Arada soranlar oluyor: “Hangi oyunlara gitsek bu yıl?” Diyeceğim ki, ‘Craft Tiyatro’nun oyunu ‘Garaj’a gidin.”
Bir yılbaşı gecesinde döküntü bir garajı süsleyip sevgilisini bekleyen trans seks işçisi Orkide’yi tanıyacaksınız. Deli dolu, gürültülü patırtılı, yüksek kahkahalı... Sanki hayatı bir şenlikmiş gibi, hiç derdi tasası yokmuş, feleğin sillesini defalarca yememiş gibi...
Sonra fotoğraf öğrencisi Kahraman’ı tanıyacaksınız. Utangaç, sessiz sedasız, ürkek... Sıkıldıkça tırnaklarını yiyen, ummadığı bir şey gerçek olduğunda defalarca “Bismillahirrahmanirrahim” diyen, şükreden... Sanki hayat onu daha küçücük yaşta vurmamış, anasız babasız bırakmamış, yaşıtları yılbaşı gecesini kutlarken cebinde eve gidecek parası bile olmayan o değilmiş gibi... O garajda kesişiyor yolları. Hikayeleri var anlatacak ve paylaşılacak yalnızlıkları...
İki çok iyi oyuncu
Dot’ta ‘Kürklü Merkür’ün Lola’sı olarak tanıyıp çarpıldığım Enis Arıkan Orkide rolünde yine harikalar yaratıyor. Ve karşısında bir genç oyuncu var, Güven Murat Akpınar, sahiden seyirciyi avucunun içine alıp götürüyor. ‘Suskunlar’ dizisinin İbo’su olarak tanıyoruz onu, sahnede de sahiden bambaşka.
Bu iki birbirine zıt
Memleketin en parlak yıldızlarından Kıvanç Tatlıtuğ, bu hafta “Kurt Seyit ve Şura” dizisinin setinden selamladığı SİYAD’dan En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Tatlıtuğ’un best modellikle başladığı kariyerinde 12 yılda kat ettiği yol göz kamaştırıcı
aşka kimin adı geçtiğinde her yaştan, istisnasız bütün kadınların yüzünden aynı ifade geçer, bilemiyorum. “Benim tipim değil” denemeyen bir isim çünkü Kıvanç Tatlıtuğ. Ekşi Sözlük’ü bir tarayın, “Beğendiğim tek sarışın varlık” maddeleri göreceksiniz sürüyle. Milliyet Pazar’ın kadın ağırlıklı ekibi konuşurken “O insan değil ki” diyen oldu, herkes de hak verdi, mesele bu kadar ileri noktada... Başka bir âlemden gelmiş gibi... Bunda Allah vergisi güzelliği kadar üzerine kendi koyduklarının da payı var.
2002 yılına gittiğimizde, Best Model of the World madalyasını Kenan İmirzalıoğlu’nun elinden almış 20 yaşında, bebek yüzlü, saf bir delikanlı görüyoruz. Kendisini “Adam gibi adamım ama saf taraflarım var. Çünkü taşra çocuğuyum.” diye anlatıyor, onunla ilk röportajını yapan Ayşe Arman’a.
Paris’in yolunu tuttu
Adanalı Tatlıtuğ ailesinin beş çocuğundan dördüncüsü olarak 27 Ekim 1983’te dünyaya geldi Kıvanç. Baba Erdem Tatlıtuğ,
Memleketimizde her gün Zaytung’u aratan yaratıcılıkta gelişmeler oluyor çok şükür. Mizahçıların işi zor, ne diyeyim... Gerçekler komediyi zorluyor.
Dün ne çıktı karşımıza? 7 Şubat’ta Rusya Soçi’de başlayacak olan 2014 Kış Olimpiyatları’nın yayın haklarını alan TRT, kadınlar ve çiftler dalında buz pateni yarışmalarını yayınlamama kararı almış. Sebep? Kadın sporcuların kıyafetleri rahatsızlık yaratıyormuş.
Yetti artık gerçekten bu kafayı kılık kıyafetle bozma hali. Sunucunun, şarkıcının ve de sporcunun dekoltesinden, bacağından alamıyoruz kafamızı. Sunucular kıyafetleri yüzünden işlerinden olurlar. Programlara katılan sanatçıların dekolteleri kapatılır. Kadınlarımız atletizmde altın madalya alıp Avrupa şampiyonu olur, kafalar kıyafetlerine takılır, “Bir madalya uğruna Türk kızlarını soyuyorsunuz”a varır iş. Belediye başkanları şort giyiyorlar diye voleybol takımlarını kapatmaya kalkar.
Şaka mı yapıyorsunuz?
TRT sosyal medyada yer yerinden oynadıktan sonra haberleri yalanlayıp meselenin fiyat konusundaki bir anlaşmazlıktan kaynaklandığını, şimdi çözüldüğünü, yarışların tamamını yayınlayacaklarını açıkladı.
İnanırsınız, inanmazsınız, fiyatta anlaşamayınca niye
Nejat İşler için söylenen bir dolu içten, güzel cümlenin içinde o takıldı gözüme... Twitter’da Hale Akay’ın yazdığı “Nejat İşler, kendisini sevelim diye özellikle bir şey yapmadı. Ve kendisini ne çok sevdirdi” cümlesi...
Ne kadar doğru ve ne kadar aykırı birçoğumuza... Yaptığımız pek çok şeyi daha çok sevilmek için yapıyorken aklımızda olmalı. Sadece ‘kim’ olduğunuz için sevilebilirsiniz aslında ve asıl kıymetli olan da budur.
Hiçbir şeyi nasıl göründüğünü, nasıl algılandığını hesaplayarak yaşayan bir adam değil, Nejat İşler. Aman efendim, o bir star, görünüşüne, kılığına kıyafetine, oturuşuna kalkışına, yediğine içtiğine dikkat etmeli. Daha fit olmaya, daha yakışıklı olmaya çalışmalı. Tabii hedefinde de daha çok reyting, daha çok para, daha çok ‘başarı’ olmalı. Çünkü niye? Sanatçı topluma ‘örnek’ olmalı. Çoluk çocuk ona bakmalı, onun izinden gitmeli. Nasıl ‘kazanan’ insan olunur, öğrenmeli...
Nejat İşler ne yapıyor? Yiyip içip her yıl bilmem kaç son model araba alıp tasasız kedersiz gezebilecekken dert ediniyor ‘üzerine vazife’ olmayanları. Sokakta bu kadar insan aç, parasız gezerken kazanıp harcayamıyor gönül rahatlığıyla. Kahvede beraber oturduğu arkadaşının dizisi
Magazin dünyası bir süredir Ahu Yağtu ile meşgul. Cem Yılmaz’la evliliği, oğlu Kemal’in doğumu, babasının olmayacak açıklamaları derken, bu çok merak edilen hikaye iki seneyi doldurmadan sona erdi. Konuyla ilgili konuşmayan Yağtu ve Yılmaz dışında herkes kanaat sahibi...
Cem Yılmaz ile Ahu Yağtu’nun düğünü 10 Mart 2012’de Pera Palace’ta yapıldı.
Ahu Yağtu ismini ne zaman duymuşuz diye geriye gitsek, yıl 2001, BBG Evi’nin sunucularından biri olarak görüyoruz onu. 23 yaşında o sıralar ve neredeyse 10 senelik model, bir senelik de evli. Hayata her anlamda erken başlayanlardan...
Belki bunda mutlu bir ailenin çocuğu olmamasının da payı vardı. Bir an önce kendi kanatlarıyla uçmanın yollarını aramış ve her zaman ağırbaşlı, sakin, sessiz bir kız olmuştu. 11 Temmuz 1978’de İzmir, Karşıyaka’da dünyaya geldiği çekirdek aile, o dokuz yaşındayken dağıldı. Ahu’yu annesi Hülya Yörük’ün büyüttüğünü, baba Neşet Yağtu’nun kızıyla iletişiminin olmadığını ilerleyen yıllarda tüm Türkiye tatsız bir şekilde öğrenecekti. Öncesi, 14’ündeyken 43 kilo, 32 beden olarak modelliği başlayan, bacakları kalın görünsün diye tayt içine çorap giyen bir küçük kız... Giderek memleketin iyi mankenlerinden
Önce şunu itiraf edeyim: ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’ filmini ilk duyduğumda kadınlar ‘ellerinin hamuruyla’ banka soyuyorlar fikri beni biraz ürküttü. Ama yönetmeni Eflatun Film ekibinden, ‘Acı Aşk’ filmini pek sevdiğim A. Taner Elhan’dı. Oyuncu kadrosu parlaktı. Nitekim, önyargılarımı daha baştan kıran bir filmle karşılaştım.
Tanıtımlarında da altı çizildiği gibi, bir ‘kadın dostluğu’ filmi denebilir buna. Tek başına hayatta kalmaya çalışan dört kadının dayanışma öyküsü...
Krediler, borçlar...
‘Gülay’ (Meltem Cumbul), meme kanseri teşhisinin üstüne kocası tarafından da terk edilince, iki buçuk yaşındaki çocuğuyla gayet anlayışsız annesinin (Meral Çetinkaya) yanına sığınmış bir kadın. Kredilerle, borçlarla ayakta durmaya çalışırken tekstil atölyesine de haciz geliyor ve tam anlamıyla dibe vuruyor.
‘Dürdane’ (Esra Dermancıoğlu), bir rock’çıya aşık olduğu için Küçük Armutlu’da rock bar açmaya kalkışacak kadar hayalperest bir kadın. Güvendiği her erkekten kazık yese de hâlâ insanlara inanmaya devam ediyor.
Balkan göçmeni annesiyle (Ayten Uncuoğlu) yaşayan ‘Bilge’ (Filiz Ahmet), dört arkadaşın en deli dolusu, tepesi attı mı gözü kimseyi görmüyor.
Ve ‘Nihal’ (Özge
Pazartesi sabahı bilgisayarı açtım, sosyal medya aynı fotoğrafla yıkılıyor: Siyah türbanlı, yeşil tüylü kostümlü bir Bülent Ersoy.
Herkeste bir hayret ve de dehşet hali. Neden ‘kapanmış’ Bülent Ersoy?
Mevlid Kandili diye...
Programını semazen gösterisiyle ve ilahi söyleyerek açmış. Kandile özel böyle giyinmiş. Üstüne de konuğu Umut Zen ile birlikte Fethullah Gülen’in şiirinden bestelenen ‘Hüzünlü Gurbet’ diye bir şarkıya canla başla eşlik etmiş. Gün itibariyle durduğu yer belli, verdiği mesaj belli. Şaşıracak bir şey yok; bugüne kadar türlü türlü kostümle, hayret verici kılıklarda gördük kendisini. Hiçbirinde değil de neden şimdi “Bu gördüğümüz kabus mu Allah’ım?” noktasına geldik?
Herhalde cevap şu: Çünkü karşımızdaki bir transseksüel ve onu türbanla görmeyi bünyemiz kaldırmıyor. Ve bu gerçekten ayıp. Nitekim Twitter’da gördüğümüz pek çok ‘dalga geçen’ mesaj Bülent Ersoy’un ‘Askerliğini yapmış ilk türbanlı’ olmasından girip, bunun İslam’a hakaret olduğuna kadar uzanıyordu. Ve ‘dini bir şeylere alet etmesine’ tabii...
Din alet edilerek yapılan türlü türlü eylem yanında Bülent Ersoy’un başını bağlayıp ilahi okuması o derece masum kalıyor ki, içimizdeki homofobiyi
“Cinayet” Nurgül Yeşilçay’ın uzun zamandır gördüğümüz en iyi dizisi. Ama bu onuilk bölümü on birinci oldu diye yerden yere vurulmaktan kurtarmıyor. Ucu “İkinci Bahar”a kadar dayanan “neydi, ne oldu?” kıyaslamalarına maruz kalmaktan da...
Şimdi yeni dizisi “Cinayet” başladı ya, ortalık bir “İkinci Bahar”dan bugüne Nurgül Yeşilçay kıyaslamaları deryasına döndü. Toplumca meyilli olduğumuz üzere bir “neydi, ne oldu?” hikayesi yazılmaya çalışılıyor...
Bir “düşüşün” anatomisi... Bir oyuncunun kariyerinde kaç “Asmalı Konak” olabilir, zaten dizi tarihimizde kaç “İkinci Bahar” var gibi soruları pek soran yok... Habire Nurgül Yeşilçay’ın o çıtalardan atlaması bekleniyor. Ama işte onun kendisine koyduğu çıtalar değil bunlar. Çünkü onun arkasında zaten çok da hesaplamadan, hırslanmadan, “gelişine vurarak” inşa ettiği 18 yıllık bir kariyer var. Galiba bir tek yedi yaşındayken Allah’la yaptığı anlaşmaya uyarak: Kendini fazla zorlamayarak...
GQ dergisinde Ebru Çapa’ya “Türkan Şoray başta bana gıcık olmuş” diye anlatmıştı “İkinci Bahar” günlerini: “Okuma provasındayız. Ben orada bir öğrenciyim, bir de patavatsızım ya, iyi bir şey diyeyim derken kötü bir şey söyleyip batmamak için