Hepimizin sorumluluğu var

9 Kasım 2015

“Krize çare aramak yerine yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Uyanın! Sanki dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yokmuş gibi...”

Dirk Voltz adlı bir Alman vatandaşının sözleri bunlar... Partneri Mario ile birlikte Berlin’deki evlerini Suriye, Afganistan ve Irak’tan 24 mülteciye açmışlar. Evet, 24! Biz sokakta karşımıza Suriyeli çocuk çıkınca yolumuzu değiştiriyoruz ya, tadımız kaçmasın diye... Bu eşcinsel çift birlikte yaşamayı seçmiş onlarla... Üstelik ırkçılık ve İslam fobisinin tavan yaptığı bir zamanda...

“O Alman vatandaşlarının pek korktuğu Müslümanlar nerede acaba?” diye soruyor Dirk Voltz yazısında... “Evde bıçaklar yerli yerinde, mutfakta duruyor. Yatak odamızın kapısını kilitlemeye falan ihtiyaç duymuyoruz. Bizi uykumuzda öldürmek isteyen Müslüman olmadı. Aynı yatakta uyuyan iki erkek olduğumuz için hakaret eden de...”

Öte yandan, hiç hakaret işitmedikleri söylenemez... Kâh mesajlar, kâh kapılarına bırakılan mektuplar marifetiyle ölüm tehditleri almadıkları da... Kimden? Bu insanlar sanki keyiflerinden evlerini barklarını terk edip Almanya’ya İslamı yaymaya gelmiş gibi onlardan rahatsız olan ‘seçkin’ Almanlar’dan...

Arkadaşları bile ırkçı söylemlerle rahatsız

Yazının Devamı

“50’ler ve 60’larda sanki insanlar daha mutluymuş”

8 Kasım 2015

Okan Yalabık “Muhteşem Yüzyıl”daki Pargalı’dan sonra yine bir dönem dizisinde, 70’lerde geçen “Analar ve Anneler”de polis komiseri Ayhan’ı oynuyor. Yalabık “50’ler ve 60’larda yaşamak isterdim... Sanki daha mutluymuş insanlar o dönemlerde. Daha duyarlılar birbirlerine karşı... Yine sorunlar vardı ama daha değerliydi insan galiba” diyor

Ben kendisini önce tiyatro sahnesinde izleyenlerdenim. “Hatırla Sevgili”den önce, Kent Oyuncuları’ndaki “Martı”, “Nükte”, “Kumarbazın Seçimi”, “Inishmore’lu Yüzbaşı” ve o kahkahalarla izleyip unutamadığım “39 Basamak” demekti Okan Yalabık benim için. Pargalı’ya ise yıllar vardı tabii...

Öncesinde de iyi dizilerde oynadı ama “Muhteşem Yüzyıl” bir fenomen oldu. Arkasından en çok yas tutulan dizi karakteriydi Pargalı İbrahim Paşa; senaristi Yılmaz Şahin bile “Yazarken de, çekerken de çok ağladık” demişti. Bunda kuşkusuz kuşağının en iyi oyuncularından olan Okan Yalabık’ın payı büyüktü. Böyle parlak bir finalden sonra ne yapacaktı acaba?

Ne Pargalı’nın ardından önerilen röportajları kabul etti ne bu şöhreti fırsat bilip hemen yeni bir dizide boy gösterdi. Gitti, kendini yenilediği yere; tiyatroya sığındı. Pangar ve Altıdan Sonra Tiyatro ortak

Yazının Devamı

ABLUKA ALTINDAKİ HAYATLAR

6 Kasım 2015

İstanbul’un kenar mahalleleri... ‘Güvenlik’ ablukası altına alınmış güvensiz, tekinsiz, sisli, puslu bir dünya... Kimse kimseye güvenmiyor, kimin ‘aslında’ ne olduğunu bilen yok.

20 yıl yattığı cezaevinden şartlı tahliye edilen Kadir görünüşte çöp toplayıcısı, esasında polis muhbiri olarak dönüyor dış dünyaya. Dünya onu unutmuş, küçücük çocukken bıraktığı kardeşi Ahmet bile tanımıyor ilk bakışta.

Polisler ‘terörist’, karısı tarafından terk edilen Ahmet ve arkadaşları sokak köpeği avında. Böyle kazanıyorlar ekmek paralarını; belediye itlaf ekibinde çalışarak...

Bütün muhbirler gibi kraldan çok kralcı Kadir, gözlemeye başlıyor mahalleliyi. İnce ince rapor ediyor kendince ‘şüpheli’ bulduğu her şeyi... Etrafındaki en şüpheli şeyse kardeşi Ahmet. Bir şeyler saklıyor ama ne? Komplo teorileri birbirini izliyor.

Gerilim hiç azalmıyor

Ahmet de Kadir’den tedirgin... Kardeş kardeşten emin değil, herkes gölgesinden korkuyor, böylesi bir cehennem... Giderek paranoyaların yönlendirdiği, rüyalarla gerçeklerin birbirine karıştığı bir kaosa sürükleniyoruz hep beraber...

Emin Alper’in Venedik’ten ve Altın Koza’dan ödüllü ikinci filmi ‘Abluka’, karakterleriyle beraber seyirciyi de

Yazının Devamı

Yalnız yaşayan kadın öldürülebilir

5 Kasım 2015

Bu ülkede yalnız yaşayan bir kadınsan, evinde saldırıya, tecavüze uğrasan, soyulsan, işkence görsen, hatta öldürülsen, yine sen suçlusun.

Müzisyen Değer Deniz... Cihangir’deki evinde eli kolu bağlanmış, tecavüz edilmiş ve boğulmuş halde bulundu, haberlerde bir ‘yalnız yaşadığı ev’ vurgusu... Çünkü yalnız yaşayan kadınların evleri girenin çıkanın belli olmadığı, tekinsiz yerler... Adeta bir ıssız, karanlık sokak gibi orada başlarına bir şey gelmesi normaldir...

İş o noktaya geldi ki ailesi kadın örgütlerine çağrıda bulunmak zorunda kaldı, “Mahkemede bizi yalnız bırakmayın” diye... Nitekim ilk duruşmada 17 yaşındaki sanık C.M. öyle bir savunmayla çıktı ki hâkim karşısına, hem tüyler ürpertici, hem de çok bildik...

Hani o her durumdan sıyırmalarına yarayan ‘erkeklikleri’ var ya, oraya sığınarak kurtulmak niyetinde çocuk mahkemesinde yargılanan sanık. Önceki abileri gibi...

Diken internet sitesinde Burcu Karakaş’ın haberinde yer alan savunmaya göre Değer Deniz sokakta bali çekerken gördüğü çocuğu evine çağırmış, “Gel burada iç” diye... “Sevgili olmuşlar”mış... Sonra C.M. ‘kaçırıldığı’ için 15 gün görüşememişler. “Geri dönünce kendisini görmek istedim” diyor; “Pencereyi açık

Yazının Devamı

TİYATRONUN BEYEFENDİSİNE VEDA

3 Kasım 2015

Cumartesi akşam saatleri... Hepimizi ertesi günkü seçimlerin gerginliği, heyecanı sarmış. Sabah erken kalkılacak, sosyal medyada geziniyoruz evlerimizde... ‘Oy ve Ötesi’ne seçim yasağı’ diye bir başlık görüyorum Facebook’ta.

Bakıyorum, Üstün Akmen paylaşmış. Zaten her zaman kendi alanı olan tiyatronun dışında da pek çok konuya karşı duyarlı bir insandır.

Herkese cesaret verdi

Umut kesmeyen, mücadele eden... Köşesinde oturup yakınmak yerine elinden ne geliyorsa yapmayı seçen...

Tiyatronun ustalarına karşı her zaman değer bilir, gençlerine karşı cesaretlendirici olmuştur. Pek çok genç oyuncu hayatının ilk övgüsünü Üstün Akmen’den almıştır; “Takipteyim” diyen ‘abi’ üslubuyla...

Takiptedir de... Ben onun kadar çok oyun izleyen tiyatro insanı görmedim. Sadece İstanbul’da değil, üşenmeden Anadolu’nun çeşitli illerine de gider. Zaten yıllardır seçici kurul başkanı olduğu Sadri Alışık Ödülleri’nin Anadolu ayağını da hayata geçirerek bunun somut sonuçlarını da koymuştur ortaya.

En romantik aşıklardandı

Ve küçük - büyük, profesyonel - amatör demeden yazar izlediği oyunları... Yazılarında hem adil, hem dürüst olmaya çalışır, kalp kırmamaya da özen gösterir.

Yazının Devamı

‘Bir ilkbahar, bir sonbahar oy kullanırız’

2 Kasım 2015

Şunu fark ettim, halkımızın kendisini en önemli ve haklı hissettiği yer, sandık başı. Daha sabah 8.00 olmamış, sandık kurulu üyeleri ancak zarfları, pusulaları sayıp sandığı kurmakta, bir 3 dakikalık gecikme olacak gibi görünüyor, vatandaş sabırsız ve sinirli. “Demin de beş dakika demiştiniz” diyor, “İşimiz gücümüz var, 8 dendiyse 8, niye bekletiyorsunuz bizi?”

Piyalepaşa’da son derece kalabalık bir okuldayız, sandıkta neler olup bittiğini izlemek için. Seçmenler şafak vakti kuyrukta. Duvara yapıştırılmış uyarılara, sandık yönlendirme tabelalarına müthiş duyarlılar. “Kapıya şu sandığa gider yazmamışsınız ki!” diye isyan ediyorlar beklerken. Sanırsınız her şeyin saniyesiyle zamanında halledildiği bir ülkede yaşamaktayız.

Kendi aralarında ibret verici bir kibarlık. Zor durumda olana, acelesi olana tolerans yüksek... Bir tek tamamı farklı partilerden oluşan sandık görevlilerine karşı tahammül sıfır. “Teyzeciğim, kızın giremez seninle” dediğin anda püskürüyor teyze: “Ne olur beni o soksa sandığa, günah mı? Zaten olan oluyor, hadi oradan kimi kandırıyorsunuz? Kim bilir kaç sandık çalacaksınız!”

Ayrıca son derece de esprililer. Oyunu atan dönüp kurula bir küçük performans

Yazının Devamı

ŞAMATALI BİR YANLIŞLIKLAR KOMEDYASI

30 Ekim 2015

Üç sene önce Thomas Ostermeier’in ‘Hamlet’ini izlediğimde “Tiyatroyu çağdışı bulanlar, klasiklerden bıkanlar, uzun oyunlardan sıkılanlar gelip bunu görmeli” demiştim. Şimdi o kadar uzağa gitmeye gerek yok, üzerine tiyatrosevmezlerin bir bahanesini daha yıkacak bir oyun izledik bu hafta; “Ödenekli tiyatrolarda modern yorumlar göremiyoruz. Oyunculuklar abartılı, efendim sıkılıyoruz. Şehir / Devlet Tiyatroları mı? Gitmiyorum 10 senedir...” Örnekler çoğaltılabilir... Fakat geçerli sayılamaz, çünkü Şehir Tiyatroları’nın ‘Onikinci Gece’sinde sıkılmak mümkün değil. Yönetmen Serdar Biliş’in kurduğu çılgın dünyadan etkilenmemek de...

‘Onikinci Gece’, Shakespeare’in Noel’in onikinci gece şenlikleriyle bağlantılı olarak yazdığı düşünülen bir komedi. Bu şenliklerde her şey ‘ters yüz’ edilirmiş, oyun da öyle, bir ‘yanlış kimlikler komedyası’. Kimse göründüğü gibi değil… Viola deniz kazasında öldü zannettiği ikiz erkek kardeşi Sebastian’ın kılığında ve aşık olduğu dük Orsino’nun hizmetinde. Dük Olivia’ya, Olivia erkek sandığı Viola’ya aşık... Zavallı Malvolio ise hanımı Olivia’yı kendisine aşık zannedip cüretkar hallere giriyor... Oyunlar, entrikalar baş döndürücü bir hızla birbirini

Yazının Devamı

Bu tabloyu beğeniyor musunuz?

29 Ekim 2015

Bakıyorum bakıyorum, gördüğüm kareyi anlamlandıramıyorum. Kadınların takır takır sokak ortasında öldürülebildiği bir ülkede lafı olmaz belki ama o kadar hastalıklı bir görüntü ve acıklı durumumuzu öyle açıkça ortaya koyuyor ki... Bir grup Fenerbahçe taraftarı, Galatasaray derbisinde sarı kırmızı forma giydirdikleri bir şişme bebeği yakmışlar!

Akıllarında ancak böyle şekillenebiliyor bir ‘müsabaka’. “Ben erkeğim, aslanlar gibiyim. Karşımdaki rakibimi nasıl alt edebilirim? Onu aşağılayarak. Peki, bunu nasıl yaparım? Hah, kadına benzeterek. “Ve tabii bu ‘temsili’ kadına zarar vererek. Yakarak!

Sorsan kim bilir ne saygıları vardır kadınlara. Haşa, ne aşağılaması? Başlarının tacıdır karıları, sevgilileri... Cennet desen annelerinin ayağının altında...

Muhtemelen var güçleriyle kınıyorlardır, kadınlara uygulanan şiddeti. Belki o Özgecan Arslan cinayetine karşı en önde yürümüşlerdir, kim bilir... Şiddetin nasıl en ‘masum’ görünen eylemden -ki ne amaçla üretilip satıldığı herkesçe malum olan bir şişme bebeği yakmak bunlardan değil tabii- kaynağını bulup çoğalarak yayıldığını akıllarına bile getirmeden... Tecavüzün böyle böyle sıradanlaştığını, gündelik hayatın tam ortasına yerleştiğini hiç

Yazının Devamı