GÜNLERDİR burs arayanlarla, burs verenler arasında çöpçatanlık yapıyoruz. İstiyoruz ki, aydınlık Türkiye için bir mum da siz yakın. Devletin sahipsiz bıraktığı gençler tarikatların kucağına, terör odaklarının eline düşmesin. Uyuşturucu ve fuhuş batağının çirkinliklerinde kaybolmasın...
Burs arayan öğrencilerden, anne babalarından öylesine duygu dolu mesajlar geliyor ki, etkilenmemek mümkün değil. Onca zorluğa ve onca yoksullağa rağmen, başarılı, hem de çok başarılı olmuşlar. Ama önlerinde koskacaman engeller var. Barınacak yurt, öğrenimlerini sürdürecek burs bulamıyorlar.
Devleti yönetenlerin böyle bir sorunları olmadığı için olsa gerek, bugüne kadar üniversite gençliğinin ne barınma, ne de burs sorunuyla yakından ilgilendiler. Bu yüzden sorunlar azalacağına giderek tırmandı.
Okumak için çırpınan gençlerin önüne böylesine engeller çıkaran başka bir ülke bulmak gerçekten çok zor. Batılı ülkeler, gençler daha uzun süre eğitim alsın diye teşvik üzerine teşvik sağlarken, biz öğrenimlerini yarıda bırakmaları için elden geleni yapıyoruz.
KISA da olsa tatil çok güzel. İlla beş yıldızlı otellerde, tatil köylerinde olması gerekmiyor. Kafanızı dinleyebileceğiniz, mutlu olabileceğiniz her ortam, tüm çirkinliklere rağmen en güzel tatil ortamına dönüşebiliyor.
Tatilden dinlenmiş olarak döndüm. Ama kafamda binbir tane sorun var. Türkiye'yi gezdikçe kafam daha da karışıyor. Güneydoğu gezilerinde kendimi Ege'de, Akdeniz'de hissettiğim olmuştu. Bu bölgelerde gezerken de, "Güneydoğu buralardan çok daha iyi" dediğim çok oldu.
Yol boyunca başta Demirel olmak üzere Türkiye'yi yönetenlerin bol bol kulağını çınlattım. Bir yandan ülkeyi kara taşımacılığına mecbur kılacaksınız, öte yandan yol yapmayacaksınız. Olur şey değil...
Trafik canavarını uzaklarda aramaya hiç gerek yok. Günde 40, 50 can alan trafik canavarı, aslında Türkiye'yi yönetenlerden başkası değil.
İstanbul'u, ne Ege'ye ne de Akdeniz'e bağlayan doğru düzgün bir yol yok. Yolun olmadığı bir ülke nasıl gelişecek? Sayın Demirel, son kırk yıldır acaba eskortsuz bir yerden bir yere gitti
MİLLİYET'in Güneydoğu konserlerinden ilki önceki akşam gerçekleşti. Sezen ve Nilüfer tek kelimeyle mükemmeldi. Her ikisinin de 25 yılı aşkın sanat yaşamı var. Her ikisi de orasını, burası açmadan sesiyle, yorumuyla, besteleriyle hep zirvede kalmayı başardılar.
"Güneydoğu'ya eğitim seferberliği" kampanyamıza en sıcak destek ikisinden geldi. İlk kez aynı sahneyi paylaşmanın heyecanı içindeydiler. Bazen ikili, bazen tekli, bazen de orkestrayla birlikte Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduran binlerce sanatseveri adeta mest ettiler.
Sezen - Nilüfer konserlerinin yanı sıra, diğer konserlerin tüm geliri de Güneydoğu'da yapılacak eğitim kurumları için harcanacak. Sanatçılar ayrıca eylül ayı içerisinde hep birlikte Diyarbakır'da yine Güneydoğu için söyleyecekler...
Sezen ve Nilüfer'le konserler öncesinde uzun uzun konuştuk. Her ikisinin de entellektüel birikimi, sanılanın çok üzerinde. Ama, sahnedeki esprileri, kırk yıldır ağızlarda sakız olan "çok, daha çok koca" muhabbetinin ötesine geçemedi. Birikimleri, sempatiklikleri, Sezen'in müthiş
OKUL heyacanı bütün yurdu sardı. Kayıtların ardından öğretim kurumları da eylülün ilk haftasından itibaren bir bir açılmaya başlayacak...
Kayıtlarla birlikte, her yıl olduğu gibi "zorunlu bağışlar" yine gündemde. Son günlerde telefonlarımız en çok bu yüzden çalıyor. Velilerden çoğu ağlamaklı. 50 milyon, 100 milyon isteniyor. Bu parayı nasıl ödeyeceğiz sıkıntısı içerisindeler...
Bir yandan çocuklarının okumasını istiyorlar, öte yandan onlara daha iyi eğitim olanağı sunamamanın çaresizliğini yaşıyorlar. Anne, baba olarak yoksulluğun acısını belki de ilk kez böylesine ağır yüreklerinde hissediyorlar.
Bırakın özel okulları, iyi bir devlet okulunuda okumanın maliyeti de, çok ama çok yüksek. Bu yükün altından kalkabilecek belki yüz binlerce aile var. Ama yüz binlerce aile de var ki, 3 - 5 milyon lirayı bile ödeyecek güçte değil. Veliyi zorunlu bağışa zorlayanların en azından bu ayrımı yapmaları gerekir. Ama maalesef pek duyarlı oldukları söylenemez.
Okulların devletten aldıkları ödenekle ayakta
İSTANBUL Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin temeli Cumhurbaşkanı Demirel tarafından bugün atılıyor. Aslında fakülte 1993 yılında kuruldu ve dekanı da aynı yıl atandı. Ama nedense bir türlü öğretime başlayamadı. Uzun yıllar kağıt üzerinde sanal bir fakülte olarak kaldı. Kaplumbağa hızındaki bu gelişim sürecinin gerekçesi bürokratik engeller miydi, yoksa medyatik dekanın üniversiteye ayıracak zamanının olmaması mıydı bu belli değil...
İrticai çevrelere karşı İslamın aydınlık yüzü olarak parlayan, bilgisi ve yorumlarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Yaşar Nuri Öztürk Hoca, umarız bundan böyle asli görevi olan dekanlığa biraz daha fazla zaman ayırır da kendi gibi değerli din adamları yetiştirir.
1993'te kurulan ve dekanı atılan İÜ İlahiyat Fakültesi'nde halen sadece ve sadece 47 öğrenci var...
İlahiyat fakültelerinin kuruluş amacı yüksek düzeyde din adamı yetiştirmek. Eğer bu işlevlerini yerine getirmiş olsalardı, irticai faaliyetler bu kadar gelişmezdi...
8 yıllık kesintisiz eğitimden sonra
ÜNİVERSİTEYE girişte orta öğretim başarı puanı, eskisinden çok daha fazla önem kazandı. Yani öğrencinin lisedeki başarısı, üniversiteye girişte artı bir avantaj sağlayacak.
İyi mi oldu, yoksa kötü mü? Belli değil. Her kafadan bir ses çıkıyor. YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı "iyi oldu" derken, dershaneler veryansın ediyor. Sivil toplum örgütlerinin "Bu sistem tarikatların işine yarayacak" şeklindeki sert açıklamalarına karşın, İslami basın yeni uygulamayı yerden yere vuruyor.
Olaya burada bir parantez açarak, bu yılki sınav sonuçlarına bir göz atalım:
Her dört lise birincisinden birinin açıkta kalması, yani hiçbir yeri kazanamaması, orta öğretim başarı puanını yeniden tartışmalı konuma getirdi. Öyle ilginç örnekler var ki, okul birincisi hiçbir yeri kazanamamış ama buna karşın hiç dereceye giremeyen öğrenciler çok daha yüksek puanlarla, üniversiteli olmuş.
Milli Eğitim Bakanı ve YÖK Başkanı her ne kadar, öğretmenlerimiz adil davranıyor deseler de, uygulamada tüm okulların bu konuda duyarlı
TÜRKİYE'nin en iyi üniversitesi hangisi? ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent, Hacettepe, İTÜ ve İstanbul Üniversi mi yoksa Marmara, Ege, Yıldız, Arkara ve Selçuk Üniversitesi mi?
Ya da başka bir açıdan bakıldığında Türkiye'nin en iyi fakülteleri hangileri? Tıpta, ekonmi de, mühendislikte, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, mütercim tercümanlık ve eğitimde en iyiler hangileri?..
Bu soruların cevabı herkese göre farklı. Batı ölçülerinde akademik bir değerlendirme olmadığı için, hangi yükseköğretim kurumuna sorsanız, "en iyi" kendileridir. Ama Türkiye'de de hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir sıralama söz konusu. Bu da ÖSYM tarafından gerçekleştirilen üniversite giriş sınavları...
Gerçi son yıllarda sonuçlar üzerinde de oynanmaya başlandı. Örneğin, ilk 100'de Bilkent iyi durumda olduğu için Doğramacı'nın YÖK başkanı olduğu dönemlerde hep ilk 100 açıklandı. Sonra YÖK ve ÖSYM yönetimine ODTÜ'lüler gelince onlar da ilk 1000'de iyi oldukları için, ilk 1000'i açıklamaya başladılar. Sonra devreye Boğaziçi ve İTÜ girdi. "En iyilerin sizi seçtiğinizi
TAYYİP Erdoğan ve Sadettin Tantan'dan sonra dün de Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay'ı uzun uzadıya dinledik. Atay, oldukça eski bir politikacı. 30 yılı aşkın süredir meclis üyesi ve belediye başkanı olarak Beşiktaş'a hizmet veriyor. Girdiği her seçimden galip çıkmasının altında yatan neden, Beşiktaş'ı ve Beşiktaşlıları çok seviyor olması. O Beşiktaş'tan memnun, Beşiktaşlılar da ondan...
"Çok yoruldum. Baypas oldum, 5 damarım değişti. Artık köşeme çekilmek istiyorum. Ama daha önce olduğu gibi Beşiktaş sevgim yine ağır basarsa hiç şaşırmam" diyor...
Ayfer Atay'dan Beşiktaş'ın 2 bin 500 yıllık tarihini dinlerken, İstanbul adına bir kez daha kahroldum. Öylesine önemli tarihi bir mekanda yaşıyoruz ki, farkında bile değiliz. Öncesini bırakın Cumhuriyet öncesinde, tam 160 yıl Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti, yani yönetim merkezi olmuş. Bu yüzden 1980'lere gelinceye kadar bir hayli ihmal edilmiş. Ama Özal'ın İstanbul'u Beyrut yapma hayaliyle birlikte yeniden o eski görekmeli günlerine dönmüş. Beş yıldızlı oteller, göğü delmek için birbiriyle yarışan gökdelenler, büyük