora tezi sunumunu elbette çeldirici olsun diye koymadık. Ciddi ciddi soruyoruz. Sizce yukarıdaki satırlar nereden alınmış olabilir?
Eminim ki, ne kadar zorlarsanız zorlayın,