Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni kurulan tıp fakültelerindeki öğretim üyesi açığını kapatmak için alınan zoraki rotasyon kararı, YÖK’ü bir kez daha tartışmalı hale getirdi. Destekleyenler de var, çok sert eleştirenler de.
YÖK, keşke bu konularda, ben yaptım oldu dayatması yerine, biraz daha paylaşımcı olsaydı. Önce tartışmaya açsa, ardından uygulamaya geçseydi. Sanki çok daha iyi olurdu.
Bazı tıp fakültelerinde, oturduğu yerden maaş alan, kadro fazlası çok sayıda profesör varken, yeni açılan tıp fakültelerinde tek profesörün dahi olmaması kabul edilebilecek bir durum değil. Bu açıdan bakıldığında YÖK’ü haklı görenlerin sayısı bir hayli fazla.
Ama düzenini kurmuş öğretim üyelerini, keyfi bir şekilde hem de zoraki bir şekilde hiç istemediği bir kente ve üniversiteye gönderirseniz, ondan istediğiniz verimi almanız her zaman mümkün olmayabilir.
Rotasyon konusu YÖK’ün ilk kurulduğu 1981’den bu yana hep tartışıldı. Önce zorunlu hale getirildi. Rotasyona gitmeyen profesör olmaz denildi. Ve çok sayıda doçent Anadolu yollarına döküldü. Kimisi ise direndi gitmedi. Ve sonrasında öyle bir baskı yapıldı ki, şehir içi üniversiteler arasında rotasyon yapılmaya başlandı. Boğaziçi’nden Marmara’ya, Yıldız’dan İTÜ’ye rotasyonla gidildi. Yani konu iyice sulandırıldı. Sonra da kaldırıldı.
Yaklaşık 30 yıllık süreçte, rotasyonu cazip hale getirmek için her yol denendi. En etkilisi tabii ki iki katına kadar fazladan verilen maaş oldu. Şimdi de bu yol denenebilirdi. Zoraki gönderme yerine, isteğe bağlı yöntemler tercih edilebilirdi.
Şimdi birçok rektör, fakülte var, bölüm var, hoca yok diyor. Onlara da, YÖK’e de sormak gerekir:
Peki, hocanız yoktu da neden bu fakülteleri ya da bölümleri açtınız? Ve siz YÖK, bu fakültelere ya da bölümlere neden açılma izni verdiniz?

Kabahat kimin?
Aslında balık baştan kokuyor. Öğretim kadrosu var mı yok mu demeden bir gecede onlarca üniversite kurarsanız olacağı buydu. TBMM’den her ile bir üniversite yasası geçerken, siyasiler olayın bu boyutuyla ilgilenmeyebilirler. Onlar için tek ölçü, seçmene selam, gerisiyle de ilgilenmezler. Ya YÖK’e ne demeli! Çünkü, öğretime başlama izni verip vermemek onların elinde.
Git, binalarını, laboratuvarlarını, kütüphaneni, spor alanlarını, yurtlarını ve en önemlisi de öğretim kadronu asgari düzeyde de olsa tamamla, ondan sonra gel diyebilirdi. Bu yapılmadığı için bugün böylesi zoraki yöntemlere başvuruluyor.
Kaldı ki, gönderilen öğretim üyelerinin hemen hepsi de geçici bir görevlendirmeyle gidiyor. Yani bir süre sonra geri dönecekler. Dolayısıyla, gittikleri yerde istenilen performansı sergileyemeyecekler.
Önceki rotasyon dönemlerinde çok şahit olduk, ameliyathanesi olmayan üniversiteler cerrahlar gönderildi. Farklı ana bilim dalı olmayan tıp fakültelerine, konunun uzmanları yönlendirildi. Sonuçta da yarardan çok zarar getirdi. Zaten uzun süreli de olmadı.
Şimdiki en önemli şikâyet konulardan biri de dekanların ya da rektörlerin, istemedikleri hocaları, norm fazlası diye “sürgüne” gönderme olasılıkları. Umarız ortaya eleştirel örnekler çıkmaz. Yoksa YÖK de, iyi niyetli diğer rektör ve hocalar da durduk yerde zarar görür. En azından moralleri bozulur.

Ölene kadar kadro
İhtiyaç nedeniyle öğretim üyelerinde emeklilik yok gibi. Devlet üniversitelerinden emekli olanlar, vakıf üniversitelerinde görev alabiliyorlar. Dolayısıyla, işsiz kalmaları, pek çok branşlar için mümkün değil gibi. Bu da onların üretkenliğini ve Anadolu’ya gitmelerini etkileyebiliyor. Eleştiriler bu yönde. İşte onun için yeni formül arayışlarına girilmesi doğal ama kalıcı çözümler getirmeli.
Örneğin, pıtrak gibi açılan vakıf üniversitelerine, en azından kendi öğretim üyelerinin bir bölümünü yetiştirme mecburiyeti getirilebilir.
Özetin özeti: Bu konuda YÖK de dahil herkesin samimi olduğu konusunda kuşku yok. Ama uygulamalar zoraki değil, teşvik edici olmalıdır. Genç bakışın bu geceki konuğu MHP’li Mansur Yavaş, bakalım Ankara’da dengeleri değiştirecek mi?