TÜRKİYE'nin en zengin kentlerinden biri de Gaziantep. Ama galiba zenginlikle eğitim bir arada yürümüyor. Üniversite giriş sınavlarındaki başarı sıralaması bunun en açık göstergesi.
Zenginlik sıralamasında ilk 5'e giren Gaziantep'in, başarı sıralamasında 50'nci sıralara kadar düşmesi, kentte eğitime gönül verenlerin en büyük üzüntü kaynağı.
Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi, Gaziantep'te de, "daha çağdaş" bir kent için sivil inisiyatif bir araya gelmiş. Kentin aydınları, işadamları, akademisyenleri Gaziantep Kulübü çatısı altında toplanarak devletin, politikacıların, yerel yöneticilerin gözardı ettiği, ulaşamadığı, dudak büktüğü alanlara yönelmişler.
Bu çerçevede düzenlenen "2000'e iki kala üniversite ve meslek seçimi" konulu bir konferans için hafta sonunda bu güzel kentimizdeydim. Üniversite adayı gençler ve aileleriyle uzun uzun konuştuk. Gençlerin de, ailelerin de kafaları bir hayli karışık. İyi bir üniversiteleri olmasına karşın çoğunun gözü İstanbul, Ankara ya da İzmir'de.
Nasıl ki
ÜNİVERSİTE adaylarından bir bölümünün şu günlerdeki en büyük sıkıntısı, orta öğretim başarı puanı. Bir başka deyişle, öğrencinin lisedeki başarı durumunun, üniversite giriş puanına yansıması.
Görünürde yararlı bir etken gibi görünen orta öğretim başarı puanı, son beş yıldır, hep sorun oldu. Bu yüzden fen liseleri çökme noktasına geldi. Öğrenciler başladıkları okulu bitiremez oldu. Başarılı öğrenciler, adeta cezalandırıldılar.
ÖSYM'nin aldığı kararlar sürekli mahkemelerce bozuldu. Artık "değişmez" denilen son kararını da Danıştay durdurdu.
Ardı arkası kesilmeyen bu yanlış uygulamalar yüzünden öğrenci ve velilerin ne ÖSYM'ye ne de devlete saygısı, güveni, beklentisi kaldı.
Kaos yıllardır sürüyor. Sorun çözüleceğine her geçen yıl daha karmaşık hale getirildi. Üstüne üstlük bir de okul değiştiren uyanıklar cezalandırılacağına teşvik edilince, moraller iyice bozuldu.
Ortaöğretim başarı puanı uygulamasını yıllardır yazdık. Ama bir kez daha hatırlatmakta yarar
DOĞUSUNDAN batısına, kuzeyinden güneyine Türkiye'nin her karış toprağı, yediden yetmişine her vatandaşı bizim toprağımız, bizim insanımız. Aylardır Türkiye'nin dört bir yanında dolaşıyoruz. Aynı hoşgörü, aynı sevgi, aynı ortak duyguları paylaşıyoruz.
Aynı şeylere kızıyor, aynı şeylerden mutluluk duyuyoruz. Başarımız hepimizin başarısı, üzüntümüz hepimizin üzüntüsü oluyor. Zonguldak'tan Batman'a, Yalova'dan Siirt'e aynı coşkuyu yaşıyoruz.
Milliyet'in başlattığı "Haydi Güneydoğu'ya" kampanyasında da aynı duyguları hissetik. Çocuklar, gençler, öğrenciler, öğretmenler, veliler hepsi aynı duyguları paylaşıyor. O daha iyi, ben niye daha kötüyümden çok, niye hepimiz çok daha iyi olmuyoruz sorusunu sordular. Kendilerinden çok, daha acil durumdaki arkadaşları için bir şeyler istediler...
Bu sıcak duyguları, Milliyet'in öncülüğünde Diyarbakır'da yapılacak Güzel Sanatlar Lisesi kampanyasında da fazlasıyla hissettik. Türkiye'nin dörtbir yanından öylesine samimi destekler geldi ki, bazen gözlerimiz yaşardı. Bügün Diyarbakır'da, yarın belki de B
ÜNİVERSİTE adayları şu günlerde çok tedirgin. Bir yandan 21 Haziran'da yapılacak ÖYS için son hazırlıklar, bir yandan liseyi bitirme telaşı, bir yandan da tercih sıralaması için çevreden gelen baskılar...
Adayların daha sağlıklı tercih yapabilmeleri açısından bazı temel bilgileri "Üniversiteler Rehberi" köşesinde yayınlamaya devam edeceğiz ama bu arada tercihlerle ilgi bazı temel hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
1. ÖYS kılavuzunu önünüze koyun ve hiçbir önkoşul gözetmeksizin ilginizi çeken yükseköğretim kurumlarını tek tek belirleyin.
2. ÖYS'de hangi testleri alacağınıza karar verin. ÖYS'de Türkçe, Matematik, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Yabancı Dil'den sorular soruluyor. Bunlardan Türkçe ve Matematik zorunlu olmak üzere en az üç test almak gerekiyor. Örneğin TM, TS, S ağırlıklı tercih yapanlar Türkçe / Matamatik / Sosyal Bilimler testlerini cevaplarken, F ve M ağırlıklı tercih yapanlar Türkçe / Matematik / Fen testlerini alacaklar.
3. Öğrenim göreceğiniz illeri belirleyin. Ailenizin
GENÇLERLE sık sık bir aradayız. Bazen bir panelde, bazen bir konferansta ya da derste. Başta eğitim ve gelecek olmak üzere hemen her konuda uzun söyleşiler yapıyoruz.
Tespit ettiğim en belirgin özellikleri, müthiş çekingen olmaları. Bu Siirt ya da Batman'daki öğrenciler için böyle de İstanbul'un Ankara'nın gözde okullarında okuyanlar için farklı mı? Hayır.
Çekingenlik ve içe kapanıklık eğitim kademesi yükseldikçe kendini çok daha fazla hissetiriyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi teste bağlı ezberci eğitim sistemi. İkincisi de evde, okulda, sokakta "sen sus daha küçüksün" dayatması.
Sohbetlerde öğrencileri açmak kolay olmuyor. Ama samimi bir ortam yaratıp frekanslarını yakaladığınız zaman da susmak bilmiyorlar. Bu da gösteriyor ki, asıl sorun onların konuşmamaları değil, konuşturulamamaları...
Öğretmenin asli görevi okulu ve dersi sevdirmek. Oysa tam aksi yapılıyor. Eğer okulu hizmet satan bir kurum, öğrencileri de bu hizmeti satın alan bir müşteri olarak görürsek müşteri memnuniyetinin çok
Milli Eğitim'in en büyük sıkıntısı, idari ve akademik yeterliliğe sahip politize olmamış yönetici bulmak. Hemen her parti, bürokrasinin en tepesinden, en aşağısına kadar liyakatı olanı değil, yandaşı olanı göreve getirdiği için ne kadar düzeltilmeye çalışılsa da, daha da içinden çıkılmaz hal alır.
Eğitim sistemimizin bugün tıkanma noktasına gelmesinin en önemli nedenlerinden biri de işte bu yandaş yönetici tayinleri. Kimi partili, kimi tarikattan, kimi de dava arkadaşı. Bazıları da esen rüzgara göre yön değiştiren bukulemun idareciler. Eğitimle, yöneticilikle uzaktan yakından alakaları yok. Ama bir yerlere sıkı sıkıya bağlılar...
Onbinlerce idareci arasında oturduğu koltuğun hakkını verenler yok mu? Elbette var. Ama sayıları o kadar az ki! Çevrenize bir bakın, eğitim yöneticilerinden kaçı o göreve liyakatıyla, kaçı da torpille geldi?..
Bu durumdan en fazla şikayetçi olan bakanlardan bire de Hikmet Uluğbay. Ama işin içinden bir türlü çıkamıyor. Bir yanda parti tabanı ve ortakların baskısı, öte yanda doğruyu bulma arayışı. Umarız
TÜRKİYE, dünya bilimine katkı sıralamasında 32 ile 40. sıra arasında gidip geliyor. Dünya bilim üretiminin yüzde 90'ını ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Hindistan gibi ilk 10'a giren ülkeler gerçekleştirse de, Türkiye'nin 20'li sıralara yükselmesi, moral açısından büyük önem taşıyor. Peki mümkün mü? Eğitimde olduğu gibi, bilimsel konularda da gerek ulusal, gerekse evrensel bir politikanın olmaması, işimizin zor olduğunu gösteriyor. Ama son yıllardaki gelişmeler, ümit verici. Fazla değil, 10 yıl içinde dünya bilimine katkı sıralamasında 20'li rakamlara inersek, hiç şaşırtıcı olmaz.
Fizik Vakfı'nca geçtiğimiz ay Çukurova Üniversitesi'nde düzenlenen Fen ve Matematik Eğitimi Sempozyumu'nun bir benzeri cuma - cumartesi Kültür Fen Lisesi'nin ev sahipliğinde gerçekleşti.
Sempozyumda birbirinden ilginç tebliğler sunuldu. Ama daha ilginç olan Türkiye'nin dört bir yanından hatta KKTC'den gelen öğretmenlerdi. İki gün boyunca bilimsel konulara duydukları açlığı gidermeye çalıştılar. Daha fazlasını istediler...
Evet, Türkiye'de eğitime, bilime,
GELİŞMEKTE olan yörelerin en büyük sorunu kalfiye elaman. Güneydoğu'ya kadar gitmeye gerek yok Ankara'nın, İstanbul'un ilçelerini dolaşın yeter. Büyük kentlerin hemen hemen hepsinde doktor, mühendis, eczacı, öğretmen, avukat fazlalığı var. Ama birkaç yüz kilometre ötede sanki başka bir ülkeymiş gibi ne öğretmen var ne de doktor...
Büyük kentlere yığılan kalifiye elemanlar, o illerde doğan büyüyen gençler mi? Kesinlikle hayır. Türkiye'deki üniversitelerin hangisine giderseniz gidin öğrencilerinin üçte ikisi başka ilden gelenlerden oluşuyor. Van'daki İstanbul'a, Bursa'daki İzmir'e, İstanbul'daki de Niğde'ye gidiyor.
Üniversite öğretim üyesi ve öğrencilerin üçte ikisi de yine Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunuyor. Peki bu öğrenciler mezun olduktan sonra doğdukları, büyüdükleri, ailelerinin bulunduğu illere, ilçelere, köylere geri dönüş yapıyorlar mı? Evet demek o kadar zor ki!..
İstanbul Ticaret Odası Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri başlıklı önemli bir araştırma