Tolga Çevik, “Komedi Dükkanı”nı yeniden açtı. Bu yıl ekranlardan uzak kalmaya, “Arkadaşım Hoşgeldin” adlı gösterisiyle şehir şehir dolaşmaya karar vermiş. Şubat ayında da bir aylık bir Avrupa turnesine çıkıyor. Tek derdi var; o kadar süre karısından ve çocuklarından uzak kalmak. Çünkü o her şeyden önce mutlu bir aile babası
Yıl 1996, epey tıfıl bir kültür sanat muhabiriyim, Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları’nda bir oyun görmüştüm. Peter Shaffer’ın “Küheylan”ı. Müthiş bir çocuk vardı başrolde, ilk kez gördüğümüz. Adı Tolga Çevik. Amerika’da tiyatro okumuştu, 22 yaşındaydı. Gidip söyleşi yapmıştım onunla, benim de hayat tecrübem fazla sayılmazdı ama o çocuğun adını çok duyacağımızı ben bile tahmin etmiştim o gün. “Kalbin Sesi”, “Sen Beni Sevmiyorrrsun”, “Kelebekler Özgürdür”... Her defasında şaşırttı bizi. Sonra BKM ekibinde gördük Tolga Çevik’i, gözümüzün önünde büyüdü, ardından da kendi ‘Komedi Dükkanı’nı açtı.
Ondan “Küheylan”la başlayan kariyerini sürdürmesini bekleyenleri biraz hayal kırıklığına uğrattı ama daha başka bir kitleyle buluştu. Bir süredir kapalıydı dükkan ve bir daha da açılmayacağını söylüyordu aslında Tolga Çevik. Ama bugünlerde yine dükkanının başında. Ama
Uzun zamandır beklenen dizilerin seyirciyle buluşma haftası oldu bu. Ben bu yazıyı yazarken henüz ‘İntikam’ yayınlanmamıştı ama ‘20 Dakika’, tanıtımların ve beklentilerin hakkını vererek başarılı bir başlangıç yaptı
Zaten senaryoda ‘Ezel’in ikilisi Pınar Bulut’la Kerem Deren’in adını görünce, kendi adıma beklenti çıtamı epey yüksek tutmuştum. Zekice kurguyla, iyi anlatılan hikayeyle karşılaşacağımızdan emindim, öyle de oldu. İki çocuklu ‘rüya aile’nin, -tamam biraz Amerikan rüyası gibi olan ailenin-, tam da ev taksitlerinin bittiği gece, 20 dakikada alt üst olan hayatlarını ilk bölümde soluk soluğa izledik. Ve fazlasıyla kendi halinde, mazbut aile babası tarih öğretmeni Ali’nin hayatının tek anlamı olan karısı elinden alınınca, bildiği yöntemler de onu kurtarmasına yetmeyince, nasıl karanlık yollara sapacağını bölümün başında görmüş olduk. Belli ki sıkışınca hepimizin yaşayabileceği o dönüşüm, herkesin içinden çıkabilecek o tırnak içinde ‘kötü adam’, bu dizinin de ana meselesini oluşturuyor. Pastacı dükkanı sahibi bir anne, ‘katil’ diye tutuklanıp hapse atılırsa, hak hukuk, kanun nizam, hiçbir şey ona yardım etmiyorsa, o kadının bir hayli sünepe kocası da kendi adaletinin
Bu konuya girmemeye çalışmıştım ama Levent Kırca’nın geçen haftaki skandalından sonra özür niyetine söylediği cümleler üzerine geç de olsa birkaç söz etmek istedim
Kırca’nın sanatçılar girişimininin buluşmasını bir fiyaskoya dönüştüren berbat lafları, malum. Sonra özür dilemeye çıktı Ulusal Kanal’a. Diledi mi, diledi, “Bir halt ettim” dedi, “Dilim sürçtü” dedi ki bence bu dil değil beyin sürçmesi olabilir ancak. O kelimelerin dile gelene kadar birçok boğumdan geçmesi gerekiyor çünkü teorik olarak. Ama neticede beklediği; yüksek tansiyondan muzdarip bir adam olarak anlayış.
Beni bu hikayede sinir eden birkaç şey var. Birincisi, bu cümlelerin kadınları ‘incitici’ kabul edilmesi. Bir sanatçının; kendisine muhalif diyen ve herhalde arkasında buna inanan birileri olan bir sanatçının çıkıp “Ben de bir karı buldum onu dü...ceğim” gibi bir cümle kurabilmesi, sadece kadınların sorunu değil ki... Ayrıca ‘incitici’ de değil, ‘öfkelendirici’.
Başımıza ne geliyorsa...
Ne geliyorsa başımıza bu ‘kadınlar narin yaratıklardır’ bakış açısından geliyor. Böyle böyle okunuyor o narin kadınların canına. Bana ne, ben elin adamının ettiği laftan niye incineceğim? Kendi eşi, dostu
“Sultan” apar topar yayından kalktı. Nurgül Yeşilçay, Osman Sınav’ın yeni filmi “Aşk Kırmızı”nın setinde aldı soluğu. Filmin anlattığı aşk üçgeninin bir kenarını, hayat kadını Nazlıgül’ü oynayan Yeşilçay, “Geçmişle işim olmaz. İnsanlar eski sevgililerini buluyor falan. Bu filmde de var bu, hiç anlayamam onu”
Çok eğlenceli ve komik bir kadın Nurgül Yeşilçay. Çok da güzel. Fotoğraf için Cihangir sokaklarında dolaşıyoruz, bir teyze atlıyor üstüne, “Sen ne kadar güzelmişsin, ne kadar incecikmişsin” diye. “Plazma’lar çıktı, mertlik bozuldu” diyor. Sonra Josh’ta oturuyoruz, başlıyoruz konuşmaya. Baştan anlaşmışız, sevgili konusuna girmek yok. Geçmişten konuşmayı sevmiyor, kalkan dizisi “Sultan”dan da pek az bahsediyoruz. Yeni film “Aşk Kırmızı”, henüz çok ipucu vermek istemese de anlaşılan tuhaf bir aşk üçgenini anlatıyor. Üçgenin diğer kenarlarında ise Tayanç Ayaydın ve Ezgi Asaroğlu var. Biz de aşktan, meşkten, bol bol oğlu Nejat’tan konuşuyoruz, ki o da aşk değil mi zaten...
Masada bkz. İletişim’in patronu Banu Zeytinoğlu ile beraber çalıştığı Özlem Demirkıran da var. Bir süre sonra bayağı bir “Sex and the City” ekibine dönüşüyoruz.
Arada Josh’ın işletmecisi Mari Parsehyan
Kumbaracı50’de başka bir hal var bugün... Gökkuşağının tüm renkleri toplanmış sanki. Merdivenlere serili rengarenk bayraktan başlayarak, Umut’un janjanlı soyunma odasına kadar her şey peri tozuna bulanmış gibi.
Umut kim? Bizi bugün, kendi mahrem dünyasına davet edecek olan ‘abla’... Yok abla değil ‘şey’... Üst kattaki ‘abi’ yok mu, o işte... Bu ‘tanımlama sorunu’, transseksüel Umut’un yaşadığı apartmanın kapıcısına ait. Ne desin bilemiyor, abla mı, abi mi, ‘şey’ geliyor en kolayına... Onun oğlu da “Abla seni kim yarattı?” diye sorabiliyor hal böyle olunca. “Anne yok, baban yok, kadın değilsin, kocan yok... Erkek değilsin, karın yok.” Böyle anlatıyor Umut büyük yalnızlığını...
Asker babanın oğlu, annesinin tek ‘umudu’ Umut’un bir erkek bedeninde başlayıp o bedene ve doğup büyüdüğü şehre sığamadığı için kaçıp gittiği İstanbul’da kadın olarak devam eden hikâyesini Ebru Nihan Celkan yazmış, Sumru Yavrucuk sahneye koymuş ve oynuyor. Çok şey söyleyebilirim oyun hakkında. Diyebilirim ki “Ön yargılarınızdan utanacaksınız”... ya da “İkiyüzlülüğünüzle yüzleşeceksiniz”... Daha ağır pek çok şey... Bir karabasan çünkü, bir transseksüelin hayatı, aslında. Yanlış bedende doğma
İstanbul keyif hayatının kâhyası haline gelen İzzet Çapa’nın Mahalle’si açıldı. Kendisine işletmeci mi, gazeteci mi desin bilemezken bir de dönerciliğe soyunmuş. Ve dediğine göre artık daha sakin ve istikrarlı
Nişantaşı City’s’de bir süredir “Mahalle açıldı, açılıyor” anonsları görüyorduk ya, açıldı nihayet. Şimdi orası kıpır kıpır. İster dolaş, sebzeni meyveni al, etini, balığını, peynirini, sucuğunu al; yoruldun mu, otur kahveni- şarabını iç; acıktın mı, sosisten dönere bütün seçenekler senin... Eve döneceğin zaman kargo emrinde, sen yorulma, paketlerini o eve getirsin. Bir de her an karşına çıkacak her tür sürprize hazır ol çünkü eninde sonunda orası bir İzzet Çapa ‘Mahalle’si.
Öğlen Mahalle’nin kurdelesini kesip akşam Cahide’nin yılbaşı çekimine koşan, araya da gazetesi için altı saat süren Dilber Ay röportajını sığdıran bir İzzet Çapa’yı yakalamak kolay olmadı tabii. City’s’deki ilk adresi Limonata’da bizi çikolatalı saleple oyalarken bir yandan oradan oraya koşturan, kafası kendisinden de kırk kat hızlı hareket eden Çapa’nın baş döndüren temposuna ayak uydurmaya çalıştım. Söylediklerini iki cümlede özetleyecek olsam, biri “Değişmeyen tek şey değişimdir” olurdu, diğeri
Cevahir Sahnesi’nde ‘Sezuan’ın İyi İnsanı’ sahnelenirken, devletimin memuru salonu basıyor. Neden? Sahnede sigara içildiğinden... O bir oyunmuş, onlar oyuncuymuş, o sahnenin ortasındaki bir tütün dükkanıymış gibi detaylara takılmadan...
‘Sezuan’ın İyi İnsanı’, 2011-2012 Lions Ödülleri’nde ‘Yılın En Başarılı Tiyatro Yönetmeni’ (Yücel Erten), ‘Yılın En Başarılı Kadın Tiyatro Oyuncusu’ (Zeynep Ekin Öner), ‘Yılın En Başarılı Tiyatro Kostüm Tasarımcısı’ (Nalan Alaylı); 37’inci İsmet Küntay Ödülleri’nde ‘İsmet Küntay Tiyatro Özel Ödülü’ (Zeynep Ekin Öner) ve TOBAV Tiyatro Çırakları Başarı Ödülleri’nde ‘En Başarılı Kadın Oyuncu’ (Zeynep Ekin Öner) ödüllerini almıştı.
Sağlık Bakanlığı denetçileri tiyatroya gitmiş geçen hafta. Yok, oyun izlemeye değil elbette. Oyunu ‘denetlemeye’. Duymuşlar ki, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Cevahir Sahnesi’ndeki ‘Sezuan’ın İyi İnsanı’nda, birtakım kendini bilmez oyuncular sigara içmekteymiş. Bunun çözümünü, oyunun ortasında salonu basmakta bulmuşlar ki doğru bir yöntem, ecdadımız da tebdili kıyafet dolaşıp tütün yasağına uyulup uyulmadığını kontrol etmez miydi?
Bakmışlar sahiden de sahnede yan gelmiş sigara içen bir grup insan var. O bir
Sumru Yavrucuk, transseksüel Umut’u canlandırdığı tek kişilik oyunu “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” ile yarın akşam Kumbaracı50’de seyirciyle buluşuyor. Oyunun provasında ziyaret ettiğimiz Yavrucuk, cesur işlere alışık olduğu halde ilk başlarda bu rolün argo dilinden biraz utandığını
söylüyor
Birkaç ay önce konuştuğumuzda “Ağır Roman”ın Tina’sı olarak seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyordu. Elinde de ona büyük heyecan veren bir tekst vardı: “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”. Ebru Nihan Celkan’ın oyunu. Transseksüel Umut’un öyküsü... Kumbaracı50’de ‘Altı Üstü Oyun’ diye bir proje başlıyordu, altı yazarın altı tek kişilik oyununun sahneleneceği. Sumru Yavrucuk’un elindeki bunlardan ilkiydi.
Aradan aylar geçti. “Ağır Roman” 10’uncu bölümünde final yaptı. Aynı hafta, Umut’un seyirciyle buluşma zamanı geldi.
Sumru Yavrucuk’un yönettiği ve oynadığı “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”nin prömiyeri yarın. Son provalardan birine gidip Sumru’nun makyajıyla, peruğuyla Umut oluşunu, içinden bambaşka bir ses, bambaşka bir yürüyüş, bakış çıkarışını izledim...
265 transseksüelin öldürüldüğü bir yılın son günlerinde yanlış bedende doğmanın ne demek olduğunu