Çoktan okumanız gereken gecikmiş bir yazı bu. Medipol Başakşehir’i anlatmak istiyorum.
Hatırlarsanız, İstanbul Büyükşehir Belediyespor olarak Süper Lig’e, bir alt ligden geldiler. Gelir gelmez ilk yaptıkları iş, İstanbul ve Türk futbolunun en “büyük” takımlarına karşı güç gösterip peşpeşe aldıkları galibiyetler oldu. Takımın başında Abdullah Avcı vardı.
Yıllar önce salonlarda (basketbol ve voleybol) müessese takımlarıyla mücadeleden şikayet eden ve kendileri için özel bir lig düzenlenmesini isteyen Üç Büyükler, İBB’den de rahatsız oldular. Temel itirazları şuydu: “Kadir Abi (Topbaş) mahalli seçimlerde bizden oy istiyor. Tüm taraftarlarımızdan oy alıyor ve açık farkla yıllardır Belediye başkanlığını koruyor. Ne var ki iş spora gelince Kadir Abi hem siyaseten, hem de sportif olarak büyük yanlış yapıyor.”
Kadir Topbaş akıllı adamdır. Çok konuşmaz. Güler yüzle, anlamaya çalışarak izler ve dinler. 4 Haziran 2014’de İBB’nin tüm futbol etkinliklerini sonlandırır. İBB futbolda Başakşehir’e dönüşür. Başkan Göksel Gümüşdağ, bir proje kulübü olarak Başakşehir’i sağlam temeller üzerinde inşa eder. En inandığı teknik direktör Abdullah Avcı takımın başındadır.
Stratejik hedeflerinde şampiyonluk
Öncelikle sahadaki yiğitlerin hakkını teslim edelim: Ayaklarına sağlık, iki takım da Süper Lig seviyesinin üstünde, güzel bir maç sergiledi. Hırlaşmadılar, dırdır etmediler. Tatlı sert oyunda birbirlerine girmediler. Barış içinde yarıştılar. Erkekçe kapıştılar. Böyle oyunlara çok ihtiyacımız var bizim. Tribünleri dolduracak, sonu önceden kestirilemeyecek futbolu istiyoruz. Oynayanları alkışlıyoruz.
Peki hiç mi eleştirilecek bir yanı yok bu maçın? Olmaz olur mu! Hele Mete Kalkavan’ın adına hiç de yakışmayan kararları, maalesef maçı gölgeledi.
İyi başladı hakem... 17. dakikada Matus Bero’nun çalımı yedikten sonra vücuduyla yüklenip engellemesi penaltıydı. Kalkavan da verdi. O karardan sonra 17 dakikada 2-0 öne geçen Beşiktaş’ın salı Napoli yorgunluğuna rağmen yüksek tempoyla, bol pozisyona girerek, üstelik Cenk Tosun ve Aboubakar ile maça baştan hücum niyetiyle başlaması stratejik bir meydan okumaydı. Şenol Güneş’in kararlılığı evet, oyuna da yansıdı.
Yeniden Mete Kalkavan’a dönersek... 50. dakikada Atiba’nın N’Doye’yi ceza alanı içinde çekmesi bir penaltıyı gerektiriyordu. 62’de ise Quaresma’nın Yusuf Erdoğan’a müdahalesi doğrudan kırmızı kartı gerektiriyordu. Yine de hakem
Şenol Güneş, maçtan önce oyunu ikinci bölgede tutacaklarını söylüyor. Belli ki Napoli karşısında hesaplanmamış bir sürprizden çekiniyor. Hoca böyle konuşursa, elbette futbolcular da ona göre oynar.
Renksiz, kokusuz, tatsız-tuzsuz, niyetsiz bir oyun oynandı. Sıkıldık. Sonra beklenmedik bir penaltı... Quaresma ile öne geçti Beşiktaş... Sevincimiz sadece 3 dakika sürdü. Bu da bizi hiç şaşırtmadı doğrusu... Yıllardır Beşiktaş için en tehlikeli dakikalar, attığı golden hemen sonrasıydı. Dün de öyle oldu. Napoli fazla beklemedi, Marek Hamsik ile oyunu dengeledi, statüsünü korudu. Yine öndeler ve kaybettikleri bir şey yok.
Beşiktaş’ın dün daha coşkulu, arzulu, enerjik, etkin ve verimli oynaması gerekiyordu. Olmadı, bunları göremedik. En önemli sorun, orta alanda Atiba’nın yalnızlığıydı. Gökhan İnler ve Tolgay’ın adını spiker kaç kez söyledi, merak ediyorum. Herhalde oyunda topla ilişkisi en az olanlar onlardı. Sorumluluk alarak, oyun kurarak, top çalarak oynamalarını boşuna bekledik. Olmadı. Orta alanın bu kadar kurak ve verimsiz oyunu Beşiktaş’ın direnişini de bozdu. Atiba ve savunmanın gayretleri bir yere kadar... Beşiktaş topu kazandığı zaman rakip yarı alana hücum bölgesine geçip topu
Bu yazıyı bir vicdan borcunu ödemek üzere yazıyorum. Kişisel bir borç değil bu. Öyle olsaydı, bu köşenin konusu olmazdı. Çünkü borç sadece benim değil, hepimizin.
Avni Aker’i rahmetle analım. Trabzon’a ilk stadı kazandırdığı zaman bölgenin öncü spor adamları Süleyman ve Rıza Kuğu kardeşler, bir kadirbilirlik örneği sergileyerek o stada Avni Aker hocanın adını önermişlerdi. Yıllardır gidip geldiğimiz, yüzlerce maçla hafızamızın en güzel köşelerinde sakladığımız Avni Aker Stadı, bütün genişletme, geliştirme, düzeltme ve düzenlemelere karşın devrini doldurdu. Kent merkezlerindeki statların kent dışına, ulaşılması daha kolay yerlere taşınması, kent içindeki yüksek rantlı eski stat arazilerinin değerlendirilmesi, elbette ekonomik kurallara göre bir fırsattır. Bu fırsat akılla, iyi niyetle değerlendirilmelidir. Ancak birinden diğerine taşınırken, yeni stat coşkusunun tarihimizi ve yerel kültürümüzü örselemesi de hiç doğru olmaz.
Özellikle Trabzon’da, Akyazı Stadı’nda!
Biliyorum, bana hemen QNB (Qatar National Bank) sponsorluğunu hatırlatacaksınız. Şimdiden “Akyazı Arena” kavramıyla kamuoyunda yer etmeye başlayan stadın resmi adı da bakarsınız QNB ile başlayan bir tamlama olabilir.
Gelelim
Fenerbahçe için sezon başından beri kıyamet borusu çalanlar, en ağır eleştirilerle Başkan’a, Teknik Direktör’e ve futbolculara yüklenenler, herhalde susmaktadır artık. Rakiplerinden 8 puan geriye düşen takım, dünkü oyunu ve skoru ile kötü günlerin sayfalarını yırtıp atmıştır. Zirve yarışına katılmış ve kendini göstermeye başlamıştır.
Dick Advocaat’ın tercihleri maçtan önce hem tartışma hem de kuşku yaratıyordu. Evet, beklendiği biçimde Van der Wiel’i maç kadrosuna almamış, Emenike’yi kulübeye çekmiş ve Aatıf ile Van Persie’yi arkalı-önlü forvete yerleştirmişti. Sağ kanatta Jermain Lens, sarı-lacivertli taraftarların özlemeye başladığı (Gökhan G./ Nani) hücum zenginliğini farklı ve etkili oyunuyla yeniden başlatıyor; solda Volkan Şen rakip takımı adeta törpüleyen yıpratıcı ataklarla adeta gösteri yapıyordu. Şener Özbayrak ve Hasan Ali Kaldırım, savunma ağırlıklı bek kimliklerini korudular. Fırsat buldukça hücuma da katıldılar...
Karabükspor, yabancı oyuncu serbestisini oldukça “serbest” kullanmış. Üç yerli oyuncuyla (Kaleci Ahmet Şahin, Kerim Zengin, Ceyhun Gülselam) sahaya çıkıyor olmak kolay ve görece masrafsız bir tercih olabilir. Ama, o takımın bir oyun lideri yok. Arkadaşlarını
Gördük ki Beşiktaş’ın çivisi çıkmış: İstanbul’dan Ankara’ya götürülmeyen Atiba’dan söz ediyoruz. Bir oyuncunun varlığıyla böylesine alışkanlık yarattığı, yokluğunda da mumla arandığı az maç vardır. Dünkü Gençlerbirliği-Beşiktaş maçı da onlardan biri.
İbrahim Üzülmez maç sonunda neler hissetmiştir, bilinmez. Acaba öne geçtiği maçta iki puanlık kayba uğradığı için üzülmüş müdür? Yoksa eski takımı ile yeni takımının beraberliğinden buruk bir memnuniyet mi duymaktadır? Dedik ya bilmiyoruz. Galiba en doğrusu şu: İbrahim, üzer!
Şenol Güneş, salı akşamının Napoli randevusu için hem rotasyon yaptı, hem de bazı oyuncularını dinlendirmeyi tercih etti. Doğru bir yaklaşım. Ne var ki oyun merkezinde Tolgay - Necip ikilisi pek de uyumlu durmadılar. Necip’in sert savunmacı karakteri, keskin sirke misali ona dokundu. 16. dakikada sakatlanıp yerini Rhodolpho’ya bıraktı. Asıl akıl oyunları da o zaman başladı. Güneş, Tosic’i göbekten alıp sol beke atadı. Oradan da Adriano’yu Tolgay’ın yanına çekti. Merkez ikilisi yine uyumsuzdu. Beşiktaş’ın sağlam, en verimli hattında gedik açılmıştı. Tolgay’ın oyun görüşü ve teknik becerisine inananlar, hayal kırıklığı yaşadılar. Anlaşılmaz biçimde en az 5 topu
Size 40 yıllık bir öykü anlatayım...
Selahattin Beyazıt Galatasaray Başkanı... Günün birinde Riva’da -henüz imara açık olmayan- büyük bir araziyi satın alıp kendi şirketinde emlak alım-satım işleriyle uğraşan Kemal Bey’e, “İşlemleri tamamlayıp tapuyu getirin” diyor...
Kemal Bey iki gün sonra Beyazıt’ın odasına giriyor, kapıyı kapatıyor ve “Beyefendi, affınıza sığınarak sizi uyarmak istiyorum” diyor, “Bu dünyada ne insanlara ne de mevzuata güvenilir. Devir değişir, mevzuat değişir... Pişman olursunuz. Yaptığınız işin kıymeti bilinmez!”
Selahattin Beyazıt gülerek “Eee, sonra?” diye soruyor.
“Beyefendi, bu Riva arazisini Galatasaray’a mal ederseniz, günün birinde kıymetini bilmeyen adamlar tarafından yok paraya elden çıkarılır. Kamulaştırma olur, ilgilenmezler. Benim size tavsiyem lütfen tapuyu adınıza çıkaralım. Sadece intifa hakkını Glatasaray Spor Kulübü’ne verelim. Böylece mülkü garantiye alır, değer artışlarından da yararlanabilirsiniz!”
Selahattin Beyazıt, “Kemal sen beni tanımıyor musun?” diyor, “ Ben böyle bir şey yapar mıyım? Hem de Galatasaray’ın başkanıyken!”
1976 yılı... Arazinin ölçüsü 1.175 dönüm... Ödenen para 2 milyon TL. O tarihte Galatasaray,
Şenol Güneş’in dün Vodafone Arena’da sahaya sürdüğü on bir, üstü örtülü bir mesaj taşıyordu: “Herkes, her zaman, her yerde oynayabilir!”
Bir teknik direktör, forma adaletine futbolcularını inandırıyor ve onlara güveniyorsa, bu mesaj doğru ve yerindedir. Rotasyon, sakatlar, yorgunlar, formsuzlar ve sıra bekleyenler dikkate alınarak her takım için gerekli ve geçerlidir. Artık eski usul alışageldiğimiz “İdeal on bir” takıntısı yavaş yavaş geçerliliğini yitirmektedir.
Beşiktaş’ın kadrosunda birlikte oynamaları yadırganabilecek hücumcular dikkati çekiyordu. Quaresma, Talisca, Aboubakar... Önlerinde Cenk Tosun... Cenk’le Aboubakar’n bir arada maça başlamaları akla “Çift santrfor” kavramını getirdi. Ama öyle değil... Quaresma sağ kanatta, Talisca 10 numara pozisyonunda ve Aboubakar’ın da solda...
İlk yarı boyunca Beşiktaş ilk toplara basarak, hücuma çok çabuk çıkarak, pozisyon üstüne pozisyon hazırlayarak kazanma niyetini ortaya koydu. Hem topun (% 65-35), hem de maçın efendisi idiler... Oyunun akışkan ve üretken olmasında iki merkez oyuncusunun Atiba ile Tolgay Arslan’ın kıymetli katkılarını da unutmamak gerekiyor. Atiba’nın rakip kontralarını bastırmak konusundaki çabukluğu, direnci ve