Ergenekon davası bir an önce başlasa da bitse. Yoksa başta üniversiteler olmak üzere daha pek çok kesim tedirgin olmaya devam edecek.
Türkiye bir hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüne inanmak zorundayız. Yani söz konusu süreci eleştirmek yerine, hukuka uygunluğunu ve yılan hikâyesine dönmesini masaya yatırmalıyız. Bu da yine hukukçuların işi. Çünkü hukuk, futbol ya da siyaset gibi, herkesin üzerinde ahkâm keseceği bir konu değil. Bilgi, birikim, delil ve içtihat gerektirir. Bunların ötesinde yapılacak değerlendirmeler, kahve sohbetlerinin ötesine geçmez.
Hukukçular hata yapmaz mı? Elbette yapar. Yargıtay’daki on binlerce dava, bunun en büyük kanıtı.
Hukuku hukukçulara bırakarak, YÖK, ÜAK ve üniversitelerin bu konudaki tavırlarını uzaktan da olsa izlemekte yarar var.
YÖK ve Üniversitelerarası Kurul, içeri alınan rektörler konusunda, sanki taraf durumundalar. Mademki bizim gibi düşünmüyorlar, ne halleri varsa görsünler konumundalar.
Benzeri bir durum birkaç yıl önce olsaydı, kıyametler kopardı. Bugün ise derin bir sessizlik var. Oysa bırakın kesinleşmiş bir kararı, daha yargılama süreci bile başlamadı.
Bugün bu oluşuma sesiz kalanlar, yarın benzeri bir durum kendi başlarına geldiğinde, tıpkı şimdi olduğu gibi arkalarında hiç kimseyi bulamayabilirler.
Tabii eğer Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik gibi daha yargılama başlamadan bazıları hakkında kesin hükme varmadılarsa!..
Türkiye bir garip ülke oldu. Başbakanlarını asan, hapislere atan, hapisten çıkanları başbakan yapan bir ülke. Bugün hapse girenler, düne kadar devletin en itibarlı kurumlarında görev yapan isimlerdi. Oysa şu anda birilerine göre tu kaka durumundalar. Yarın kimin hangi görevde olacağını da Allah bilir. Bir uçtan diğerine gidilmesine o kadar çok şahit olduk ki!..
Kamplaşma olmasın
Bu ülkeye, üniversitelerin kamplara ayrılmasından daha büyük kötülük yapılamaz. 12 Eylül öncesinde bunu bizzat yaşayan biri olarak, ne olur herkes bu konuda, her zamankinden çok daha titiz olsun. Ki bu kurumların en başında da YÖK, ÜAK ve TÜBİTAK gibi yükseköğretime ve bilime yön veren kurumlar geliyor.
Ama tıpkı daha önceki yönetimler gibi onlar da akıllarından çok duygularıyla hareket ediyorlar. Kime sorsanız herkes vatan için diyor. Dünküler de öyle diyordu, bugünküler de. Aynı vatan söz konusu olduğuna göre bu çelişkinin nedeni anlamak ise mümkün değil.
Eskiden üniversitelerde yasalara göre “sakıncalı” olan ne varsa şimdi “itibarlı“ konuma gelmiş. Oysa ortada ne bir yasal değişiklik var ne de yeni düzenleme. Bu da şunu gösteriyor: Yasaların yorumu ve uygulanması bile yöneticiden, yöneticiye değişiyor.
Siyasiler gelir, giderler. Ama üniversiteler öyle mi? Onlar ülkenin temel taşları. Üstelik aklın ve bilimin kaleleri. Yargı gibi üniversitelerin de siyasallaşması ya da duygusallaşması asla düşünülemez. Taraf olmaları ya da öyle gösterilmeleri ise bu kurumlara yapılacak en büyük hakaret olur.
YÖK ve ÜAK, üniversitelerin itibarını zedeleyen ya da zedeleyenleri seyreden kurumlar değil, bu kurumları göz bebeği gibi koruması gereken Anayasal kuruluşlar. Görevleri ve tepkileri, başındaki isimlere göre değişkenlik göstermez.
İşte bu yüzden, eğer içlerinde, Anayasa’nın ya da yasaların aksi yönde hareket edenler varsa bunu önce kendileri cezalandırmalılar.
Her anayasal kurum, kendi mensuplarına, özellikle de en tepedeki yöneticilerine sahip çıkarken, YÖK ve ÜAK, bizden olmayanların canı çıksın görünümü veriyor ki, bu da hem kendileri hem de içeridekiler için hiç de kabul edilebilir bir durum değil.
Özetin özeti: Türkiye ve üniversiteler ne badireler atlattı. Öyle ya da böyle bunu da atlatacaktır. Önemli olan, hep başı dik olarak durabilmek!..
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025