İstisnai durum

13 Ocak 2009

Bergüzar Korel ile Tan Sağtürk’ün ayrılmasına neden olan esrarengiz ‘istisnai durum’u çözmedikçe rahat yüzü yok bize. Başkalarının hayatları söz konusu oldu mu, dedektif ruhluyuz ya hepimiz. Eh, taraflardan biri ‘istisnai bir durum doğdu’ gibi bir açıklama da yapmışsa, içimizdeki Miss Marple’ın görev başına geçmesi kaçınılmaz.
Her gün yeni bir tahmin gazetelerde... İstisnai durum evlilik sözleşmesi mi? Bergüzar Korel’in Halit Ergenç’ten aldığı borç mu? Dün gene “İşte istisnai durum!” başlıklarıyla uyandık yeni güne. Bir gazeteye göre Bergüzar Korel’in yeni başlayan ilişkisiydi ‘istisnai’ olan, bir diğerine göre de Tan Sağtürk’ün...

Aldatma istisnai mi?
Sağtürk bir şey söylemiyormuş gibi yaparaktan “İstisnai durumun ne olduğunu hepimiz görüyoruz” diye kendince son noktayı koymuş olaya. Ama işte o da aynı gün bir dansçı kızla görülmüş, hadi bakalım, buyrun istisnaya...
Sadece gazetelerde değil, sohbet konularımızın da baş köşesinde bu mevzu. “Sen bilirsin, neymiş bu istisnai durum?” sorusuyla bir hayli muhattap oldum.
Vallahi bilmiyorum...

Yazının Devamı

Kapı gibi!

8 Ocak 2009

Ne geliyor aklınıza ‘kapı gibi’ denince? Sağlam bir şey değil mi? ‘Kapı gibi’ adam bir yandan yapılı, bir yandan da güvenilir biridir yani. Sırtınızı yaslayabilirsiniz rahatça. Taşır, yıkılmaz, eğilip bükülmez...
Bir gence 17 yaşındayken evinizi açmışsanız, beraber yiyip içmişseniz, aynı sahneyi paylaşmışsanız 40 yıl sonra çıkıp o günleri diline dolaması, özel hayatınızı ifşa etmesi ne derece ‘sağlam’ bir tavırdır peki? ‘Kapı gibi’ adam işi midir bu?
Bir anlatsam...
Daha fazla reyting yolunda sınır tanımayan şovmenimiz Mehmet Ali Erbil gene gereksiz açıklamalarıyla renklendirdi ya gündemimizi, oradan geldi bu sorular aklıma.
Yıllardır çevirdiği Çarkıfelek’te bu kez ok Ali Poyrazoğlu’nu gösterdi, Erbil’e de gün doğdu... Önce gelsin övgüler: “Çok değerli bir tiyatro sanatçımızdır, bir mihenk taşıdır, vs”...
Arkadan müstehzi imalar: “Ali ile Korhan (Abay) o zamanlar iyi arkadaştılar. Ben anlamıyordum o zamanlar çok küçük olduğum için, o işleri.” Bu nasıl bir üsluptur? ‘O işler’?
Ve o bizde pek sık sığınılan ucuz aba altı sopası: “Daha bende ne hikâyeler var. Bir anlatsam yer yerinden oynar.” Böyle deyince anlatmamış oluyorsun. Çok ‘delikanlı’ bir tavır gerçekten.

Yazının Devamı

Başka dünyanın çocukları

6 Ocak 2009

1 Ocak sabahından beri içimizi parça parça eden konuyla ilgili bir haber televizyonda... Birkaç saat önce 18 yaşındaki gül gibi kızını toprağa vermiş bir anne haykıra haykıra ağlıyor... “Benim kızım öyle şey yapmaz!”
Kederden çökmüş, metin durmaya çalışan, belli ki içine içine ağlayan bir baba yere bakarak konuşuyor... “Çocuğuma iftira ediyorlar. O bizden hiçbir şey saklamazdı...”
Bakar mısınız insancıkların düştüğü hale... Yeni yılı kutlayacakken çocuklarının ölüsünü kucaklayıp çıkarmışlar bir evden ve buna mı üzülsünler, namuslarını mı kurtarsınlar bilemiyorlar.

Namusu temizlemek
Nedir, insaf, merhamet gibi duygulardan fazlaca nasiplenmediği anlaşılan bir müdür, “Gençler yerlerde, belden yukarısı çıplak” gibi ne idüğü belirsiz bir açıklama yapmış. ‘Temizlemesi’ ana babalara kalmış.
Amaç ne belli değil, bu cümleleri ederken yüzündeki ifadenin tarifi de... 7 genç yarı çıplaksa, bu onların doğalgazdan zehirlenerek ölmesindeki olası ihmalleri unutturuyor mu? Hafifletici bir sebep mi oluyor?

Yazının Devamı

Yuvayı dişi kuş yıkar

1 Ocak 2009

“Canan Ergüder bundan önce rol aldığı Bıçak Sırtı adlı dizide Fikret Kuşkan’ın yasak aşkını oynamıştı. İlerleyen günlerde şimdi rol aldığı dizi olan Binbir Gece’de yine evli bir erkek olan Kerem’in ilişkisini bozmaya çalışacağının sinyalleri veriliyor.”
Bu sizce hangi haberin ‘detayı’ olabilir? Canan Ergüder’in hep aynı tür roller oynadığının? Kendini tekrarlayan bir oyuncu olduğunun? Ona benzer roller biçen yönetmen ya da yapımcıların hayal gücü kıtlığının?
Bilemediniz. Bu detaylar Canan Ergüder’in rol arkadaşı Tardu Flordun ile yaşadığı iddia edilen aşkın haberinde yer almakta. Kendisi Amerika’da kağıt üstünde evli, boşanma arifesinde. Dolayısıyla hemen özel hayatıyla rolleri arasında paralellik kurabilir, onun zaten kutsal evlilik müessesesine saygı duymayan biri olduğunu vurgulayabiliriz. Oynadığı rollerden bile belli, değil mi?
Saygıdeğer bir ‘aile kadını’ evli erkekleri ‘ayartan’ bir kadını oynar mı canım? Belli ki karakteri yatkın...

Sanem Çelik vakası
Haberi okurken düşüncelere daldım... Bu kadın oyuncuların rollerinden çektiği nedir Allah aşkına? Aklıma şu ara “Güldünya” ile çok şükür aramıza dönmekte olan Sanem Çelik geldi. Ve “Hayrola Çay Bahçesi” felaketi...

Yazının Devamı

“Seveceğime, onurlandıracağıma...”

30 Aralık 2008

Yılbaşında evlenip yeni yılda baba olacağını öğrendiğimiz Okan Bayülgen’in Sabah’tan Figen Yanık’a verdiği röportaj çok hoştu gerçekten. Herhangi bir memurun onayına ihtiyaç duymadan şimdiden ‘karım’ diye hitap ettiği Şirin Ediger’i ve ilişkilerini öyle güzel anlatıyor ki.
Çok şükür “O benim ruh eşim” gibi tuhaf laflar etmiyor, tutuyor iyi bir kavga arkadaşı bulmaktan duyduğu memnuniyetten söz ediyor. Karısının da kendisi gibi öfkeli olduğunu, sokağa çıktıklarında bir tanesi kavgaya tutuştu mu ötekinin de derhal katıldığını öyle coşkuyla anlatıyor ki... “İki iyi kavga arkadaşıyız. Bu bana yetiyor zaten. Bunun yerine ‘Sakin ol kocacığım,’ diyen iyimser ve sürekli gülümseyen bir kadın olsaydı, onu pencereden atardım herhalde.” diyor.

Kadın uyumlu olmalı
Bütün o kadına biçilen sakinleştirici rollerine inat, Bayülgen’in bu sözleri pek hoşuma gitti benim. Kızdığı zaman bunu sanal yollarla bastırmaya çalışan bir şişe Passiflora değil, öfkesini paylaşan sahici bir insan istiyor yanında.
Kadın milletinden beklenen uyumlu, tatlı olması, ‘yangına körükle gitmemesi’, ‘beyini’ sakinleştirmesidir ya... Muhtemelen de o dışarıda bastırılan öfke sonunda gelir evde ikisinin arasında

Yazının Devamı

Her şeyi isteriz...

25 Aralık 2008

“Biz kadınlar her şeyi isteriz...” Bu cümleyle başlayan bir reklam var. Devamı “Üstelik aynı anda isteriz.”
Bu müthiş iddia yanılmıyorsam ‘her şeyi’ aynı anda içinde barındıran bir bisküviye bağlanıyor sonunda.
Bu asırlardır kadınlara uygun görülen “İsterler isterler, adamın iliğini kemiğini kuruturlar, gene de yetinmezler” hurafesi karşısında ağlasam mı gülsem mi bilemiyorum. Nerededir bu her şeyi isteyen kadınlar? Başka bir gezegende mi yaşıyorlar?
Talepler minimuma
Benim çevrem her gün daha daha daha azla yetinen kadınlarla dolu. Talepler minimuma inmiş vaziyette. Her işlerini kendileri hallediyorlar. Aynı anda çalışıyor, hayata yetişiyor, evi çekip çeviriyor, varsa ilişkilerinin sorumluluğunu da sırtlayıp götürüyorlar.
Birlikte oldukları kişiyi - eğer bir ilişki yaşamanın cümlesinden bile korkmayan bir adam bulmuşlarsa tabii - ‘boğmamak’, ‘ürkütmemek’, ‘kaçırmamak’ adına ondan hiç ama hiçbir şey istemiyorlar.
Adı olmalı mı?

Yazının Devamı

Zekânın zekâtı

23 Aralık 2008

Geçen pazar sabahı ekrana kitlendim kaldım. Ülke TV’de yayınlanan Meksika Sınırı’na... Sırrı Süreyya Önder’di konuk. Senaryo yazarı, yönetmen, müthiş bir entelektüel olduğunu bildiğim, hatipliğine de bir kez daha hayran kaldığım...
O konuşurken kanal değiştirmek şöyle dursun, kağıt kalem alıp sürekli not tutmak istiyorsun. Her cümlesinden bir şey öğrendiğin yetmezmiş gibi çok da eğleniyorsun. Not tutarak bu keyfi kaçırmak istemediğim için kulağımı dört açtım, dinledim.
Sadece sinema değil sohbet konuları, edebiyat, müzik, mizah, hiçbir şey kurtulmuyor elinden Sırrı Süreyya Önder’in. Meksika Sınırı’nın üç sunucusu da (Selahattin Yusuf, Tarık Tufan, İsmail Kılıçarslan) konuklarının lafını hiç kesmeden, saygıyla ve yerinde paslarla yönetiyorlar programı. Zaten onların da gözlerinde aynı hayranlık okunuyor siyaseten hiç aynı yerde durmadıkları aşikar olan bu ‘usta’ya karşı.

Bühtan bühtan üstüne...
Sırrı Süreyya Önder çok da yürekli bir adam olduğu, dilinin kemiği bulunmadığı için kanalın çizgisiymiş, seyirci hassasiyetiymiş, hiç takılmadan gönlünden geçtiği gibi konuşuyor ve samimiyet her şeyin üstesinden geliyor sonuçta.
İki üç saati bir dolu altı çizilesi cümle, yeni

Yazının Devamı

Cumartesi gecesi kâbusu

18 Aralık 2008

Cumartesi gecesi İstiklal Caddesi’ne çıkma gafletinde bulunduk iki arkadaş. Bütün istediğimiz sakin’ce’ bir yerde oturup iki lokma bir şey yiyip sohbet etmek. Tabii ki sessiz bir yer hayal edecek kadar saf ya da dünyadan bihaber değiliz, bu gece cumartesi, belli bir ölçüde birbirimizin - en azından kendimizin - sesini duyalım, yeter.
The House Cafe tamamdır. Oturup sohbet etmeye de, yeme içmeye de uygun. Bir de üçüncü arkadaş bekliyoruz zaten, bizim için ideal bir mekân burası.
Aradan bir saat geçiyor, yavaş yavaş etrafımızdaki masalar omuzlanıp omuzlanıp dışarı taşınıyorlar. İyimseriz, “Herhalde dışarıda oturmak isteyenler var, sokak sobası yakılıyor olsa gerek” filan diyoruz.
“Sizi kaldıracağız”
Yemeğimizi bitirmiş, birer kadeh içkimizi söylemişiz ki garson yaklaşıyor yanımıza. “Pardon, sizi kaldırmamız gerekiyor” Niye? “Öyle, bu saatte masalar kalkıyor, ayakta düzene geçiyoruz.” Saat de sabaha karşı 2 değil, 22.00 civarı.
“Size” diyor, “Stand kuralım”. İyi de biz ayakta durmak istemiyoruz ki. Oturmaya gelmişiz. Otururken bu konuda bir uyarıda bulunan da olmamış.
Neyse biz içkilerimizi iptal edip kalkıyoruz, gelecek arkadaşa da haber veriyoruz, “Burası diskoya

Yazının Devamı