Tuvaleti kim temizleyecek?

17 Mayıs 2017

“Bi Parça Plastik” / Hemzemin Tiyatro
Yazan: Marius von Mayenburg, Çeviren: Erce Kardaş, Proje Koordinatörü: Damla Sönmez, Dekor: Başak Özdoğan, Kostüm: Hare Sürel Damla Sönmez, Işık: Ushan Çakır, Müzik: Alper Aytekin Dorukhan Yaldız, Oynayanlar: Süreyya Güzel, Rıfat Şungar, Damla Sönmez, Erce Kardaş, Ushan Çakır

Karı koca olarak aynı evde yaşamaya başlamak, bir aile olmak tamam da yemeği kim yapacak? Ya yemekten sonra ortaya çıkan bulaşıkları kim yıkayacak? Her gün giyilip kirletilen çamaşırlar kimin sorumluluğunda? Peki, insanın gün boyu üretip etrafa saçtığı onca ‘organik’ kir pas? Tuvaleti temizlemek kimin işi, tuvaleti?

Ulrike ile Michael’ın da bunları tartışma lüksüne sahip sınıftan her çift gibi, bu tür dertleri var. Michael doktor, Ulrike sanat tarihi okumuş ama bir sanatçının kişisel asistanlığını yapmakta. Her ikisi de çok meşgul insanlar, ne birbirlerine ayıracak doğru düzgün zamanları var ne de fevkalade sorunlu ergen çocukları Vincent’a.

Ulrike’ye artık “her şey fazla gelmeye” başlamış. Michael desen, uykusuz gecelerden muzdarip, psikolog hayatını değiştirmesini öneriyor. Neticede, hayatlarının ‘yükünü’ üzerlerinden alması için Bayan Schmitt ile anlaşıyorlar. Yani

Yazının Devamı

Annelerin yakasından düşün

15 Mayıs 2017

Birine edilebilecek en ağır hakaret nedir sizce? Hani ne derseniz artık kaldıramaz da çileden çıkar? Hırsız? Uğursuz? Yalancı? Haysiyetsiz? Şerefsiz?

Yok, bizde yapılabilecek en ağır şey, anneye dil uzatmaktır. Delikanlının çığrından çıktığı, bu uğurda cinayet işlese haklı görüleceği andır o. Hırsızlık, şerefsizlik bir derece, ama anne? Asla kabul edilemez, ‘kutsalıdır’ o, bir adamın.

Tabii bizimki kutsaldır, nasıl ki kendimizden başkasının kutsal saydığı değerlere saygı duymak genlerimizde yok, hoşlanmadığımızın annesi ise her zaman hedef tahtamızdadır. En belaltı vuruşlarımızın hedefinde hem de. Çoğu zaman sırf doğurduğu çocuğa olan öfkemizden, kinimizden, onun annesi olması nedeniyle sayılıp sövülmeyi hak eder nazarımızda.

Futbolcu sinirlendi mi hakemin annesine küfreder. Trafikte kapışanların ilk muhatabı karşıdakinin annesidir. Patrondan öğretmene kadar canımızı sıkan herkesin annesini anmamız farzdır. Herhalde ‘o’ ile başlayan küfürü ‘günaydın’dan daha çok kullanan tek milletiz.

Şu hale bakın, yıl 2017, biz Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın ‘namusunu’ sorguluyoruz, tekrar ederken bile utanıyor insan.

Karşı çıkanlarda da “Anamıza küfredildi” reaksiyonu. İnsan hakları yok, anne

Yazının Devamı

YILDIZLARIN ALTINDA ‘BAŞKA SİNEMA’

12 Mayıs 2017

Bir bir hayatımızdan eksilen yazlık sinemalar çoğumuz için bir nostalji unsuru, epeydir. Belli ki, çok keyifliydi o tahta sandalyeler, yıldızların altı ve gazoz- leblebi durumu. Hâlâ iç çekerek hatırlanıyor ve bir şekilde o âdet canlandırılmaya çalışılıyor.

Otellerin havuz başlarında olsun, belediyelerin tahsis ettiği alanlarda olsun, yaz geldi mi bir açıkhava sineması denemesi baş gösteriyor. Gelgelelim, ben kendi deneyimimden söz edersem, sırf açıkhavada izliyoruz diye sinemadan keyif almak mümkün değil. Ve de sezonda iki ay gösterimde kalmış, artık görmeyeni dövecekleri noktaya gelmiş gişe filmini bir de yıldızların altında izleme isteği duymadığımdan, pek katılamıyorum o nostalji kervanına.

Bu noktada “Katılamıyordum” demem lazım çünkü durumu değiştirecek iyi bir haberim var. UNIQ İstanbul’la yıl boyunca bizi gösterim şansı-maalesef bütün salonları aynı filmler kapattığı için-kısıtlı olan iyi filmlerle buluşturma misyonu üstlenen Başka Sinema, bir araya gelip açıkhava film festivali hazırlamışlar.

Takvim şimdiden hazır

Hem de öyle her ayın ilk çarşambası falan gibi takip edilmesi mümkün olmayan numunelik gösterimlerle değil, basbayağı 1 Haziran’da başlayıp 16 Eylül’e kadar

Yazının Devamı

Vicdan eski bir semt adı bile değil

11 Mayıs 2017

En yaygın yakınmalarımızdan, arkasından içli içli ağıt yaktıklarımızdan biridir, ‘vefa’; “Ah ah, eski bir semt adıdır artık”.

Bir de adını anmadan hayatımızdan çıkardığımız, arkasından bir el bile sallamadığımız bir şey var; vicdan. Ve onun yokluğu o kadar tehlikeli ki. Kendinden başkasına yaşam hakkı tanımıyorsun artık. Onun da canı var mıymış, bu dünyada senin kadar payı var mıymış, aklının ucundan bile geçmiyor. Ağaçları, hayvanları ve insanları da yoluna çıkmış engeller olarak görüp yok etmekte bir beis görmüyorsun.

Ne bileyim, denize nazır bir noktaya, ormanın içine villa, site, otel yapasın mı var? Yakıyorsun. Son örneği için bakınız, Sürmene Çamburnu.

Yunusların avladığın balıkları yemesinden mi şikâyetçisin, silah çekip vuruyorsun. Zonguldak Çaycuma’da balıkçıların yaptığı gibi.

Bir restoran çalışanı olarak sokakta yaşayan bir çocuğun; evinden yurdundan edilip senin ülkene muhtaç olmuş Suriyeli bir savaş mağdurunun müşterilerinin ‘keyfini kaçırdığını’ mı düşünüyorsun? Kaynar su dökebiliyorsun çocuğun üzerine!

Hayal gücüm çok ileri gitmiş gibi görünüyor ya, değil. Olay Nişantaşı’nın göbeğinde, Mc Donald’s’da yaşanıyor önceki, gün. Suriyeli bir çocuk müşterileri ‘rahatsız ediyor’

Yazının Devamı

‘Aslında bir farkımız yok’

10 Mayıs 2017

Çetin, 40 yaşlarında bir oyuncu. Daha çok çocukların sevdiği Süper kahraman He-go’yu oynadığından beri, neredeyse gerçek adını bilen yok. Yüzü ise her yerde; tişörtlerde, “Yüreğini sökeceğim” diye tekrar edip duran oyuncak bebeklerde, kendi evinde de aralıksız dönen kliplerde.

Bir video art projesi için Hz. İsa rolüne hazırlandığından evde kafasında dikenli taçla dolaşıyor, peygamber adımlarıyla yürüyüp, tahtaya çizili çarmıha çıkarak etkileyici konuşmalar yapıyor arada. Münzevi hayatı yaşadığı evde tek arkadaşı, eski karısı Saffet’in duvardaki tablosu. Saffet ona gerçekleri söyleyen belki de tek kişi. Muhtemelen bu yüzden onunla yapamamış ama onsuz da olamadığı için tablosuyla bitmeyen bir hesaplaşma halinde.

Kendi değerini onun gözlerinden bakarak ölçüyor, pohpohlanmadıkça yara alan egosunu da sosyal medyadaki takipçi sayısıyla sarıp sarmalıyor. Ve seçmek mi daha değerli, seçilmek mi, diye Saffet’le münakaşa halindeyken dahiyane bir fikir geliyor aklına: Takipçilerinden birini seçip evine davet etmek!

Gelişigüzel bir seçim değil ama; talih kuşu 500 bininci takipçinin başına konacak. Böylece hem takipçi sayısını artırmış hem de ‘hayranlarına’ karşı ne kadar yüce gönüllü olduğunu

Yazının Devamı

Silah lise sınıflarına inerse

8 Mayıs 2017

Çocuk 16 yaşında henüz, 16! Hatırlıyorsunuz değil mi 16 yaşınızı? Hani en ufak bir şey ters gitse dünyanın sonu geldi sandığınız, sevincinizin de, üzüntünüzün de, acınızın da öfkenizin de sınırını bilemediğiniz yaşlar.

Anne babanız dışarı çıkıp arkadaşlarınızla buluşmanıza izin vermez, istediğiniz telefonu almaz ya da dersler kötü gidiyor diye kızar ceza verir, hemen kendi cenaze töreninizi hayal etmeye başlarsınız, “Bir ölsem de kurtulsalar” diye.

Birini sever aşkınıza karşılık alamazsınız; arkadaşlarınız size cephe alır; abiniz, ablanız, kardeşiniz tepenizi attırır; gene en uç arabesk duygulara savrulursunuz. Kimse sizi sevmiyordur, şu dünyada yapayalnızsınızdır, ölseniz kimse yokluğunuzu hissetmeyecektir...

Bu iniş çıkışlarla baş etmeyi; hiçbir acının, öfkenin, karşılıksız aşkın sizi öldürmeyeceğini öğrenmeniz yıllar alır.

16 yaşındayken o kız dünyadaki son kız, o ayrılık yaşayacağınız son ayrılık, o acı da içinden asla çıkamayacağınız dipsiz kuyudur.

Bursalı lise öğrencisi Hasan Can için de öyleydi herhalde. Erkek arkadaşlarıyla yazıştığı Whatsapp grubuna “Okula Nilüfer’i vurmaya geliyorum” derken belki durdurulmayı ummuştu. Kendi intihar planını da ima ederek

Yazının Devamı

MERKÜR’ÜN OYUNUNA GELMEDİK

5 Mayıs 2017

Dün akşam saatlerinde sevgililer arasında kopan fırtınadan nasibinizi aldınız mı? Yalnız değilsiniz, bütün dünyada durum aynıydı. Yer yer çatırdamalara neden olan global bir kopukluk yaşandı. Akla ilk gelen ‘makul’ sebep, Merkür retrosu elbette.

Sanırım bu gezegen yıllardır sabitti, son beş yıl içinde harekete geçti, daha önce duymuşluğunuz var mı Allah aşkına?

Ama şimdi, bir yıl içinde sayılamayacak kadar çok kez geri giden bu arkadaş yüzünden sürekli diken üstündeyiz. Bir bakıyorsunuz, gazetelerin astroloji köşeleri ‘Merkür retrosu başlıyor’ uyarılarıyla dolmuş, hadi bakalım bir ay elimiz kolumuz bağlı.

Anlaşma imzalamayacaksın, yeni bir işe başlamayacaksın, önemli bir harcama yapmayacaksın, anladığım kadarıyla zekamızı da geriletiyor kendisiyle beraber. Sonra iletişim yollarını tıkıyor. “Aman” diyorlar, “Eşinizle, dostunuzla, sevgilinizle, patronunuzla tartışmaya girmeyin, sonu kötü olur.” Sen takip etmesen arkadaşlar uyarıyor zaten, “Şimdi boşver, malum Merkür... Sonra paralarsın.” Eee doğal olarak içimize atıyoruz sinirimizi; “Hele şu retro bitsin ben sana yapacağımı bilirim” şeklinde.

Her şeyin sebebi o!

Bir de ne oluyor? Elektronik aletler bozuluyor. Bilgisayarına virüs mü

Yazının Devamı

Tekme atmak suç olmaktan çıkacak mı?

4 Mayıs 2017

Sekiz ay olmuş, bir kadına gündüz vakti, halk otobüsünde, herkesin gözü önünde tekme atmanın ‘haklı’ gururunu Abdullah Çakıroğlu’nun yüzünde göreli. ‘Haklıydı’ çünkü bin tane gerekçesi vardı: Oturuşunu beğenmemişti, üstelik şortluydu, yılışık bir şekilde bakıyordu, insanların şehvet duygularını uyandırıyordu, inancının gereğini yerine getirmişti kendisi, gene olsa gene yapardı. Hiçbirini ben söylemiyorum, hepsi kendi ifadelerinden.

Aynı gün elini kolunu sallayarak ve de basına gülümseyerek karakoldan çıkıp gidebildiğine göre polis de yasalar da ondan yanaydı. Bunu ben söylüyorum işte, başka izah bulamadığım için.

Derken sosyal medya ve kadın dernekleri ayaklandılar, konu unutulup bir kenara atılabilir olmaktan çıktı, Çakıroğlu tekrar gözaltına alındı. Bundan sonrası takip etmesi zor bir “tahliye et, itiraz gelsin, tekrar tutukla, mahkemeye çıksın, tekrar serbest bırak” süreci.

Beşinci duruşma dün İstanbul Anadolu 40. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü ve davacı vekilinin tutuklu yargılama talebi gene reddedildi. Yurdum hâkimlerinin eli bir türlü varmıyor, “Şu veya bu sebeple bir kadına tekme atamazsın kardeşim, bunun cezası var, ayrıca başka insanlar için de tehlike teşkil ediyorsun”

Yazının Devamı