Önce haberden haberdar olmayanlara konu hakkında kısa bir hatırlatma yapayım. Öğretim üyesi N. Aysun Yüksel’in ‘Yıldız Olgusu’ adlı doçentlik tezi 2001 yılında sayfada kapağını gördüğünüz ‘Tarkan Yıldız Olgusu’ adlı kitaba dönüştü.
Tarkan, imajını zedelediği ve kişilik haklarına zarar verdiği gerekçesiyle bu kitabın toplatılması için dava açtı. Yerel mahkeme, davayı reddetti.
Tarkan’ın avukatı, “Yüksel’in doçentlik tezi ‘Yıldız Olgusu’ ile kitap arasında dağlar kadar fark var. Kitabın kapağında tam sayfa Tarkan fotoğrafı kullanılması, Tarkan adının büyük, ‘Yıldız Olgusu’nun okunmayacak kadar küçük olması bile bu işin bilimsel zeminden çıkarılıp, ticarete döküldüğünün belgesi” deyip davayı Yargıtay’a götürdü.
Sonunda Yargıtay, Tarkan’ı haklı buldu ve kitabı yasakladı.
Bunun üzerine yayıncı Özcan Sapan, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürdü.
AİHM de Türkiye’yi haksız buldu ve üç bin euro’ya mahkum etti.
AİHM’in gerekçeli kararının tam metnini okumadım.
Şov dünyasının bazı ünlülerinin etrafında ‘alkışmatik’ olarak adlandırabileceğim insanlar var. Sanatçı iyi de yapsa, kötü de yapsa, “Vallahi şekerim süpersin” deyip, alkışlıyorlar.
Neyin ‘Doğru’, neyin ‘yanlış’ olduğunu bildikleri halde, “Olması gerekeni söylersem, etrafından uzaklaştırır beni” korkusuyla gerçekleri onlardan gizliyorlar.
Böylece o sanatçıya ‘iyilik’ yaptıklarını zannediyorlar, ama aslında yaptıkları kötülüğün en büyüğü.
İsterseniz ne demek istediğimi somut bir örnekle anlatayım.
Ajda Pekkan, Türkiye’de ‘Süperstar’ unvanı verilmiş tek şarkıcı. Türk halkının bu unvanı layık gördüğü başka sanatçı var mı? Yok.
Pekkan, iki yıldır Harbiye Açıkhava Konserleri’nde ne yaparak gündem oluşturuyor.
Söylediği şarkılarla değil de giydiği kıyafetlerle.
Tuna Kiremitçi hafta sonu Ayşe Arman’a verdiği röportajda magazin dünyasıyla ilgili bir analiz yapmış. Sözlerini beğendim, çünkü gerçeğin ta kendisiydi
Konu vardır uzmanlık ister, o yüzden o alanda herkes fikir yürütemez. Konu vardır uzmanlık gerektirmez, o nedenle de herkes kendince fikir beyan eder.
Popüler kültür ya da magazin işte bu gruba girer. Konu magazin olunca herkesin bir diyeceği vardır.
Bir konuda bilgi sahibi değilseniz, fikir beyan etme hakkınız olur mu?
Herkesin magazin konusunda fikri olduğuna göre, bilgi sahibi olması da kaçınılmaz.
Hafta sonu ‘yaz sezonu’nun açılışını yapmak için Bodrum’daydık. Voyage Türkbükü’nün davetlisi olarak Bodrum’a giden yaklaşık 80 kişinin parolası ortaktı:
“Davet bahane, Bodrum güneşi şahane.”
Voyage Türkbükü yönetiminin amacı, otelin yenilenmiş halini tanıtmak, davete katılanların hedefiyse Bodrum’dan iki günde bronzlaşmış tenle İstabul’a dönmekti.
Televizyonlar arasında “Yeşil Ekran” geleneğini başlatan NTV, 2008 ve 2009 yılındaki gibi bu yaz da izleyenlerini yeşile doyuracak.
NTV’nin bu yıl 5 Haziran “Dünya Çevre Günü”nde başlayacak “Yeşil Ekran”ının ana teması “gıda ve biyolojik çeşitlilik” olacak.
NTV’nin “Yeşil Ekran”ı Celal Pir ve Gülay Afşar’ın sunacağı, 27 sivil toplum örgütü temsilcisi, gönüllüler, ünlü oyuncu, müzisyen, yazar ve çizerlerin konuk olacağı özel programla başlayacak.
Moğollar ve Yüksek Sadakat’ın canlı performanslarıyla katılacağı Korupark’taki özel yayına Altan Erkekli, Akın Öngör, Tuba Ünsal, Ayşe Tolga, Tülin Şahin, Nejat Yavaşoğulları, Behzat - Süheyl Uygur, Sema Şimşek, Burak Hakkı, Nasuh Mahruki ve Coşkun Aral gibi ünlüler de katılacak.
‘Dayı’, Kaz Dağı’nda dostlarını ağırlayacak
NTV, bu yıl üçüncüsünü gerçekleştireceği “Yeşil Ekran” yayınlarında dünyada ses getirmiş yeşil belgeseller, değişen çevrenin çarpıcı öyküleri, biyolojik çeşitliği ortaya koyan çok çarpıcı ve hiç bilinmeyen Türkiye hikâyeleri, çevre sorunları, çözüm önerileri ve fikri takip, Türkiye’nin doğal ve kültürel zenginliklerini gösteren, anlatan, sırlarını ortaya döken özel yapımlar, doğada tek başına hayatta kalmanın yolları,
37’nci Altın Kelebek 2010 TV Yıldızları Yarışması’nda, özellikle müzik kategorilerinde nihayet hak eden kazandı
Köroğlu, “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” dediğinde 16’ncı yüzyıl’dı... 2010’daki ödül törenleri yüzünden Köroğlu’nun bu sözünü günümüze, “Teknoloji gelişti, yılın en iyilerinin seçildiği yarışmaların adalet terazisi bozuldu” diye uyarladım.
Çünkü ‘Yılın En İyileri’nin belirlendiği yarışmalarda ödüllerin çoğunu, istediği kadar SMS atacak ya da aynı bilgisayardan binlerce oy gönderecek fanatik hayranları olanlar kazanmaya başladı. ‘Yılın En İyileri’nin belirlendiği yarışmalarda SMS ya da internet aracılığıyla gönderilen oyların etkili olmasına karşı değilim.
İtirazım, isteyenin cep telefonundan beğendiği veya hayranı olduğu adaya dilediği kadar SMS atabilmesine ya da internette yapılan oylamalarda, bir kullanıcının bir bilgisayardan istediği kadar oy kullanıp sistemi manipüle etmesine.
‘37’nci Altın Kelebek Ödülleri’ne kadar durum böyleydi. Önceki akşam Haliç Kongre Merkezi’nde yapılan ‘Altın Kelebek 2010 TV Yıldızları Yarışması’nda ve de özellikle müzik kategorilerinde nihayet hak yerini buldu.
Bu yıl ‘Altın Kelebek’ten önce yapılan ödül törenlerinde bir
Demet Akalın’ın Önder Bekensir’den boşanacağını öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Bir rüzgarla gelen, bir rüzgarla gider de ondan.
Akalın’la Bekensir’in ilişkisi ne zaman başladı? 1 Eylül 2009’da. Bekensir, dün gazetelerde yer alan açıklamalarında söyledi bunu.
Peki ne zaman evlendiler? 22 Ocak 2010 tarihinde.
Akalın’ın boşanmaya karar verdiği tarih ne? 31 Mayıs 2010.
Dokuz ayda her şey oldu bitti yani. Bir hışımla geldi geçti. Bekensir’in yaptığı açıklamalardan anladığım o ki, evliliğinden çok, onurunu kurtarmanın peşinde şimdi. Niye? Çünkü Akalın, mahkemeye verdiği boşanma dilekçesinde gerekçe olarak, menajerliğini yapan eşinin örneğin 50 bin liraya sattığı konseri 30 bin lira gösterip, aradaki farkı cebine indirip kendisini kandırdığını gösterdi. Yaptığı şu açıklama da gösteriyor ki bu iddia Bekensir’in çok ağrına gitti: “Demet’le 1 Eylül 2009’da tanıştım. 1 Haziran’a kadar olan tüm banka hesaplarımın dökümünü çıkarıp, gönderdim. Demet, şirketime 1 Mart 2010’da ortak oldu. O şirketin kayıtlarını da çıkardım. Benim paraya ihtiyacım yok. İyi bir gelirim var. Eşimin parasını hesabıma aktaracak karakterde biri değilim. Demet ya bu iddiayı ispatlasın ya da beni temize çıkarsın.”
Men
Anlatacağım bu olay, şaka falan değil. Kara mizah gibi ama gerçeğin ta kendisi. Bu olay bir anlamda ülkenin içinde bulunduğu koşulların ve ortamın ya da konjonktürün insanları ne denli etkilediğinin apaçık bir göstergesi.
İzel’in çok beğendiğim, alaturka ile cazı birleştirdiği ‘Jazz Nağme’ adlı yeni bir albümü var. Albümde ‘Veda Busesi’, ‘Haydar Haydar’, ‘At Kadehi Elinden’, ‘Ah Bu Gönül Şarkıları’, ‘Bir Bahar Akşamı’, ‘Gurbet’ gibi Yıldırım Gürses’ten Orhan Gencebay’a, Yusuf Nalkesen’den Abdullah Yüce’ye kadar birçok üstadın hit olmuş eserlerinin yanı sıra söz ve müziği İzel’e ait sıfır kilometre ‘Baba Beni Maziye Götür’ adlı bir şarkı da mevcut.
İzel’in şu günlerde ağır hasta olan babasına yazdığı bir şarkı bu. İzel’in bu şarkıyı yazma sebebi de şu:
Çocukluğundan itibaren babası, İzel’i ve annesini meyhaneye götürür, üç arkadaş gibi sohbet ederlermiş. Şarkıcı iç dünyasında sorunlar yaşadığında babasıyla birlikte meyhaneye gidip, dertleşirlermiş. İzel, meyhane arkadaşı ve dert ortağı babasının elden ayaktan düşmüş halini görünce işte bu şarkıyı yazmış ve onu babasının hatırı için, klasik eserleri caz formunda yorumladığı albüme koymuş.
Ancak orjinalinde ‘Baba Beni Meyhaneye