Süper Kupa, yeni sezonun ilk ödülü olmakla birlikte büyük gösterinin - “Süper Lig”in - son “kostümlü” provası. Takımlar, ligden önceki son sınavı ciddiye almak zorunda. Oyuna saygı göstermek zorunda. Ne var ki Ankara’daki maçta prova ciddiyetini de göremedik, oyuna gösterilmesi gereken saygıyı da!
O nedenle derim ki, Süper Kupa maçları sezon başında değil, sezon sonunda o finali oynamaya hak kazanan oyuncularla oynansın. Takımlar Lig ve Kupa’da kazandıkları zaferin üstüne bir heyecan daha yaşasın. Bakın mesela, Bursaspor’un unutulmaz oyuncuları Fernandao, Şener, Belluschi, bu yıl küskünleri oynayan Volkan Şen, hak ettikleri finalde yoklar. Galatasaray tarafından bakacak olursanız, kadrodan giden oyuncular o kadar önemli değil ama, bildiğiniz nedenlerle Melo yok.. Hoş dün sahada olsaydı, protokolda başka bir saygısızlık sergileyebilirdi... Neyse!
Maça bakarsak...
İki takım da hazır değil... Belli ki Lig’de de kervanı yolda düzecekler... Hadi Bursaspor yeni hoca ve yenilenmiş(!) kadrosuyla böyle bir krediye ihtiyaç duyabilir... Ama Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan katılacak Galatasaray’ın krediye hakkı var mı? Bence yok. Hamza Hoca belki de bir türlü bitirilemeyen transfer
Aslı’dan Gamze’ye... Önümüzdeki günlerde olimpik bir madalya devir teslimi yapılabilir. Hayır, bunun için bir tören yapılmasını, törenin canlı yayınla ekranlara getirilmesini beklemeyin.
Sadece kuru ve soğuk bir açıklama ile olabilir bu iş.
Cehennem sıcağı bir yazın ortasında bu buz gibi girişi neden yaptım.
Biraz serinleyesiniz diye değil. Çünkü haber buz gibi ama... Yine de yürek yakıcı...
Üstelik utandırıcı.
Biliyorsunuz, Aslı Çakır Londra 2012’de kadınlar 1500 metre yarışını baştan sona önde götürerek 1. bitirmiş, 2. sırayı da kızımız Gamze Bulut almıştı. TRT’de spiker Cüneyt Kıran’ı ağlatan hepimizin yüreğini hoplatan bu çifte zafer, memleketimizde büyük mutluluk rüzgarları estirmişti.
Hatırlayalım... Aslı Çakır o büyük zaferden sonra yere kapanarak pisti öpmüş, yurda dönüşünde de aylar önce evlenmiş olmasına rağmen bir düğünle kalbindeki mutluluk zincirini tamamlamıştı.
Mario Gomez Garcia... Alman anne ile İspanyol babanın oğlu. 30 yaşında. Avrupa ve dünya futbolunda isim yapmış, rekorlara tırmanıp inmiş bir futbolcu. O, şimdi Beşiktaş’ta. Biz onu sadece Mario Gomez olarak tanıyoruz. Soyadı Garcia’yı futbol alanında kullanmıyor.
Mario Gomez, iki ayağını da ustalıkla kullanan, hava toplarında oldukça başarılı bir golcü. Bundesliga’da Stuttgart’ta başlayan profesyonel kariyeri başlangıçta gerçekten göz kamaştırıcıydı. Stuttgart’ın 2007’deki lig şampiyonluğunda 25 maçta 14 gol atarak endüstriyel futbolun gözdeleri arasına girdi. 2009’da Bayern München’e 35 milyon Euroluk rekor bonservis ücretiyle katıldı. Doğrusu, 156 maçta 87 gollük bir istatistik de daha ucuza alınamazdı. Mario Gomez, Bayern’de de gollerine devam etti. 2011’de 28 golle Bundesliga’nın kralı oldu. Bu arada pazardaki değeri de artıyordu. 174 maçta attığı 113 golle bonservis bedeli 42 milyon Euro’ya kadar yükseldi. Fiorentina da tam bu arada (2013) devreye girdi ve O’nu İtalya’da Serie A’ya götürdüler. Dört yıllık sözleşmesi vardı. Darbelere bağlı sakatlıklarla dönem dönem futboldan uzak kaldı. Beklenen verimliliği gösteremedi. Piyasa değeri 42 milyon Euro’dan 10 milyona kadar
Biliyorum, bu yazıyı zamansız ve anlamsız bulanlar olacak... Yine de yazmalıyım. Unutmamak, unutturmamak için.
İstanbul’un 2024 Olimpiyat Oyunları’na adaylığından asla vazgeçmememiz için yazmalıyım.
Hemen anımsatmalıyım ki 30 Nisan 1992’de kabul edilip yürürlüğe giren 3796 sayılı “İstanbul Kentinde Yapılacak Olimpiyat Oyunları Kanunu”, o kanun kapsamında kurulan Hazırlık ve Düzenleme Kurulu’nun görevinin oyunlar gerçekleştirilip kapandıktan 1 yıl sonra görevini tamamlayarak tasfiye edileceğini emreder. Bunun hukuksal anlamı da şudur: Olimpiyat Oyunları’nı İstanbul’a getirinceye kadar adaylığa devam!
İstanbul, 2020’nin favori adaylarından biri olarak 2013’de Buenos Aires’deki IOC sessionunda ilk turda Madrid’i eleyerek Tokyo ile finale kaldı. Final oylamasında 36-60 kaybetti. Hemen belirtmeliyim ki bir Türk takımının Şampiyonlar Ligi’nde final oynayıp kaybetmesi neyse, bu sonuç da öylesine büyük bir başarıdır. Mutluluk vermez ama, gurur verebilir.
Biz o günkü oylamayı, hem dünya konjonktüründeki kaygılar, hem de kendi akıl almaz hatalarımızla kaybettik. Elbette arada “dost kazığı” diyeceğimiz durumlar da yaşandı. Örnek olarak sadece 1 islam ülkesinin (Umman) oyunu
Siz bu satırları okurken Portekizli Ricardo Quaresma belki de Beşiktaş’a imza atmış olacak. Yine de kalbimdekini ve zihnimdekini buraya yazmalıyım: İnşallah imza atmamıştır,inşallah atmayacaktır.
Hiç kimse için ön yargılı değilim. Olaylara, kurallara, davranışlara, eylemlere ve söylemlere bakarak olabildiğince serin kanlı, akıllı yorumlar yapmaya çalışırım. Her zaman bir yanılma payı bırakırım. İnsanız ne de olsa... Hayat ders çıkaracağımız hatalarla dolu.
Anlaşılan o ki Beşiktaş Başkanı Fikret Orman ve yönetici arkadaşları, 2012’de karşılıklı sözleşme feshiyle biten Quaresma macerasından bir ders çıkarmamışlar. Peki Quaresma çıkarmış mı? Şimdilik nedamet hisleriyle dönüşe razı görünüyor: “Beşiktaş’a borcum var, gelirim!”
Hayır, hiçbir borcu yok. Yönetimle karşılıklı fesih işlemi yaptıktan sonra bir anlamda helalleşmiş oluyorlar. Kimsenin kimseye borcu yok. Quaresma, Beşiktaş taraftarlarının, özellikle de Çarşı grubunun gönlünde bıraktığı boşluğu kast ediyorsa, buna bir itirazım olmaz. Şunu da bir kenara not edelim: Rakip kulüplerin takım kadrolarını güçlendirmek, yenilemek adına yaptıkları göz kamaştırıcı transferlere, özellikle Fenerbahçe’nin sarsıcı hamlelerine karşı
Fatih Terim, tatilde en müjdeli haberi alıyor: Arda Turan Barcelona’da!
Türkiye Futbol Direktörü’nün son yıllarda bundan daha çok sevindiği kaç haber var, bilemiyorum.
Sevincinin büyüklüğü ve kaynağı, aylar önce yeni yabancı statüsünü açıklarken verdiği mesajlara dayanıyor:
“Biz yabancı futbolculara kapımızı açıyoruz ama, Türk futbolcusunun da artık sınır ötesine, Avrupa’ya ve dünyaya açılmasının zamanı geldi. Onlar da kariyer planlaması yaparken, artık büyük - küçük demeden Avrupa kulüplerine gitmeliler!”
Arda Turan, nasıl başlamıştı bu yolculuğa? 2011-12 sezonu başlarken, Fatih Terim’in Galatasaray kadrosundaydı. İdmanların ilk haftası bitmeden “çocuk” yuvadan uçtu. Nereye? Atletico Madrid’e... Bu gidiş, Galatasaray’a 12 milyon Euro kazandırmıştı ama, Terim’in de neşesi kaçmış, planları bozulmuştu.
Aradan geçen dört sezonda Arda Turan, yetenekleriyle yetinmedi... Hem fizik, hem de mental olarak kendini geliştirdi. Atletico Madrid’in “altın çağ” olarak adlandırılabilecek başarılarında pay ve rol sahibi oldu. UEFA Kupası, Süper Kupa, La Liga Şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi finali...
Arjantinli Teknik Direktör Diego Simeone, Arda’nın değerini teslim
Fikret Orman’ı ilk yöneticilik yıllarından beri tanıyorum. En belirgin özelliği samimiyeti. Duygu ve düşüncelerini samimiyetle paylaşıyor. Duruma göre davranmak gibi kolaylıklara sapmıyor, çelişkilere düşmüyor. Hata yaptığı zaman itiraf etmesini de biliyor, hatadan dönmesini de.
Örneğin, İnönü Stadı’nın Vodafone Arena’ya dönüşmesi sürecini anlatırken, bir yanlış algıyı düzeltmek gereğini duyuyor: “Herkesin bildiğinin aksine, bu stadın yenilenmesi için gerekli izni alan, prosedürü tamamlayan kişi ben değilim. O izni alan Yıldırım Demirören’dir. Benim bu işteki rolüm, stadı yıkmaktır. Yıkılamaz, yapılamaz denen stadı yıktık... Yerine yenisini yapıyoruz ve inşallah Eylül’ün son haftasında orada açılışlar yapacağız.”
Açılış değil, açılışlar... Beşiktaşlı üyeler için sürprizlerle dolu özel bir açılış gecesi... Sonra çok büyük sanatçıların katılımıyla bir açılış konseri ve Avrupa’nın seçkin bir takımıyla açılış maçı...
Arada gülerek, “Daha biz çatıyı monte etmeden gerekli yükseklik sınırını aştığımız için engellerle karşılaştık. Biraz zaman aldı ama hallettik. Şimdi süratle çatıyı monte etmemiz gerekiyor. Ancak o işlem bittikten sonra 75 güne ihtiyacımız var. Saha düzenlenecek
Yabancı futbolcu sınırlaması kalktı ya, gazetelerde her sabah yeni bir transfer bombasıyla gündemin peşine düşüyoruz.
Samuel Eto’o’dan Ronaldinho’ya Robin Van Persie’den Lukas Podolski’ye kadar adı ünlenmiş bir yığın futbolcu, Türkiye’de “piyasa” yapıyor.
Elbette küresel futbol kültüründe alışmamız gereken bir durum. Hatta bu kültüre hazırlıksız yakalanarak bir şok yaşadığımız, bir sürü darbe yediğimiz de bilinen bir gerçektir. 14 yabancıya kadar kapıları açan yeni statüden sonra transfer defterinin kapağı hep dünya atlası ile açılıyor. Kamerun, Brezilya, Danimarka, İsveç, Norveç... Haritaya parmağınızı rastgele basın, en azından niyet ve pazarlık aşamasında bir sürü futbolcu bulacaksınız.
Yabancı futbolcuların Türkiye’yi tercih etmesinde elbette önemli bir cazibe var: Yüzde 15 vergi oranı. Avrupa ülkelerinde yüzde 43 ile 56 arasında değişen oranlar, Türkiye’de basit bir KDV hesabına iniveriyor. Kaldı ki o vergilerin de futbolcular tarafından değil, kulüpler tarafından ödendiğini de iyi biliyoruz.
Transfere 100 milyon
Bu yıl transferin görünüşe göre en “hovarda” diyebileceğimiz kulüp Fenerbahçe. Sarı - lacivertliler, Başkan Aziz Yıldırım’ın aylar önceden hazırlandığı