UMUTLU ŞARKILAR

21 Nisan 2015

Güneşli bir pazartesi sabahı, haftaya nedensiz bir neşeyle başlayalım dedim. Aslında kendime nedenler de buldum; bir dergi, bir albüm, bir de sağında solunda bahar dalları açmış Moda yolları... Bu üçlüyle sırtımız yere gelmez.
Moda sokakları ve kafeleri, uzun süredir Cihangir’de bulamadığımız bir mahalle ortamı sunuyor gelenlere. Kahvaltı için Naan’ı şiddetle öneriyorum. Özellikle Reşitpaşa’daki fırınıyla tanınan Sandy Abut’un ekşi mayalı ve cevizli - üzümlü ekmeklerinin tiryakisi olacağınız kesin.
Karnınızı doyurup çay bahçelerinin yolunu tuttunuz mu, tamam, kulağınızda da bir ses, bir piyano, bir de halinizden anlayan sözler... Çiğdem Erken’le yolculuğunuz başlıyor.
Bu üçüncü albümü; Erken’in. Tiyatro müzikleri yaptı yıllarca. Kendi şarkılarını besteledi bir yandan ve 2011’de ilk albümü ‘Kız Kafası’nı çıkardı. Ardından ‘İstanbul Kızı’nı... Sony Müzik’ten çıkan yeni albümün adı ‘Manita’. Bu ismi bu albüme pek yakıştıramadım, o yüzden zarfı atlayıp ‘mazruf’a geçelim hemen.
Aslında Elif Key öyle bir yazı yazmış ki kartonete, üzerine ne söylesen fazla. Kendi hissiyatımı yazayım sadece: Zor geçen, bazen sebepli, bazen sebepsiz iç

Yazının Devamı

Milletçe merak ediyoruz...

19 Nisan 2015

CHP’nin “Milletçe Alkışlıyoruz” reklamı herkesin dilinde. Bu vesileyle, 2002 seçimlerindeki Genç Parti kampanyasının da mimarı olan reklamcı Ali Taran da gündemde

Acun Ilıcalı ve Hülya Avşar’la “Yetenek Sizsiniz” programının jürisindeydi.

Ali Taran ikinci eşi Selma Ann Desmond ile iki kez nikah masasına oturmuştu. (solda)

1 Temmuz 2011’de evlendiği Ayşe Özyılmazel’le 2012’de boşandılar.

Bugüne kadar pek az siyasi parti reklamı bu kadar hızlı ve etkili bir şekilde yayılmıştı. Daha çıkalı 10 gün olmadı ve CHP’nin “Milletçe alkışlıyoruz” sloganı kulaklarımıza yerleşti. Trafoyu, kediyi görmeyen kalmadı. Hatta etkisi bazı gazetelere “Tehlikeli alkış” gibi manşetler yaptıracak kadar büyük oldu.

Arkasındaki isim de kimseyi şaşırtmadı tabii. Türkiye’de reklam denince akla gelen ilk isimlerden biri “Milletçe Alkışlıyoruz”un yaratıcısı... 2002’de Cem Uzan’ın Genç Parti’sinin yüzde 7’lik başarısının da sorumlusu kabul edilen Ali Taran’ın Ali Desidero’dan Banu Alkan’lı Ixir’e, “Ağzı olan konuşuyor”lu BP Süper V’den “Aganigi naganigi”li fındığa, “Çok oluyoruz”lu Mavi Jeans’ten “Tık Tık Yapı Kredi iyi günler diler”e, Fatih Terim’li Telsim’den “Çakar çakmaz çakan çakmak”a kada

Yazının Devamı

100 YIL SONRA KUTLANSIN

17 Nisan 2015

Neyi kutluyorduk ki biz kısa süre önce? Türkiye’de sinemanın 100. yılını... Durup durup yasaklarla, sansürlerle darbe almış 100 yıllık bir macerayı...
Merak ettiğim bir belgesel vardı bu yıl İstanbul Film Festivali’nde, Deniz Yeşil imzalı; ‘Yollara Düştük’... 1977 yılında, oyuncusundan set işçisine 400’den fazla sinema emekçisinin yeni sansür tüzüğü ve sosyal haklar nedeniyle Ankara’ya yaptığı üç günlük yürüyüşü anlatıyordu. Yeşilçam tarihinin en görkemli yürüyüşü...
Tarık Akan, Fikret Hakan, Müjdat Gezen, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Hale Soygazi, Türkan Şoray ve Kadir İnanır var fotoğraflarda... Sansürü protesto ediyorlar hep birlikte.

‘Haziran Yangını’nı izleyemedik
Biz bu filmi izleyemedik bu festivalde. Ethem Sarısülük’ün ailesinin hukuk mücadelesini anlatan ‘Haziran Yangını’nı da izleyemedik. “Trans’lara karşı günlük nefret ve şiddetle nasıl baş edilir?” sorusunun peşine düşen ‘Trans* But’ı da... Kentsel dönşümün sonucu komşu olan bir rezidansla gecekondu yaşamını anlatan ‘Komşu Komşu! Huuu!’yu da...
Daha birçok tanımadığımız, yabancısı olduğumuz, ‘kendimizden’ saymadığımız ama hepsi bu topraklarda yaşanan hikayeyle tanışma fırsatını kaçırdık.

Yazının Devamı

DOSTLUK MU AŞK MI?

14 Nisan 2015

Öyle şaşırtıcı bir yönetmen ki, her seferinde karşınıza bir bilmece, bir sürpriz, çözmeniz gerekecek bir düğüm ve sinema salonundan çıkarken birlikte götüreceğiniz bir soru çıkarıyor. Sonuncuyu özellikle çok önemsiyorum, o bir buçuk saatin peşinize takılacak bir sorusunun olması benim için iyi film ölçülerinden biri.
Sağolsun François Ozon da bu anlamda hayli cömert. Tutmuş, yedi yaşında başlayıp bir tanesinin gencecik yaşta hastalanıp ölmesine kadar bir an kopmadan devam eden bir kız arkadaşlığından yola çıkıp bütün erkeklik, kadınlık meselelerini, cinsiyeti belirleyen kodları, dostluk ile tutku arasındaki ince çizgileri kurcalayıp durmuş. Eşsiz İngiliz gizem yazarı Ruth Rendell’dan serbest bir uyarlama olan filmin adı; ‘Yeni Kız Arkadaşım’. “Sarah amansız bir hastalığa yakalanınca kocası David ile yeni doğan bebeğini en yakın kız arkadaşı Claire’e emanet eder” cümlesinin düşündürdüğü hikayeyi anlatmıyor elbette.
Yani Claire gidip sevgili arkadaşının emanetini teselli ederken baştan çıkarmıyor. Aksine, bazen - hatta sık sık - aşktan çok da farkı olmayan kız arkadaşlığının karmaşıklığı, Claire ile David arasında da farklı bir sır paylaşımına, bir anlamda suç ortaklığına

Yazının Devamı

TARIHIN ‘ONUR’LU kahramanları

10 Nisan 2015

“Bir topluluk bir diğer topluluğa destek vermelidir. Ben eşcinselim, eşcinsel haklarını savunurum, başka hiçbir şey beni ilgilendirmez” diyemezsin... Söylemesi kolay, uygulaması zor bir cümle. Hani lafa gelince hepimiz destekleriz de, hayatımızda ‘görünürde’ hiç yeri olmayan birilerinin hakları için mücadele etmek önceliğimiz olmaz pek. Olursa da, işte böyle ‘tarih yazarsınız’. 1984’te İngitere’de bir grup gey ve lezbiyen aktivistin yazdığı gibi...
Ulusal Maden İşçileri Sendikası, genel grev kararı almış. Ülke tarihinin en uzun süren grevi... Muhafazakâr Thatcher hükümetinin demir yumruğu, polisi ve basınıyla birlikte tüm gücüyle madencilerin tepesinde. Londralı bir grup gey ve lezbiyen aktivist, tam da Eşcinsel Onur Yürüyüşü sırasında daha az polisin kendileriyle uğraştığını fark ediyor. “Ne oldu, insafa mı geldiler, yumuşadılar mı?” diye şakalaşırken görüyorlar ki, polisin o sırada daha ‘mühim’ bir meselesi var: Maden işçilerini sindirmek.

Ön yargı duvarlarına rağmen
Aynı düşmana karşı savaşmakta olduklarını anlamak, bir ışık yakıyor kafalarında; madencilerin yanında saf tutmaya karar veriyorlar. Aralarında “Bize ne madencilerden?” diyen çıkıyor bir dolu, ama sağlam bir

Yazının Devamı

‘Woyzeck’ Ozenli bir iş

7 Nisan 2015

“Biraz toprak, biraz toz, biraz et ve biraz kan:
İşte karşınızda mutsuz insan!”
“Sen Woyzeck, sadece ve sadece iyi bir insansın. Ama erdem yok sende!”
Nasıl ezeli ve ebedi bir mesele... İnsan nedir aslında? Erdem, ahlak ve namus kıskaçlarına sıkıştırılmış insan nedir? Hangisi ‘insan’ yapar bizi, hangisi ‘iyi insan’?
Bu konular üzerine oynatılmış kalemlerin haddi hesabı yok ya, en sağlamlarından biri de, Georg Büchner’in 1800’lerde yazdığı, ölümüyle yarım kalan metni... Bir kıskançlık sonucu sevdiği kadını öldüren Woyzeck’in gerçek hikayesi üzerine dillendirilen bir halk söylencesine dayanıyor aslında. Savaştan dönen Woyzeck, sevgilisini bıraktığı gibi bulamıyor. Bir de çocuğu var üstelik ve kocası yok.
Woyzeck seviyor ama kadını, belki bir yol bulacak, belki affedip unutacak ama o çok bilen ‘toplum’ izin vermiyor buna. “Bir dakika, erkek misin, değil misin?”ler giriyor devreye. “Bir piçin babası olmayı içine sindiriyorsan nerede kaldı senin erdemin?”
Erdem böyle bir şeydir ya çünkü; bakanın durduğu yere göre şekil değiştirir. Toplumun pek mühim ‘değer yargılarına’ sığabilmek için cinayeti bile içine sindirir. Namusunu temizlemiş, bu yüzden ‘erdemli’ bir katil

Yazının Devamı

Erguvanlar bir, festiıval iki...

3 Nisan 2015

‘İstanbul Film Festivali’ bende bir tür çocukluğa dönüş duygusu uyandırır her sene... İKSV’nin bütün festivallerinin insanın ruhunu coşturan bir tarafı var tabii ama, ‘Film Festivali’nin başka... Bir kere annemin, babamın, ablamın takip ettiği bir etkinlik olduğu için ben de onun içine doğdum, bir de liseyi Beyoğlu’nda okuyunca tam göbeğinde büyüdüm.
Şu an dünyanın tüm ülkelerinden filmler parmağımızın ucunda ya, bir zamanlar hayaldi, ‘Bergman’ filmini festivalde kaçırdıysan bir daha izlemek. Pasolini toplu gösteriminde Emek Sineması’nın sokağının başı bilet arayanlar tarafından kesilmişti, hiç unutmam.
Filmin ortasında da epey çıkan olmuştu sonra... Tutkulu, aceleci, tahammülsüz festival izleyicisi...
Geldiğimiz noktada, ne Emek Sineması var, ne Bap Kafeterya, ne filme girmeden önce tost, portakal suyu aldığımız han, ne aradaki profiterol keyfimiz İnci, ne film aralarında kahve içtiğimiz Caffinet... O güzel bahar günlerinden bir ‘Film Festivali’ kaldı... İstanbul’un baharına erguvanlar kadar yakışan festival...
Dolayısıyla yarın, dışarıda güneş pırıl pırıl parlarken sinema salonlarına kapanma vakti.
Neler görmeyi düşündüğüme gelince...
Ülke ve dünya koşulları beni

Yazının Devamı

DÜĞÜM DÜĞÜM BAĞLANMIŞIZ

31 Mart 2015

Genç bir kadın, Lucy... Güzel, başarılı, ünlü ve bağımlı... Hani dışarıdan bakınca “Daha ne istiyor? Belasını mı?” dedirtecek türden bir hayatı var. Dışı eli, içi kendini yakan türden. O da kendi cehennemini evinde, en yakınında, ailesinde taşıyor. Annesiyle kurduğu sevgi - nefret ilişkisinde, zamanında kesemediği göbek bağında.
Craft Tiyatro’nun ‘Kalp Düğümü’, yeni bir oyun değil artık, geçen seneden beri devam ediyor. Ama Melisa Sözen sahneye ilk kez çıktı bu oyunla. Türkiye Eleştirmenler Birliği’nin En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi oldu geçen hafta. Büyük olasılıkla bu yılki son ödülü de olmayacak. Ve o derece zor bir rol, o kadar da hak edilmiş bir ödül ki, görmemiş olanlar sezonun son oyunlarından faydalansın istedim.
‘Kalp Düğümü’, adını çözülmesi çok zor bir makrome modelinden alıyor. Hani ne içinden çıkabiliriz, ne kesip atabiliriz ya o türden bir düğüm. Ne var ki, kalp şeklinde... Gücünü ‘sevgi’den alıyor o yüzden bazen ömür boyu taşıyoruz yaralarını, bazen de can havliyle atıveriyoruz kendimizi o düğümün dışına. Yaralarımızı kanatma, kendimizi sıfırlama, her şeye yeniden başlama pahasına... ‘Lucy’nin yapmaya çalıştığı gibi.
Çağ Çalışkur’un sahneye

Yazının Devamı