Hem zorlu, hem güzel

10 Mart 2009

Dünya Kadınlar Günü’nü Nürnberg ellerinde geçirdik bu sene. Dolayısıyla ‘Su isteyen çiçek’ muhabbetinden uzak kaldık büyük ölçüde. Tabii mağazalarımızdan gelen ‘ey kadınlar, alın, kazanın’ mesajlarını, cilt bakımı, makyaj, spa, ıvır zıvır önerilerini saymazsak...
Ama biz bir film izledik hemen öncesinde, bundan iyi 8 Mart kutlaması can sağlığıydı. Ve o film sonunda 14. Nürnbreg Türkiye / Almanya Sinema Festivali’nin galibi oldu belgesel dalında ve biz onu izleyen bir grup kadın adeta bayram ettik.

Aşk, cinsellik, namus...
Filmin adı “Öteki Ben”. Avusturya’da yaşayan genç bir kadın yönetmenin, Mukadder Püskürt’ün filmi ve oralardan 13 Türk ve Kürt kadınla yapılmış röportajlardan oluşuyor.
Farklı kuşaklardan, farklı kültürlerden 13 kadın, aşkı, cinselliği, namus kavramını anlatıyorlar kendilerince. Müthiş bir samimiyet ve açıklıkla. Ortak noktaları kıstırılmışlıkları. Ama hepsinin de bunu bir aşma biçimi var, kendilerine göre...
Birisi var, âşık olmuş, ama zorla başkasına verilmiş, sonunda evi barkı, kocayı, hatta çocuğu bırakıp başka birine kaçmış. Yeniden âşık olmuş çünkü. Ve sonunda yol, iz, dil bilmediği Almanya’da bir başka kadın için terk edilmiş...

Yazının Devamı

Sinema bir şenliktir

5 Mart 2009

Doksanların başları... On küsür yıl önce Türkiye’den kalkıp Almanya’ya, Nürnberg’e gelmiş genç bir mühendis, yaşadığı yeni ülkeyle ‘diyalog’ kurmanın yollarını arıyor. “Bizi tanımıyorlar” diye küsüp içine kapanmıyor da “Biz kendimizi tanıtıyor muyuz?” sorusunun peşine düşüyor. Ve de “Peki biz onları ne kadar tanıyoruz?”
İki kültürün arasında köprü kurmanın yolunun en çok sanattan geçtiğini bilen her aklı başında insan gibi de tutuyor Genco Erkal’ı davet ediyor Nürnberg’e. “Ben Bertolt Brecht” oyununu Nazım Hikmet’i anlatmaya yönelik bir proje izliyor. Ve ‘diyalog’ başlıyor.
Yıl 1992... Bu genç adam bir Türk filmleri festivali düzenliyor bu kez Nürnberg’de. Altı filmin gösterildiği, tek konuk olarak da Nur Sürer’in katıldığı bir mini-festival. Afişleri kendisi dolaşıp asıyor kafelere bir bir.
Nereden nereye...
Ve 2009... O hevesli ve azimli gencin, Adil Kaya’nın diktiği fidan şu an 14 yaşında koca bir ağaç. Dört beş senedir adı “Türkiye / Almanya Film Festivali” ve 10 gün boyunca şehrin kalbi burada atıyor. Bu sene 59 film gösteriliyor, sayısız konuk ağırlanıyor Türkiye’den ve Almanya’dan. Şehrin dört bir yanında festivalin afişleri var.
Kısa film, belgesel ve uzun

Yazının Devamı

O şimdi uçurtma oldu

3 Mart 2009

Uçurtmaları çok severdi. Sevdiği daha birçok şeyin yanında. Bir gün kendisi de uçurtma oldu, uçtu gitti. Amcası “Belki ipi koptu ama muhakkak daha iyi bir yere gitti” dedi. Kalanlar şarkılar gönderdiler arkasından gökyüzüne. Kızkardeşi Dilhan mumları üfledi, Serhan Şeşen 27 yaşına bastı.
Bostancı Gösteri Merkezi’nde inanılmaz bir gece yaşandı 27 Şubat’ta. Üç kişiyi sorunsuz olarak peşpeşe sahneye çıkarmak mucizeyken 23 birbirinden önemli müzisyen Serhan için şarkılar söyledi ve her şey tıkır tıkır işledi. Her tür organizasyonun altından aslanlar gibi kalkan, üstelik de bunu pek de bir şey yapmıyormuş edasıyla beceren bir genç adama da böyle bir doğum günü yakışırdı zaten.

Duygu paylaşımı
Müthiş de bir duygu paylaşımı vardı sahnede. Sezen Aksu ile Yavuz Bingöl “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım” türküsünü birlikte söylediler mesela, Serhan Şeşen’in anne babası ve bütün yanan yürekler için... Ezginin Günlüğü ile Feridun Düzağaç “Düşler Sokağı”nı, Bülent Ortaçgil ile Zuhal Olcay “Benimle Oynar mısın”ı...
Timur Selçuk’tan Cahit Berkay’a, Yalın’dan Kenan Doğulu’ya, Leman Sam’dan Levent Yüksel’e, Erol Evgin’den Mor ve Ötesi’ne kimler yoktu ki... Gündoğarken, İlhan Şeşen ve tabii

Yazının Devamı

Üç kadın üç hikâye

26 Şubat 2009

Gazetede üç kadın fotoğrafı... Hüsnü Şenlendirici’yle yaşadığı aşktan beri gözlerinin feri sönmüş bir Deniz Seki, İbrahim Tatlıses tarafından ‘pezevenklerden kurtarılmış’ bir Yıldız Tilbe ve Okan Bayülgen’in güzel kadın kadrosundan Sade Vatandaş’a davet ettiğini ilan ettiği Sema Öztürk.
Her bir haber ayrı canımı sıkıyor. Sema Öztürk, Okan Bayülgen’e konuk oluyor ve “İki çirkin adam bizi izlemezler, o yüzden seni çağırdım” gibi bir cümleye maruz kalabiliyor.
Prof. Dr. Halim Hattat ile Bayülgen ‘erkek erkeğe’ mühim meselelerden söz etsinler, Sema Öztürk de oturup görüntüyü kurtarsın, iki çift laf etmeden gönderilsin. Zaten edeceği laflar merak edilmiyor olsun ve bunun yüzüne söylenmesinde de bir beis görülmesin.
“Seni ben kurtardım...”
Kanal değiştirelim, İbrahim Tatlıses’in programına bakalım. Yıldız Tilbe konuk olsun, o şarkı söylerken Tatlıses lafa girsin, sesini kessin. Tatlıses’in soğuk şakalarına gülmesi, o izin verince şarkısına devam etmesi gerekirken tepki gösterecek olursa da canına okunsun...
Sen misin ‘imparator’a karşı gelen? “Ne çabuk unuttun seni döven pezevenklerin elinden kurtardığı günleri?” Ne anlarsınız? Yıldız Tilbe’nin ‘kötü yol’dan kurtarıldığını

Yazının Devamı

Sizi aldatıyor mu acaba?

24 Şubat 2009

E posta kutumu açtım karşımda böyle bir soru... Allah allah... “Onu takip edin, hem de çok kolay...”
Pazarlanan ürünümüzün adı Casus Kalem. “Kimseye görünmeden kayıt yapın” diyor. Akıllı bir tasarım, yüksek görüntü ve ses kalitesi...
Bizi de mi görünmez yapıyor ki ‘onu’ kolayca takip edebiliyoruz, yoksa kalemi adamın yakasına mı takıyoruz gibi sorulara girmeyeceğim.
Ben bu dedektiflik çılgınlığının sonu nereye varacak onu merak ediyorum. Sürekli şüphelerle yaşayalım, tuvalete gittiği anda cep telefonunu mu karıştırsam, e mail şifresini mi kırsam diye kendimizi yiyelim. Ne o? Aşk yaşıyoruz. Bana göre sürekli bizi arkamızdan vurmasını beklediğimiz bir düşmanla yaşıyoruz aslında.

Açığını yakalayalım
Bizimle birlikte olan, sevdiğimiz, hayatı paylaşmakta olduğumuz adamın açığını yakalamaya çalışmakla geçiyor ömrümüz. İnsanın karşısındakine, kendisine saygısı kalır mı?

Yazının Devamı

Bir devir kapandı

19 Şubat 2009

“Annem ve babamla çocukken hep onun oyunlarına giderdik...” Bu cümleyi iki gündür kaç kişiden duydum, inanılmaz.
Benim çocukluğumun da en hoş anılarındandı ailece Gazanfer Özcan’ın oyunlarına gittiğimiz akşamlar. Annem, babam, ablam ve ben aynı şeye güler, yetinmeyip evde de oyundan esprileri tekrarlayıp tekrarlayıp kıkırdamaya devam ederdik.
Nitelikli komedi
Meğer hiç de tek değilmişim. Bir kuşağın tiyatroyu tanıdığı, sevdiği yermiş orası. Tiyatroya gitmeyi bir aile etkinliğine çeviren kişiymiş Gazanfer Özcan. Kendisi de karısıyla, kızıyla, damadıyla sahneye çıkan, muz kabuğuna basmadan güldüren, iyi oyunculuk, nitelikli komediyle bizi tanıştıran ustaymış. Bugün kıllara bürünmüş ‘asabi, agresif, kompleksli’ tiplemelere gülemiyorsak müsebbibiymiş.
Televizyondan kazandığını yatlara katlara değil tiyatroya yatıran bir garip ekolün temsilcisiymiş sonra. “Avrupa Yakası”yla şöhretinin doruğundayken yan gelip yatacağına sağlığını filan da kafaya takmayıp gene perdesini açmış son ana kadar.
Sahnelerin tadı kaçtı
Bakıyorum eski fotoğraflarına; kimler yok ki... Adile Naşit, Selim Naşit, Nisa Serezli, Zihni Küçümen... Gencecikler, ışıl ışıllar o karelerde. Hepsi gideli ne

Yazının Devamı

Kedileri köpekleriyle yatanlar...

17 Şubat 2009

Hayvan sevmek hafif delilikle eşdeğerdir bu memlekette. Evinde kedin köpeğin varsa zavallı, yalnız bir kimse olduğuna, üstüne bir de sokaktaki hayvanlara karşı da hassassan insan sevgisinden yoksun olduğuna hükmedilir.
Kaybolan, pencereden düşen kedin için endişelenirsin, söylemeye utanırsın. Köpeğin ameliyat olacaktır, gözün saatte beklersin, kimseye anlatamazsın. Aklın işe giderken karşına çıkan, yağmur altında ıslanırken bıraktığın kedi yavrusunda kalır, zinhar itiraf edemezsin. İnsanlar ölüyordur, kayboluyordur, açtır, senin bir hayvan için üzülmen ayıptır!

‘Kafayı sıyırmış’
Israrlıysan, en hafifinden müstehzi bakışları, giderek “Zaten kediyle - köpekle kafayı bozmuş”, yani hafiften ‘sıyırmış’, akli melekeleri sakatlanmış muamelesini göğüslemek durumundasındır. Alakasız bir konuda takındığın tutum da gelir oraya bağlanıverir.
Başbakan Erdoğan’ın “Köpekleriyle yatıp kalkan yazarlar” temalı konuşmasına Bekir Coşkun’un kuçusu Postal cevap vermiş önceki gün. Ben kedileriyle yatıp kalkan biri olarak, Postal’ın dediğinin aksine, hayvan sevgisinin insan sevgisinin de teminatı olduğunu düşünmüyorum pek.
Her hayvanı severim, her insanı sevdiğimi iddia edemem. Ama sevmediğim

Yazının Devamı

Tüm sevgililer görev başına

12 Şubat 2009

Efendim, gene geldi işte 365 günün sultanı 14 Şubat. Bir ayı aşkındır devam eden kalp taarruzu nihayete erecek, beni en çok bu heyecanlandırıyor itiraf etmeliyim ki.
Ve fakat sevgililer için yoğun ve yorucu bir gün olacak, onlar için üzülmemek elde değil. Zira tıkanan ekonomi bu sihirli güne bel bağlamış durumda.
İsteniyor ki erkenden başlansın güne. Tabii ki ‘brunch’ ile. Belki Love Story dinleyerek ve korkarım kalp şeklinde yumurtalara ekmek banarak.
Sonra artık gün sizin, masaj, spa ve spor salonları, alışveriş merkezleri kapılarını sonuna kadar açmış ‘aşıkları’ beklemekte. Birlikte masaj yaptırınız, saunaya giriniz, dans öğreniniz, yemek kursuna gidip afrodizyak mönüler hazırlayınız, paraşütle atlayınız, müzelere çift gidip tek ödeyiniz, mümkünse hepsini dört beş saate sığdırınız.
Yoğun bir gece
Zira akşam da işiniz çok. Mum ışığında yemek, piyano eşliğinde sevda şarkıları, hepsi ‘aşk sarhoşu’ olmak için.
Arkadan bir gece kulübüne geçiniz, mümkünse birkaç kapıya... Tüm yılın kesat giden işlerini kurtarmakla yükümlüsünüz bugün. Elbette fiyatlar ikiye, üçe katlanmış olacak, idare ediniz artık. Finali de elbette beş yıldızlı bir otelin kral - kraliçe dairesinde

Yazının Devamı