Her ne kadar pop müzikteki şarkı yazarı eksikliğini açık etse de, önemli solistlerin ‘cover’ albümlerini seviyorum. Çünkü söz konusu Nükhet Duru kadar iyi bir yorumcu olunca, her şarkının onun sesinden bürüneceği hali merak ediyor insan. Kendi sevdiği şarkıları söylediği ‘Aşkın N Hali’ de bu merakımızı epey gideriyor.
Bir Şebnem Ferah şarkısının mesela, ‘Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler’ gibi çok dillere düşmemiş dünya güzeli bir parçanın bu pırıltılı sesle bir kez daha sevilebileceğini gösteriyor. Bu albümün en hoş yanı bu zaten; ‘hit’ parçalar art arda dizilmemiş, bir ‘artık duymaktan yıldığımız şarkılar geçidi’ olmamış.
Hem eski şarkılar var içinde, hem yeni kuşaktan müzisyenlerin besteleri...
Selda Bağcan’dan ‘O Günler’... Nilüfer’den ‘Söyleyemedim’... Yüksek Sadakat’ten ‘Döneceksin Diye Söz Ver’, Halil Sezai’den ‘Sonbahar’, Redd’den ‘Beni Sevdi Benden Çok’... Hele hele Cem Adrian’ın ‘Ben Seni Çok Sevdim’ini bir söylemiş, şarkı sesini bulmuş. Hümeyra’nın ‘Sessiz Gemi’si, Zuhal Olcay’ın ‘Yalnızlığım’ı, Tanju Okan’ın ‘Sarhoşum’uysa ilk söyleyenleriyle çok özdeşleştiği ve yıllardır duyulmadığı tek bir konser, canlı müzik çalınan tek bir gece olmadığı için pek
Bu uzun zamandır kendi içimde tartıştığım bir konuydu. Ayıp çünkü, meslek hayatının önemli bir bölümünü tiyatro izleyerek ve bu konuda kalem oynatarak geçirmiş biri “Ayaklarım geri geri gidiyor, çok iyi olduğuna dair güvenilir kaynaklardan referans almamışsam tiyatroya gidesim gelmiyor” dememeli.
Tiyatronun yaşaması gerek... Bunun için bizim de elimizden gelen desteği esirgemememiz gerek. Hele hele ‘inadına tiyatro’ yapan gençlerden, ‘alternatif sahnelerden’... Onlar bizim “Tiyatro sanatı öldü” diyenlere karşı panzehirimiz...
Oralarda yüreklerini koyarak tiyatro yapan insanlar var, söyleyecek sözleri var... ‘Dayanışma ruhu’ var. Alternatif Tiyatro Mekanları Ortak Girişimi iyice umutlandırdı bizi. Ortak program kitapçığı bastıracak, tanıtacaklardı oyunlarını. Rakip değil ‘silah arkadaşı’ydı onlar.
Arkadaşlık yeterli değil
Ama bir şeyi unuttuk galiba; arkadaşlık yeterli değildi, ‘silah’ ve ‘cephane’ de lazımdı bu mekanların ayakta kalması için. Hem maddi olanaklardan söz ediyorum, hem de izlenebilir oyunlar ve bunun için gereken yaratıcı insan malzemesinden...
Sizi sıkıntıdan sıkıntıya sürükleyen bir oyunun bir kurum tiyatrosunda değil ‘alternatif sahne’de karşınıza
Bir dönem bir şarkıyı - albümü tutturmanın yolu onu televizyondaki klip kanallarında göstermekti ya, şu an onun yerini diziler almış durumda. “Parayı veren klibini döndürür” inanışıyla zaten itibarı zedelenen klip kanalları kendi kısır döngülerinde aynı şarkıları döne döne yayınlayadursun, birden bir dizide karşınıza çok keşfedilesi bir şarkı çıkabiliyor.
Misal, ‘Gönül İşleri’nin final bölümünde geçen hafta sözünü ettiğim Çiğdem Erken albümünden ‘Öyledir Geçer Zaman’a rastlamak haftanın en güzel sürprizlerinden biriydi. İkincisi de çarşamba gecesi seyircisini hiç sürprizsiz bırakmayan ‘Poyraz Karayel’de yaşandı: Geçen hafta Ahmet Kaya’dan ‘Acılara Tutunmak’ı söyleyerek gönül telimizi titreten ‘Zülfikar’ ile ‘Çiğdem’ bakışırken, ‘Poyraz’ ile ‘Ayşegül’ birbirini düşünürken, ‘Sefer ile Sema’ konuşmadan anlaşırken fonda Mabel Matiz’in yanık sesini dinledik... “Gel anla halimden, güllerim uyansın bahçelerimde” diyen sesini...
Son yılların en özgün şarkı yazarlarından biri olan Mabel Matiz’in üçüncü albümünü alıp cd çalarda döndürmeye başlamak için bundan ala fırsat olmazdı...
Adı ‘Gök Nerede’ albümün... 7 - 8 şarkıyı yan yana getiren albüm yaparken, Mabel Matiz’inkinde tam 14
Alt kattan çığlıklar gelirken, “Cık cık cık, bu adam da ne kadar vicdansız, hep dövüyor kadını” dediniz mi hiç? İçiniz burkuldu, vicdanınız sızladı, sızladığıyla kaldı mı?
Aşağıya inip kapıyı çalmayı düşündünüz mü bir an bile? “Beyefendi, ne yapıyorsunuz, karınızı dövmeye ne hakkınız var? Burası ‘medeni bir ülke’ diye kadını onun elinden kurtarmayı denemeyi? “Aman yok, karı koca arasına girilmez, sonra ben kötü olurum” diye vazgeçtiniz mi sonra? ‘Aile’ işine karışılmaz çünkü... Kocasıdır neticede, sever de döver de... Sonra televizyonun sesini açtınız mı biraz, sesler daha fazla vicdanınızı tırmalamasın diye...
Bu kez kurtulmak yok
O ekranda bir kadın göreceksiniz işte. Leyla Taşçı. Yüzü buzlanmış. Bir ‘üçüncü sayfa haberi’. Bu kez kanalı değiştirip, sayfayı çevirip kurtulamayacaksınız, Leyla size hikayesini anlatacak.
18’inde konfeksiyon atölyesinde umutlarla, hayallerle başlayan hikayesini... O küçük hayaller, patronunun, abilerinin, babasının, kocasının ve hepsine seyirci kalan anasının eliyle tuzla buz edilecek. Leyla yine de kendisi için, istemeden doğurduğu çocukları için yeni çareler, umut kapıları aramaya devam edecek. Çocuk
Bir baba ölüm döşeğindeyken oğlu ‘Sakip’i yanına çağırıyor. Diyor ki, “Ölemiyorum, bana ‘Selim’i getir oğlum.” ‘Sakip’, bir yandan “Ölme zaten baba” derken, diğer yandan soruyor: “Selim kim?”
Ve 37 yaşında öğreniyor ki, Türkiye’de hiç bilmediği bir kardeşi var. Ertesi gün atlıyor arabasına, düşüyor Makedonya’dan İstanbul yollarına. Başka çare yok, ‘Selim’ bulunacak, getirilecek. Gerekirse iğneyle kuyu kazılacak, ki yapacağı tam da bu. Sonra da ‘Selim’i kendisiyle beraber Makedonya’ya gelmeye razı etmesi var tabii. Babanın son isteği bu, geri çevrilemez.
Birbirlerinin varlığından haberdar olmadan büyüyen, geceyle gündüz kadar farklı iki kardeşin; ‘Sakip’ ile ‘Selim’in yol hikayesini anlatan ‘Limonata’, insanın içinde adıyla ilgili klişe sözcük oyunları yapma isteği uyandıracak kadar tatlı bir film. Kendimi bunlardan alıkoymaya gayret ederek, diyorum ki, uzun süredir bir filmde bu kadar gülmedim.
Zıt ama matrak karakterler
Bugüne kadar oyuncu olarak bildiğimiz Ali Atay ve Ertan Saban, meğer çok iyi birer senaryo yazarıymışlar aynı zamanda. O nasıl bir aksamayan, sarkmayan, insanları detaylarla boğmayıp su gibi akan öykü. Seyirciyi salak yerine koyup her şeyi illa
Güneşli bir pazartesi sabahı, haftaya nedensiz bir neşeyle başlayalım dedim. Aslında kendime nedenler de buldum; bir dergi, bir albüm, bir de sağında solunda bahar dalları açmış Moda yolları... Bu üçlüyle sırtımız yere gelmez.
Moda sokakları ve kafeleri, uzun süredir Cihangir’de bulamadığımız bir mahalle ortamı sunuyor gelenlere. Kahvaltı için Naan’ı şiddetle öneriyorum. Özellikle Reşitpaşa’daki fırınıyla tanınan Sandy Abut’un ekşi mayalı ve cevizli - üzümlü ekmeklerinin tiryakisi olacağınız kesin.
Karnınızı doyurup çay bahçelerinin yolunu tuttunuz mu, tamam, kulağınızda da bir ses, bir piyano, bir de halinizden anlayan sözler... Çiğdem Erken’le yolculuğunuz başlıyor.
Bu üçüncü albümü; Erken’in. Tiyatro müzikleri yaptı yıllarca. Kendi şarkılarını besteledi bir yandan ve 2011’de ilk albümü ‘Kız Kafası’nı çıkardı. Ardından ‘İstanbul Kızı’nı... Sony Müzik’ten çıkan yeni albümün adı ‘Manita’. Bu ismi bu albüme pek yakıştıramadım, o yüzden zarfı atlayıp ‘mazruf’a geçelim hemen.
Aslında Elif Key öyle bir yazı yazmış ki kartonete, üzerine ne söylesen fazla. Kendi hissiyatımı yazayım sadece: Zor geçen, bazen sebepli, bazen sebepsiz iç
CHP’nin “Milletçe Alkışlıyoruz” reklamı herkesin dilinde. Bu vesileyle, 2002 seçimlerindeki Genç Parti kampanyasının da mimarı olan reklamcı Ali Taran da gündemde
Acun Ilıcalı ve Hülya Avşar’la “Yetenek Sizsiniz” programının jürisindeydi.
Ali Taran ikinci eşi Selma Ann Desmond ile iki kez nikah masasına oturmuştu. (solda)
1 Temmuz 2011’de evlendiği Ayşe Özyılmazel’le 2012’de boşandılar.
Bugüne kadar pek az siyasi parti reklamı bu kadar hızlı ve etkili bir şekilde yayılmıştı. Daha çıkalı 10 gün olmadı ve CHP’nin “Milletçe alkışlıyoruz” sloganı kulaklarımıza yerleşti. Trafoyu, kediyi görmeyen kalmadı. Hatta etkisi bazı gazetelere “Tehlikeli alkış” gibi manşetler yaptıracak kadar büyük oldu.
Arkasındaki isim de kimseyi şaşırtmadı tabii. Türkiye’de reklam denince akla gelen ilk isimlerden biri “Milletçe Alkışlıyoruz”un yaratıcısı... 2002’de Cem Uzan’ın Genç Parti’sinin yüzde 7’lik başarısının da sorumlusu kabul edilen Ali Taran’ın Ali Desidero’dan Banu Alkan’lı Ixir’e, “Ağzı olan konuşuyor”lu BP Süper V’den “Aganigi naganigi”li fındığa, “Çok oluyoruz”lu Mavi Jeans’ten “Tık Tık Yapı Kredi iyi günler diler”e, Fatih Terim’li Telsim’den “Çakar çakmaz çakan çakmak”a kada
Neyi kutluyorduk ki biz kısa süre önce? Türkiye’de sinemanın 100. yılını... Durup durup yasaklarla, sansürlerle darbe almış 100 yıllık bir macerayı...
Merak ettiğim bir belgesel vardı bu yıl İstanbul Film Festivali’nde, Deniz Yeşil imzalı; ‘Yollara Düştük’... 1977 yılında, oyuncusundan set işçisine 400’den fazla sinema emekçisinin yeni sansür tüzüğü ve sosyal haklar nedeniyle Ankara’ya yaptığı üç günlük yürüyüşü anlatıyordu. Yeşilçam tarihinin en görkemli yürüyüşü...
Tarık Akan, Fikret Hakan, Müjdat Gezen, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Hale Soygazi, Türkan Şoray ve Kadir İnanır var fotoğraflarda... Sansürü protesto ediyorlar hep birlikte.
‘Haziran Yangını’nı izleyemedik
Biz bu filmi izleyemedik bu festivalde. Ethem Sarısülük’ün ailesinin hukuk mücadelesini anlatan ‘Haziran Yangını’nı da izleyemedik. “Trans’lara karşı günlük nefret ve şiddetle nasıl baş edilir?” sorusunun peşine düşen ‘Trans* But’ı da... Kentsel dönşümün sonucu komşu olan bir rezidansla gecekondu yaşamını anlatan ‘Komşu Komşu! Huuu!’yu da...
Daha birçok tanımadığımız, yabancısı olduğumuz, ‘kendimizden’ saymadığımız ama hepsi bu topraklarda yaşanan hikayeyle tanışma fırsatını kaçırdık.