Futbolumuza İngiliz anahtarı

22 Ekim 2014

Geçen sezonun sonunda, 20 Mayıs’ta İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde düzenlenen “Endüstriyel Futbol Zirvesi”, anılarda maalesef Passolig uygulamasının tanıtımı olarak kaldı.
Arada Nick Coward’ın konuşmasını unuttuk biz. Neyse ki geçen akşam tam da Türkiye’deki seyirci/taraftar erozyonunu konuşurken, sevgili meslektaşım Fatih Kuşçu anımsattı. Coward’ın konuşmasından bazı bölümler bize sorunlarımızı çözme yolunda ilham verebilir.
Nick Coward, Dünyanın en iyi ligi olarak kabul edilen Premiership’in genel sekreteri. Hayır, o ligin bir yönetim kurulu yok. Coward, bir yardımcısı ile birlikte yönetiyor İngiltere Ligi’ni. İngiliz Futbol Federasyonu ile Lig, birbirlerinden ayrılmış durumda. Premiership’in kuralları, hakları, etkinlikleri Coward tarafından korunup uygulanıyor. İngilizler, kurulları, komisyonları, komiteleri ortadan kaldırmış. Böyle bakınca Amerikan NBA, NHL gibi lig organizasyonlarından çok farklı bir yapı ile karşı karşıyasınız. Nick Coward, 20 yıl önce lig yayın gelirlerinin 40 milyon Pound olduğunu hatırlatıyor ve şunları söylüyor:
“-Bugün 1 milyar 280 milyon Pound’luk bir gelirimiz var. Kuralımız açık. Açık artırmada en yüksek rakamı veren, yayın hakkını

Yazının Devamı

Öze döndü, göze girdi!

20 Ekim 2014

Bir anlamda kendi sahasına döndü Beşiktaş... Ankara’da Osmanlıspor’un stadına “konuk” ev sahibi olarak kabul edilirken kendi seyircisiyle (daha doğrusu taraftarıyla) buluştu. Sonra kuruluş yıllarındaki özüne dönüp oranın sahibi oldu. Hatırlayalım dilerseniz... 1903’de kurulan kulübün adı Osmanlı Bereket Jimnastik Kulübü değil miydi?
Tarihe küçük bir selam gönderdikten sonra “yemyeşil” sahaya dönüp içeridekilere bakalım.
Hepsine teşekkür etmeliyiz... Hem Beşiktaşlı futbolcuların tümüne, hem Sivassporlulara... Hem de hakemlere. Teknik direktörleri de unutmadan.
Teşekkürümüz, oyuna duyduğumuz saygıdan... İtiş - kakışsız, koşarak, coşarak, asla teslim olmadan, zamana sığınmadan...Dayanarak - direnerek, tabela ne yazarsa yazsın oradaki durumu değiştirmek için ısrar ederek oynadılar.
Beş gol attılar ama, daha fazlası için olağanüstü enerji harcadılar
Böylesine bir emek maratonuna kendinizi kaptırmamışsanız, bir sorununuz var, demektir. Hayır, siz de heyecanlandınız, siz de terlediyseniz, bizim gibi yapın.
Oyunu ve oyuncuları alkışlayın!

Yazının Devamı

Tavşan değil, çözüm istiyoruz

15 Ekim 2014

“Hatayı kendimde arıyorum. Bu vebal, bu yanlış benimdir!” Doksan yıldan beri yenemediğimiz Letonya (1-1) maçından sonra Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim’in açıklaması böyle.
Fatih Hoca, başarı gibi başarısızlığı da sahipleniyor. Tam da beklendiği gibi, kendisine yakıştığı gibi.
Ne var ki bu dürüst açıklama kültürümüzdeki önemli bir boşluğa da denk geliyor. Orayı hep atlıyoruz.
Sorunlarla değil, sorumlularla uğraşıyoruz.
Türkiye’de futbol “en sorunlu” dönemini yaşıyor.
Adını “Süper” koyduğumuz ligimiz, maalesef ne Avrupa kupalarında final turlarında temsil ediliyor kulüpleriyle, ne de başarıda süreklilik gösteren bir Milli Takım veriyor bize.
“Marka Değeri” diye diye toz kondurmadığımız markamız da hırpalanmış, yozlaşmış, ezilmiş durumda. 3 Temmuz süreci bu değeri dibe indirdi. Tribünler boş... Zirveye oynayan takım sayısı sezon başında beş, sonrasında iki.

Yazının Devamı

Anlaşıldı, elenmişiz!

14 Ekim 2014

Grup maçlarındaki sonuçlar, gerçeği ap-açık ortaya koyuyor. Rakiplerimiz İzlanda ve Çek Cumhuriyeti ileri hamlelerle iddialarını ve hedeflerini büyütürken, bizim çocuklar geriye kayıp düşmüş!

Letonya gibi savunmasında yığılıp topu uzun vuruşlarla savuşturma dışında hiçbir temel felsefesi olmayan, fizik gücüne dayanıp itip kakarak oynamaya gayret eden bir takıma bile takılıyoruz.

Elbette saha içinde emek terleri döken çocuklara kızamayız. Onlar hiçbir şekilde öfkeyi hak etmiyorlar. Aksine, hepsinin anlayışa, desteğe, yardıma ihtiyacı var. Travmalı, psikosomatik bir çöküş içindeler. Bir yandan rakiplerin sert, acımasız, beklenmedik oyunu, bir yandan kendi hataları, yetersizlikler ve dağınıklıklarıyla hiç de hesaplamadıkları bir tablonun detayını oluşturuyorlar.

Eleme grubunda daha ilk yarı sonuçlanmadan anlaşılıyor ki, elenmişiz!

Bırakın grup liderliğini, ikinciliği, play off oynamak için üçüncülük bile zor artık!

Fatih Terim Letonyalı gazetecilere, bulundukları seviyeye göre soru sormaları konusunda daha dikkatli olmalarını söylerken; bizler Milli Takım’a da aynı seviyede futbol oynatması gerektiğini hatırlatsak... Hocamızı üzer miyiz? Bilmiyorum! Ama O’nun milletçe

Yazının Devamı

Bu bir cezadır!

11 Ekim 2014

Haydi, diyelim ki İzlanda’daki kaza... Kadıköy’deki neydi? Ceza!
Futbola yıllardan beri o kadar kötü davrandık ki kaybetmek kaçınılmaz oldu.
Önce içerideki rekabeti kirlettik. Sonra uluslararası alanda, uluslararası standartları unuttuk.
Temel değerlerden, disiplinden, taktikten, teknikten giderek uzaklaştık.
Oyunu bırakıp kavgaya tutuştuk. Her fırsatta birbirimizle dalaştık.
Abuk ve akıl almaz saçmalıklarla birbirimizin gözünü oymaya kalkıştık.
Ortada ne oyun kaldı, ne oynama iştahı, ne de kazanma şansı.

Yazının Devamı

Nöbetçi golcü, nöbete!

8 Ekim 2014

Bana sorarsanız Milli Takım’ın en büyük rakibi ne Hollanda, ne Almanya, ne de Çek Cumhuriyeti’dir. Evvel Allah, çocuklar hepsine karşı ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Buna hiç kuşku yok. Ama maç bu... Her zaman güler yüzle bitiremezsiniz. Kazanırsınız, kaybedersiniz, yola devam edersiniz.

Milli Takım’ın en büyük rakibi, yıllardır kendi içinde barındırdığı, bir türlü söküp atamadığı “sakatlık” sorunudur.

Elbette başka ülkelerin milli takımlarında da benzer sorunlar yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak. Örneğin, Franck Ribery’nin Fransa Milli Takımı’nda, Radamel Falcao’nun Kolombiya Milli Takımı’nda sakatlıkları yüzünden son Dünya Kupası’nda yer alamamaları, beni hem insan, hem de futbolsever olarak üzmüştür. Ne var ki bizdeki sakatlıklar, çok daha farklı. Hemen her Milli Takım kadrosunda oyuncular maç için toplanıyorlar ve sakatlıklar yüzünden dağılıp yeniden (!) toplanıyorlar.

Yeni kriz ortamı

Fatih Terim’in aldığı Bayram hediyesine (!) bakar mısınız?

Volkan Demirel, Hakan Çalhanoğlu, Ömer Toprak, Kaan Ayhan, Burak Yılmaz, Mustafa Pektemek, sakatlıkları nedeniyle eşofman giymeden kampı terk ettiler.

Hayır, bu sakatlıkların perde arkasındaki dedikoduları,

Yazının Devamı

Demba Ba Almeida olmamalı!

6 Ekim 2014

Beşiktaş, 90’lı yılların Metin-Ali-Feyyaz’lı unutulmaz kadrolarından sonra iki sezondur genç ve yetenekli yerlilerle yeni bir altın kuşak yakalamış büyük başarıların doğum sancılarını çekiyor.

Gökhan Töre, Olcay Şahan, Oğuzhan Özyakup, Kerim Frei, Mustafa Pektemek... Veli Kavlak, Ersan Gülüm, İsmail Köybaşı... Unuttuklarım varsa, hoş görsünler. Her biri ayrı bir değer! Yabancı futbolcuları da kaliteli. Ne kadar kızsam da, Demba Ba Demba Ba’dır! Jose Sosa’nın kumaşı belli, Atiba’nın Pedro Franco’nun, Motta’nın da kıymetini biliyoruz. Onları takdir ediyoruz.

Bu kadro olağanüstü bir inat ve dayanışma ile oynuyor. Savunmada da hücumda da eksikleri, yanlışları, kusurları var. Ama futbol oynama istek ve heyecanlarına dair hiç kuşku yok! Bütün mesele bu genç adamları daha etkin, daha verimli biçimde oynatmakta. İşte orada Slaven Bilic’in taktik anlayışı önem kazanıyor.

Bilic, dün Balıkesirspor karşısında Oğuzhan ve Sosa’ya 11’de forma vererek daha yaratıcı, daha üretken, daha baskılı bir oyun için sinyal verdi. Ne var ki Balıkesirspor da orta alanda kaybettiği toplara karşı savunmayı tahkim ederek kalesinin önünde hem alanı hem de zamanı daralttı. Bu baskı ve direniş oyununda

Yazının Devamı

Benim kahramanım o değil

3 Ekim 2014

Sonuç, neresinden bakarsanız güzeldir. Şahane değildir, muhteşem değildir... Yine de iyidir. Kalenize gelen ilk şutta rakibe gol hediye ediyorsanız, oyunun büyük bir bölümünde rakibe üstünlük sağlıyor, mücadeleyi elden bırakmıyorsanız... Üstelik en az on-oniki kez gol pozisyonuna girebiliyorsanız galibiyeti kaçırdığınız için üzülmelisiniz.

Ama soralım şimdi: Beşiktaş’ın üzülmeye hakkı var mı? Neredeyse davul-zurna çalarak büyük umutlarla memlekete getirdiğiniz Demba Ba bu maça özel hazırlanıyor, sık sık parlak demeçler ile kulübe, taraftara ve memlekete yağ çekip umut pompalıyorsa... Size bol bol gol vaat ediyorsa...

Böyle bir top ehline göre takımı oynatmışsanız... Bütün pozisyonları ve fırsatları ona adamışsanız karşılığını beklemeniz, beklediğinizi almanız gerekir.

Ama bu Demba Ba çocuk ya bizimle dalga geçiyor, ya da büyük bir özürü var saklıyor! O gol pozisyonlarının hiçbirinde talihsiz değildi. Sadece şaşkın ve beceriksizdi. Dahası koşmaya, vurmaya, şut atmaya hiç niyeti yoktu. Koca bir 90 dakikada arkadaşlarının emeğine saygısızlık etti, rol çaldı, hepsini aldattı. Bilic’in bu tiyatroya nasıl sabırla seyirci kaldığını anlayamıyorum. Olcay’ın, Atiba’nın,

Yazının Devamı