Türk sinemasının yeni yıldızı

16 Şubat 2014

Farah Zeynep Abdullah bu hafta “Bi Küçük Eylül Meselesi” filmiyle karşımızda. Martta da “Kurt Seyit ve Şura” dizisiyle ekranda olacak. Hem televizyonun hem beyaz perdenin yeni umudu olduğunu söylemek yersiz değil...

Aşık olmak için fazla neşeliyim ben”... Herhalde “Bi Küçük Eylül Meselesi” filminin en çok konuşulacak cümlesi... Aşk ile neşe bir potada erimez mi? Âşık olmak için illa melankoliye meyilli olmak mı gerekir? Ve benzeri sorularla... Şurası kesin ki yüzünden sahici bir neşe fışkırıp şakıyarak bunu söyleyen Eylül ne kadar inandırıcıysa, “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de aşkı uğruna sararıp solan Aylin de o kadar sahiciydi... O zamandan Türk sinemasına uzun zamandır gelen
en güzel ve taze yüzü müjdeliyordu: Farah Zeynep Abdullah’ı.
Temellerinde iki kuşaktır aşk
olan bir ailenin çok sevilmiş tek kızı Farah... “İsmi neden böyle?” Çünkü Iraklı bir baba ile Boşnak annenin evliliğinin ürünü... Kökenlerindeki aşk, bu ay GQ dergisine kapak olan Farah Zeynep Abdullah’ın (yazıda zaman zaman FZA diye anılacak) Ebru Çapa’ya anlattığına göre, dedesiyle anneannesi aynı dispanserde çalışıp uzaktan bakışan iki insanken, dedesinin denizde boğulma tehlikesi atlatan anneannesini

Yazının Devamı

ŞiMDi SEVGiLiLER GÜNÜ DÜŞÜNSÜN

14 Şubat 2014

Efe Işıldaksoy adını duydunuz mu? Ya da sosyal medyada bilinen adıyla rastarules’u? Görsel iletişim ve grafik tasarım okumuş bir sanatçı.
2013 Kasım’ından beri ‘Kafalar hep karışık’ adını verdiği bir sergisi var. Nerede? Her yerde...
Resim ve heykellerini çeşitli şehirlerin farklı noktalarındaki çöplere bırakıyor, sonra bunu Instagram ve Twitter’dan duyuruyor. Belirlenen saatte o çöpün başında olanlardan kısa çöpü çeken bu ‘parayla satın alınamaz’ eserin sahibi oluyor.
“Neden çöp?”ün cevabını ise şöyle veriyor:
“Geldiğimiz noktada her şey satılık. Yeterince para öderseniz her şeyi alabilirsiniz. Para vermeden alabileceğiniz şeyler ise sokağınızdaki çöp tenekesinin içerisinde. Sanatın değeri, uğruna ödenen para ile ölçülüyor ve sanat gitgide insandan kopuyor.
Uğruna para ödensin diye yapılıyor resimler, bilet satılsın diye oynanıyor oyunlar, çekiliyor filmler. Ben resimlerimi neden mi çöpe atıyorum? Çünkü onlar satılık değil. Onlara para verip evinizin duvarına süs yapamazsınız. Çöpten farksızlar, çünkü onlar için hiç para ödenmedi.
Bir yandan sanata ihtiyaç duyan bireyler azalıyor. Diğer yandan sanat yok oluyor. Para kazanmak için yapılan sanatın

Yazının Devamı

GENEL AHLAK KURALLARINA UYMA ENDiŞESi

11 Şubat 2014

Bu cumartesi, Taksim bir kez daha biber gazı bulutu altındayken, “Edepsiz görüntülere dokunma” diyenler, ‘edepsizce’ sokağa dökülmüşken, biz gözyaşları ve geniz yanmaları arasında edepli edepli Dot’un ‘Makas Oyunları 2’sinin yolunu tuttuk, iyi ettik.
Borçtan harçtan kurtulmak için önce yüzdüğü denizi, giderek anneannesini satmaya kalkışanlar mı istersiniz, marketten bebek satın almaya gitmişken rokfor peynirinden feragat etmemek için daha ucuzundan ‘defolu’ bebek peşine düşen ebeveyn adayları mı... Hayatın bütün vahşeti, olanca ‘doğallığı’ ile sahnede... Ki bu da bu projenin amacının ta kendisi zaten.
‘Makas Oyunları’, Britanya’da doğmuş, güncel politik durumlara dair yazılmış kısa oyunlardan oluşan bir proje. İnternet sitelerinde “Bu oyunlar sizin için yazıldı” diye anlatıyorlar, “Alın ister yerel kütüphanenizde sergileyin, ister bir yolu işgal edip gelen geçene oynayın...”

Kral çıplak!
Dot’un bunlardan yaptığı ikinci seçki; ‘Ev Ekonomisi’, ‘Bedel’ ve ‘Köy’ adını taşıyor. ‘Köy’ün başında bir anons var: “Bu oyunda genel ahlak kurallarına uyma endişesiyle yapımcı tarafından otosansür uygulanmıştır.”
Oyun, bir polis karakolunda geçiyor. İbrahim Selim ile Gizem

Yazının Devamı

Altın çağını yaşıyor

9 Şubat 2014

Ata Demirer “Eyyvah Eyvah” serisinin üçüncüsüyle bir kez daha seyirciyi fethediyor. İlk gösterisini parasız sahnelemek için bile bar bar dolaşmak zorunda kalan delikanlı, şimdi kendi yazdığı, sevdiği işi yapma lüksüne sahip bir sinemacı

Valla ben oyunculuğunu beğenmiyorum ama hakkını teslim edelim, stand up’çılığı iyiydi”... “Stand up’çı olarak bir Cem Yılmaz değil tabii ama taklitleri iyiydi”... “Taklitlerle sürekli kendini tekrarlıyordu ama adam iyi müzisyen”... Böyle bir kafa karışıklığı yaratıp eninde sonunda yaptığı her şeyi de hatırı sayılır bir kitleye beğendiren bir insanoğlu Ata Demirer. Bünyesinde topladığı yeteneklerin her birinin ayrı hayranı varken sonunda onları bir potada eritti, üstüne de en bilinmeyen becerisini; senaryo yazarlığını ekledi, ortaya “Eyyvah Eyvah” serisi çıktı.
Ata Demirer 2010 yılından beri her yılın başında bir sinema filmi üretip koyuyor ortaya ve gayet iyi de seyirci topluyor. Üstüne üstlük bir “Recep İvedik” gibi yerden yere vurulmuyor da... Aksine, yönetmen Hakan Algül’ün başarıyla çektiği Ata Demirer filmleri hikaye anlatımıyla, espri düzeyiyle, oyunculukları, müzikleri ve içimizde uyandırdığı Geyikli sevgisiyle sinema eleştirmenleri

Yazının Devamı

NEFRETE iNAT YAŞASIN HAYAT

7 Şubat 2014

Onun adı Roşin Çiçek. Görebildiğim tek fotoğrafında üzerinde mavi tişörtü, ışıl ışıl bakan gözleriyle gülümseyen bir çocuk. Ailesi eşcinsel olduğunu öğrenince öldürülme korkusuyla evinden kaçtı. Ama ne yazık ki bu, onun hayatını kurtarmaya yetmedi.
2012 Temmuz’unda öldürülüp Elazığ yoluna atıldığında 17 yaşındaydı. Onu katledenlerin, babası ve amcaları olduğu biliniyordu.
Son duruşması, 2013’ün aralık ayındaydı. Mahkeme daha önce cinayeti aydınlatmak için davaya müdahil olmak isteyen Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) bu talebini kabul etmişti.
Son duruşmada kaldırıldı bu karar. Roşin’in annesinin isteğiyle... “Benim oğlum eşcinsel değil” diye haykırıyordu hâlâ... Oğlu artık yanında yokken, yaşamının ilkbaharında dünyadan hunharca koparılıp alınmışken, yine de önemli olan onun ‘eşcinsel’ olarak bilinmemesiydi...
***
Bir video izledim dün...
Antikapitalist Müslümanlar’dan, Cumartesi ‘çocukları’ndan, Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden temsilciler, bir oyuncu, bir lise, bir üniversite öğrencisi, bir kamu çalışanı, bir seks işçisi konuşuyordu sırayla. Birbirlerinin cümlelerini tamamlayarak...

Yazının Devamı

OYUN ALANININ DIŞINA ÇIKIN!

4 Şubat 2014

Cumartesi gecesi Asmalımescit’in köşesinde taksi beklerken 25-30 yaşlarında bir adamın, bir genç kızı tartakladığını görüyoruz.
Önce bir kafa atıyor, sonra tutup duvara çarpıyor kızı. Caddedekiler de göz ucuyla bakarak açıktan açıktan geçiyorlar.
Yanımdaki arkadaşım, “Durun, ne yapıyorsunuz?” diyecek oluyor, bu sefer bize yöneliyor adamın bütün öfkesi. “Sana ne ulan, benim sevgilim”i izleyen korkunç küfürlerle arkadaşımın üstüne yürüyor. İçinde ‘sevgi’ geçen bir tanım kullanabiliyor, dövdüğü kız için. Tam o sırada erkek arkadaşından daha öfkeli görünen kız veriyor ağzımızın payını: “Gitsene, belanı mı arıyorsun?”
Ertesi gün Bulut Tiyatro’nun Beyoğlu Sekizinci Kat’taki ‘Evim! Güzel Evim!’ini izlerken hâlâ aklımda bu sahne.
Anne-baba ve artık yetişkin olmuş iki kızdan oluşan bir ailenin hikayesini anlatıyor, Ebru Nihan Celkan’ın yazıp yönettiği oyun.

ÇOCUKLUK HAYALETLERİ

Yazının Devamı

Mehmet Günsür tesadüfleri sever

2 Şubat 2014

Müzisyen olmak istiyordu, oyuncu oldu. İstanbul’da yaşıyordu, Romalı oldu. Sık sık âşık oluyordu, üç çocuklu aile babası oldu. “Aşk Tesadüfleri Sever”in yıldızı Mehmet Günsür’ü “Muhteşem Yüzyıl”ın Şehzade Mustafa’sı olmaya getiren yolda pek çok tesadüfün etkisi var. Sevilen şehzadeye veda ederken hatırlayalım...

Yaşı yetenler hatırlayacaktır, TRT’nin sinema kalitesinde diziler yayınladığı dönemde, Okan Uysaler’in çektiği bir dizi vardı: “Geçmiş Bahar Mimozaları”. Filiz Akın ile Rutkay Aziz vardı başrollerde. Müşfik Kenter’den Nurseli İdiz’e şahane bir oyuncu kadrosu... Bir de kocaman tel çerçeveli gözlüklü oğlan çocuğu: Sabih.
O zaman öngörebilir miydik ki bu çelimsiz oğlan büyüyecek, Türkiye’nin en yürek hoplatan aktörlerinden birine dönüşecek, Mehmet Günsür olacak. Oyunculuk filan yoktu aklında hiç. Ama tesadüf bu ya, daha yedi yaşındayken “Sana’yla beslenen, özenle büyütülen çocuk” olarak tanışmıştı kamerayla.
Ve sanat, kimse profesyonel olarak ilgilenmese de, doğduğu evde hayatlarının bir parçasıydı.
Kuantum fizikçisi Teoman Günsür ile Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu öğretim üyesi Sibel Günsür’ün oğlu olarak 8 Mayıs 1975’te İstanbul’da açtı

Yazının Devamı

KADINLAR GÜÇSÜZ ERKEK SEVMEZ Mi?

31 Ocak 2014

Nerede okuduğumu unuttuğum, doğruluğuna çok inandığım bir söz var: Bir toplumda neyin eksikliği çekiliyorsa onun üzerine yazılıp çiziliyor en çok. Nitekim bizde de uzun süredir en çok ‘aşkı bulmanın ve korumanın yolları’ yazılıp okunmakta. Herkesin engin fikirleri var bu konuda ama (ya da çünkü) yaşamaya gelince fena halde tökezliyoruz.
Ben bu girizgahı aynı zamanda lise arkadaşım olan Tolga Akyıldız’ın kitabını okurken yaptım. Ama zinhar kendisinin yazdıklarını bu kategoriye sokarak değil... Serbest çağrışım diyelim...
Kendisini daha ziyade müzik üzerine kalem oynatan bir yazar olarak biliriz ama muhtelif dergilerde aşk ve ilişkiler yazmışlığı da çoktur. Nitekim, adı ‘Özür Dilerim, Çok Sevdim’ olan bu kitapta da işte çok sevmiş ve bundan pişman olmamış bir erkeğin anlattığı 41 öykü var. Güzel bir ‘ilk söz’ü var, aşkın bir efendi-köle oyunu olmadığına inananların da, tersini düşünenlerin de bu kitapta kendilerinden izler bulacağını söylüyor Tolga.
Ben tabii bir kadın olarak “Erkeklere kızmayın, onları siz bu hale getiriyorsunuz“ diyen bölüm üzerinde durdum.
Öykülerde de zaman zaman altını çizdiği gibi, ‘kadınlar güçsüz erkek sevmez’ inanışı üzerine kurulu bu tez.
“Erk

Yazının Devamı