“ZATEN PROFiTEROLÜ DE KÖTÜYDÜ!”

11 Aralık 2012

Beklenmedik bir şey değildi İnci Pastanesi’nin başına gelenler... Bizde süreç böyle işliyor. Bir şeyin yok olması için ferman veriliyor, birileri “Dokundurmayız” diyor, yollara dökülüyor, “Yapmayın”, “Bu bir tarihtir, kültürdür” diyor. Ve her zaman kaybediyor

İnci Pastanesi, en fena şekilde, müşteriler sokağa kovalanarak, son profiteroller gelene geçene dağıtılarak tahliye edildi. Sonra şahane bir ‘anti-İnci’ korosu girdi devreye. Emek’te de olmuştu aynı şey. “Bu ağlayanlar kaç yıldır Emek’e gitmiş miydi?”den tutun, “Ses sistemi kötüydü, koltukları rahatsızdı”ya uzanan bir dizi şikayet... Sonuç: Çağa ayak uyduramamıştı! Şimdi aynı sesler İnci için de çıkıyor... “Profiterolleri eskisi gibi değildi”den “Sahipleri suratsızdı”ya kadar... En komiği: “Ağlayana kadar İnci’ye gidiyor olsaydınız bilmem kaçıncı şubesini açmıştı.”

Çağa uymak!
Bir, İnci’de her zaman sıra beklerdin profiterol yemek için. Benim çocukluğumda da böyleydi, Galatasaray’daki öğrencilik yıllarımda da, sonrasında da... İnci’nin hiçbir zaman müşteri sıkıntısı olmadı. Evet, isteseydi bilmem kaç şube de açardı, daha büyük bir yere de geçerdi. Ama işte bu kendi kafalarına uymayan her şeyi “Çağdışı” diye

Yazının Devamı

“Evlilik heveslenilecek bir şey değil gibi”

9 Aralık 2012

Bir süredir dizide oynamayan Ahu Türkpençe, şu sıralar Deniz Akçay’ın ilk filmi “Köksüz”ün çekimleri için İzmir’de

Çok hızlı bir yükseliş öyküsüydü Ahu Türkpençe’ninki. “Bir İstanbul Masalı” ile bir anda parladı. Sinema serüveninin en parlak yıldızı ise “Kaybedenler Kulübü” idi. Bu arada Duru Tiyatro’da “Sondan Sonra” adlı oyunda Emre Kınay ile sahneyi paylaşıyor ve çok iyi eleştiriler alıyordu. Seyirci de medya da onda ‘masalın küçük prensesi’nden çok fazlasının, sağlam bir oyuncunun olduğunu fark etmişti. O da artık sadece istediği ve sevdiği işlerde oynamaya başladı.
Nitekim şu anda İzmir’de, “Şöhret” dizisinde tanıştığı senarist-yönetmen Deniz Akçay’ın ilk filmi “Köksüz”de oynamakta. Akçay’ın ailesinin, dostlarının ve Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin büyük özveriyle çalıştığı bir set burası. Hayatta gördüğüm en ‘arkadaşça’ set. Herkes bir işin ucundan tutuyor, birbirine karşı nazik, düşünceli, yüzler gülüyor... Yönetmenin ablası ertesi gün mercimekli börek mi getirsin pudingli kurabiye mi gibi dertleri var... Ahu Türkpençe, kendi makyajını ve saçını kendi yapmış olarak karşılıyor beni. İzmir’in ‘güven olmaz’ havası çekimin ilk dakikasında kafamıza kovayla yağmur

Yazının Devamı

Nasıl olsa yalan haber!

7 Aralık 2012

Şu aralar internette en çok Zaytung haber sitesini takip etmeyi seviyorum. Gündeme dair asparagas haber üretip ‘dürüst, yalansız, ahlaksız haber’ sloganıyla yayın yapan site...

Hayatımızın her gününde öyle zaytung’luk ‘gerçek’lerle karşılaşıyoruz ki, hiç değilse oradakilerin yalan haber olması iyi geliyor sanırım. Aslında bir baksak hangisi yalan, hangisi gerçek, ayırt etmek kolay değil. Yoksa bir dizinin bir ülkenin gündemini bunca işgal etmesi aslında tam zaytung’a yakışır bir haber değil de ne?
Bu haftanın başlıklarından biri mesela, “Alınan tüm önlemlere rağmen Taksim’e ulaşabilen insanlar olduğunu fark eden Büyükşehir Belediyesi, sızıntının kaynağını tespit etmeye çalışıyor”du. Eğer bir süredir zorunluluktan yolu Taksim’e düşen, hele hele mazallah oralarda evi olan biri değilseniz, bunun ne demek olduğunu tam anlayamayabilirsiniz. Biraz devam etmek istiyorum, ağlanacak halimize ben güldüm, siz de mahrum kalmayın diye: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen basın toplantısında, Fen İşleri Daire Başkan Yardımcı Fikret Sami Ekinciler, ‘Bizdeki haritalara göre Taksim’e ulaşan bütün yolların kazılmış olması lazım. Ancak bazı ara

Yazının Devamı

FIRAT TANIŞ’A KULAK ASMAMALI MI?

4 Aralık 2012

Fırat Tanış’ın ‘Bir Zamanlar Osmanlı-Kıyam’ dizisinden ayrıldığını gazetelerde okuduk. Yapımcının ithamlarını da, Tanış’ın isyanını da... Farkındaysanız bu tip isyanları daha sık duyar olduk. Dizi piyasasını taşıyan ayaklardan biri, böyle çatırdamaya başladıysa ortada durup düşünülmesi gereken bir mesele yok mudur?

Tiyatroda olsun, sinemada olsun karşılaştığım en yetenekli oyunculardan biri olan Fırat Tanış’ın ‘Bir Zamanlar Osmanlı- Kıyam’ dizisinden ayrıldığını gazetelerde okuduk. ‘Gerekçe göstermeden’ çekime gelmediğini, neye kızdığını anlamadıklarını, yapımcının sete noter çağırıp zabıt tutturduğunu...
Dizide Patrona Halil’i oynayan Tanış da, ertesi gün izleyicilerine yönelik uzun bir mektup yazdı, diziden neden ayrıldığını anlatan... Katılınacak yerleri, karşı çıkılacak yerleri olabilir ama her şeyden önce önemli bir çıkıştır bence. Bu piyasada iş yapan, mektubunda “Yapımcı ev taksitlerimi ödeyecekti, sözünü tutmadı, o yüzden icra takibi başlatıldı” gibi bir madde de yer aldığına göre, çalışmaya devam etmeye ihtiyacı da olan birinin sistem üzerine bu derece gözükara açıklamalar yapması, belki oturulup birtakım şeylerin yeniden düşünülmesi ve düzenlenmesi için bir

Yazının Devamı

“Kimse teknolojik bir adam olduğumu tahmin etmez”

2 Aralık 2012

Memet Ali Alabora yönetmenliğini de üstlendiği “Mi Minör” oyununda bir diktatörü oynuyor. İsyan eden piyanist rolünde ise karısı Pınar Öğün var

Pinima diye bir ülke var.
Hiçbir yerde ve her yerde. ‘Kendine özgür’ ve ‘kendinden laik’. Bu ülkenin de bir başkanı var, çok fedakar, geceleri uyumuyor, halkı adına düşünüp kararlar veriyor ki onlar maazallah düşünmek zorunda kalıp yorulmasın.
Ama bir tane çatlak ses çıkıyor ‘mi minör’ tonunda ve işler karışıyor...
Başkanı Memet Ali Alabora, isyan eden piyanisti karısı Pınar Öğün’ün oynadığı “Mi Minör”, seyircileri oyunu izlemeye değil oyuna katılmaya çağırıyor. Küçükçiftlik Park’ta kurulan dev bir alanda oynanan oyunu tribünden izlemek kadar tam ortasında yer almak, halkı isyana teşvik etmek, twit atarak, video çekip yayınlayarak Pinima’nın ipliğini pazara çıkarmak ve daha pek çok şey mümkün... Tekstini Meltem Arıkan’ın yazdığı ‘müzikli iktidar oyunu’ “Mi Minör”ün yönetmeni Memet Ali Alabora ile hem bu çok boyutlu oyunu hem evliliğini hem de hayatın renklerini konuştuk...

İzleyiciyi oyunu izlemeye değil oyuna katılmaya çağırıyorsunuz. Ne demek bu?

Yazının Devamı

Sinemada tekelleşme tehlikesi mi dediniz?

30 Kasım 2012

‘Tepenin Ardı’, gösterilecek salon bulamıyor. Gerçi son derece alışığız ödüllü filmlerin cezalandırılmasına. “Aman, ödülü mü var, uzak duralım” yaklaşımına... Ama artık bu kadarı da fazla değil mi?

Zamanında çok sayıda endişeli yazı çıkmıştı bu konuda. Olayı rakamlarla gayet net ortaya koyan Can Dündar’ın
14 Ağustos 2011 tarihli yazısından aktartalım: “Yurt genelinde 1841 sinema salonu var. Bunların 241’i (yüzde 13) Mars şirketinin Cinebonus’ları... İkinci sırada 200 salonla (yüzde 11) AFM’ler geliyor. Bu iki rakip birleşiyor. Mars’ın AFM’yi satın alması sonucu, her 4 salondan 1’i aynı grubun eline geçiyor. Eski sinemaların yerini, alışveriş merkezlerindekilerin alması eğilimine bakıldığında, tablo daha da ağırlaşıyor. Bu iki grup, ‘movieplex’lerin yüzde 71’ini kontrol ediyor. Birleşmeyle, bu sinemalarda gösterilecek filmlere, reklam ücretlerine, bilet fiyatlarına tek grup karar verecek.”
O yazı yayımlandığı sırada, top Rekabet Kurulu’ndaydı. Sektör temsilcilerinden görüş alarak, kimi ülkelerin dağıtım tekeli aleyhine aldıkları kararları inceleyerek, birleşmeyi onaylayıp onaylamamaya karar verecekti. Ve ne oldu, konuyla ilgisi olmayan herhangi bir kişinin bile duruma

Yazının Devamı

SEYiRCiLiK YAN GELiP OTURMA YERi DEĞiLDiR!

27 Kasım 2012

Tiyatroya gidip, koltuğuna gömülüp oyun izleme günleri geçti. Birtakım ‘şer odaklarınca’ ‘müzelik’ bulunup sinemaya yenik düşmesi beklenen tiyatro, ‘canlı’ olmasının avantajını sonuna kadar kullanıyor

Bir süredir bakıyorum, geçti o tiyatroya gidip koltuğuna gömülüp oyun izleme günleri. En sık duyduğumuz sözlerden biri ‘yeni izleme biçimleri’ ve bunun oyunun bir parçası yapma adına izleyiciye görevler yükleme, ondan fiziksel performans bekleme, hatta zaman zaman muhtelif eziyetler etme gibi anlamları var. Yıllar önce Mehmet Ergen Aksanat’ta ‘Şeylerin Şekli’ni yaptığında hepimiz hayret ve hayranlıkla karşılamıştık. Oyun bir kattan öbürüne çıkarak devam ediyor, seyirci de doğal olarak kat kat tırmanıyordu. Biraz ‘ha kalktım ha kalkacağım’ diye diken üzerinde olmana neden oluyordu ama değişik bir işti, Türk izleyicisi için. Hatta sırf bu fikir kendi başına bir reji dehası muamelesi görmüştü.

Nerede o konforlu günler!
Bu sene baktım da, artık seyirci hiç koltuk yüzü görmüyor desek yeridir. Önce Özen Yula’nın oyununa gittim, Salt Galata’da. Daha alt katta kafede buluşur buluşmaz bir dizi talimat aldık yönetmenden. Bir müzede geçen oyunda oyuncular yer değiştirdikçe bizim de

Yazının Devamı

“İdeal kadın diyorlar ama Türk erkeği Esra’yı kaldıramazdı”

25 Kasım 2012

Behzat Ç’den ayrılınca “Atlılar” dizisinin çekimleri için Bulgaristan’a giden Canan Ergüder ile hem Savcı Esra’nın ölümünü, hem de yeni dizinin akıbetini konuştuk.

Behzat Ç.”nin en sevilen karakterlerinden biriydi Savcı Esra, sezon sonunda pat diye öldürüldü. Nasıl olur, neden olur derken yine Serdar Akar’ın Adam Film’inin yeni işlerinden “Atlılar”da oynayacağını öğrendik Canan Ergüder’in. Hakkındaki her şey sır gibi saklanıyordu, çok merak ediliyordu. Büyük bir proje olacağını, fantastik bir dizi olacağını biliyorduk, o kadar. Bir de Bulgaristan’da çekildiğini... Fakat dizinin yayını gecikince Canan Ergüder’i aradım, çekimlere ara verildiğini, bir süredir İstanbul’da olduğunu öğrendim. Ve Savcı Esra’dan beri neler yapıp ettiğini öğrenmek için sevgili mahallesinde; Kuledibi’nde buluştuk. Prof. Dr. Üstün Ergüder’in tiyatro ve sosyoloji okumak için Franklin and Marshall College’a gidip 14 yıl Amerika’da yaşayan kızı Canan, 2007’de döndüğü İstanbul’da kendine yepyeni bir hayat kurmuş durumda. Evinin dibindeki kafenin kapısından, kızıl saçlarıyla giriyor, herkese selam veriyor. Belli ki çok ‘buralı’ olmuş artık. Yeni saçlarına bayılıyor, niyeti hep böyle kalmak. Dizinin

Yazının Devamı