Koşmayana para yok!

23 Eylül 2012

Hem ev sahibi, hem de konuğu için gerçek bir test maçıydı... Gaziantepspor, sakatlıklar ve cezalar nedeniyle özellikle savunmada zorlanıyordu. Beşiktaş’ta takımın beyni ve lideri Fernandes, son anda kadroya dahil edilmiş, riskli bir kararla ilk on bire alınmıştı.
Hikmet Karaman için de Samet Aybaba için de çok zor bir maç oldu bu...
Sonunda kazanan Hikmet Karaman, kaybeden Samet Aybaba’ydı.
Herkesin merak ettiği soru şu: Beşiktaş neden kaybetti?
Hemen yanıtlayalım: Koşmadılar da ondan!
Maçın hemen hemen tamamında kanatları (Holosko, Olcay) duran, orta alanı (Veli, Necip) oldukları yerde çakılı kalan, kenardaki bekleri çok az bindirme yapan ve bütün yükü Fernandes’in sırtına atan bir takım, elbette maç kazanamaz.
Koşmayana para da yok bu ligde puan da!

Yazının Devamı

Arızalı takviye

21 Eylül 2012

Adı Şampiyonlar Ligi de olsa, UEFA Avrupa Ligi de olsa, Avrupa Kupaları bizim ligimize göre bir gömlek fazla. O nedenle bu liglerde mücadele edebilmek için bir üst seviyeye çıkmak gerekiyor. Fenerbahçe bunu yapabildi mi? Zaman zaman evet... Bazı oyuncularla evet! Ama yine de Saracoğlu’nda takımca yeterli seviyeye çıktığını söyleyemeyiz. Elbette oyuncuların iyi niyetine ve gayretlerine saygı duyuyoruz. Aykut Kocaman’ın daha çok koşan, daha çabuk oynayan takım arayışlarına da. Ancak bu değişimin gerçekleşmesi için zamana ve sabıra ihtiyaç var.
Fenerbahçe’nin değişim sürecindeki konuğu Marsilya, daha oturmuş, sistemi ve felsefeyi hazmetmiş bir takım olarak farklılığını ortaya koydu. En önemli özellikleri, savunmada, orta alanda ve hücumda çoğalarak baskıya karşı sürekli alternatif üretmeleri. Çabuk oyunda bu alışkanlıklarıyla Fenerbahçe’ye epey zorluk çıkardılar. Ama Fenerbahçe hem günün mana ve önemini biliyordu, hem de tribün desteği sayesinde cesaret ve özgüvenle mücadele ediyordu. Heykel açılışındaki kucaklaşmadan sonra gördük ki Alex de, Aykut Kocaman’ın istediklerini yapma konusunda samimi olarak gayrete gelmiş...
Marsilyalılar’ın baskısından zekası ve tekniği ile

Yazının Devamı

Aziz Bey haddini aşıyor!

19 Eylül 2012

Sözü hiç uzatmadan baştan söylemek isterim: Aziz Bey haddini aşıyor!.. NTV Spor’da üç arkadaşımızın ağırladığı “zor konuk” Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, hemen her konuda, her soruda medyayı baş suçlu ilan ederek, uzlaşmasız, yanlış ve haksız bir tutum sergiliyor.
Biliyorum, Aziz Bey, Fenerbahçe başkanlığına seçildikten sonra, Ali Şen’in başlattığı rakiplerle, kulüplerle, kurumlarla ve kişilerle kavga politikasını kendi döneminde zirveye çıkardı. Tek amacı, Fenerbahçe’nin dışa karşı birlik ve beraberliğini pekiştirmek, kulübünü eşsiz ve rekabet edilemez bir konuma getirmekti.
Bu politikanın elbette arızaları, olumsuz etkileri de oldu. Ancak bir ölçüde kendi beklentileri açısından yararını gördüğünü söyleyebiliriz. 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe taraftarlarının, yönetiminin ve teknik kadrosu ile futbolcularının sergilediği dayanışma buna en iyi örnektir.
Aziz Bey, NTV Spor’da Haber Türk gazetesi muhabir ve foto muhabirlerinin akredite oldukları halde stada alınmaması, görev yapmalarının engellenmesiyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“- Bundan böyle akreditasyon işlerini biz yapacağız. TSYD’yi UEFA ne tanır! Kulüpleri tanır. TSYD bir dernektir. Kulüplerle

Yazının Devamı

‘Savunma Çetesi’

18 Eylül 2012

Pazartesi akşamı haftanın son maçlarını oynamak her takım için sıkıntı yaratır. Hele ki, oynayan takımlar Beşiktaş ve Elazığspor ise... Samet Aybaba da Bülent Uygun da farklı koşullara karşı takımlarını yapılandırmaya, belli bir oyun felsefesi ile donatmaya çalışıyorlar. İkisinin de sıkıntıları var. Beşiktaş şimdilik koşuyor. Elazığspor ise ligin dördüncü haftasında hâlâ yerleşik, uyumlu bir on bir oluşturabilmiş değil.
Maçın ilk yarısı özetlemeye çalıştığım nedenlerle sıkıntılı geçti. Elazığspor, Beşiktaş’ın yaratıcı oyuncusu Fernandes’i oynatmamak için kalabalık oyuncu grubu ile alan daraltıp, baskı yaptı. Beşiktaş 45 dakika süre ile bu baskı karşısında bunaldı. Yine de Fernandes’in rakipten kurtardığı toplar, Holosko, Uğur Boral ve Olcay’ın bireysel çabalarıyla hücum etkinliği ele geçirdiler. Ancak bu etkinlikte Batuhan’ı oyuna dahil etmediler. Birbirleriyle de oynamadılar. O nedenle pas ve şut tercihlerindeki yanlışlar skor üretimini engelledi. Burada Batuhan için bir not düşmek gerekiyor. Genç golcü, takım içinde arkadaşlarıyla birlikte pozisyonlara ortak olmak için yoğun çaba gösteriyor. Ama arkadaşları onunla birlikte oynamakta o kadar istekli değiller. Elbette Samet

Yazının Devamı

Yay gibi gergin, ok gibi hızlı

12 Eylül 2012

Yay gibi gerilmişlerdi... Hollanda maçının hayal kırıklığı yaratan skoru, oyuna ve skora dönük eleştiriler, Selçuk üzerinde yoğunlaşan tartışmalar ve sataşmalar Abdullah Avcı ve futbolcularını hem öfkelendirmiş, hem de aşırı biçimde motive etmişti.
Bu garip motivasyon, sahada daha çok koşan, daha organize oynayan, daha güvenli ve daha dinamik bir takım oluşturmuştu.
Olsun, o takım Milli Takım’dı, bizim takımımızdı, hepimizindi.
Estonya fizik gücüyle koşan, direnen bir savunma ekibiydi Saracoğlu’nda... Bizim takım oyunu rakip yarı alana yıkıp baskıyı kurunca savunma bölgemizde oluşan geniş ve boş alana kontratakla adam kaçırmaya çalıştılar. Ama 19. dakikada Burak’ı son adam olarak düşüren Jaeger kırmızı kart görünce direnişleri kırıldı.
Savunmada Gökhan ve Hasan Ali ile kanatlardan çıkıp bindiren, orta alanda Mehmet Topal ve Emre ile oyunu sürekli olarak ileri taşıyan Milli Takım, Arda’nın liderliğinde üst üste pozisyona girerek gol için geri sayıma geçiyordu. Burak Yılmaz ve Umut Bulut da gol için gereken her şeyi yaptılar. Pozisyona girdiler, şut attılar, rakip üzerinde anormal baskı kurdular.
Emre, Umut ve Selçuk’un golleri ustaca sergilenmiş güzelliklerdi. Hepsine

Yazının Devamı

Van Persie’nin golü de ders, rolü de!

12 Eylül 2012

Robin Van Persie, Euro 2012’de beklenmedik bir hayal kırıklığıyla “sıfır çeken” Hollanda Milli Takımı’nın yıldızıydı.
Takım arkadaşı Huntelaar’la birlikte ülkesinin en büyük gol umutlarıydılar.
En büyük eleştiriler de doğal olarak teknik direktörle birlikte golcüler üzerinde yoğunlaşıyordu.
Teknik Direktör Bert Van Marwijk görevi bıraktı. Yerine “hocaların hocası” olmayı çoktan hak etmiş Luis Van Gaal geldi.
Van Gaal, 2010 Dünya Kupası finalisti Hollanda’yı zor bir süreçte devraldı. Takımı yeniden yapılandırması, Brezilya’daki 2014 Dünya Kupası’na götürmesi, finale, en azından yarı finale çıkarması gerekiyordu.
Planlamasını yaptı. Kadroyu gençleştirecekti. Yeni bir heyecan, dinamizm ve enerjiyle kariyerinin en parlak takımını oluşturacaktı.
Zor işe Van Persie’den başladı...

Yazının Devamı

Bu eziyeti hak etmedik!

8 Eylül 2012

Hepsi de umut vaat ediyordu. Hepsi de inanılmaz derecede kötü bir oyunla hayal kırıklığının kahramanları oldular.
Türk Milli Takımı, Dünya Kupası elemelerine de eski alışkanlığı ile başladı.
Bir duran top, bir korner ve Van Persie’nin kafa vuruşuyla geriye düştü.
Sonrasında da ah’lar, vah’larla dolu dağınık, etkisiz, amaçsız, cesaretsiz ve ilkesiz bir oyun sergilediler.
Doğrusu böyle bir oyunu oynamaya hiç hakları yoktu. Yaşadığımız onca kötü olaydan sonra bir de milli maç eziyeti çektik.
Hayır, biz bunu hiç hak etmedik. Baş tacı ettiğimiz futbol, canımızdan çok sevdiğimiz futbolcular, bize bu kötülüğü yapmamalıydı.
Van Gaal’in Euro 2012’den sonra yeniden eski gücünü kazandırmaya çalıştığı Hollanda, bizim iyi bir günümüzde yenebileceğimiz bir takımdı dün. Ama dün çok kötü bir günümüzdeydik.

Yazının Devamı

Cami avlusundaki Selçuk

5 Eylül 2012

Yakın geçmişte, bugünkü kuşakların da şimdi yorumcu olarak tanıdığı Selçuk Yula’nın öyküsünü bilir misiniz ? Fenerbahçeli Selçuk Yula’nın... Onun macerası Şekerspor’da başladı. Rahmetli Selahattin Torkal tarafından Fenerbahçe’ye tavsiye edildi. Hiç unutmam, 80’li yıllarda Fenerbahçe, Ankara’da oynuyor. Teknik Direktör Ziya Şengül... Tribünde de Ali Şen’in, Almanya’dan bulup getirdiği Rausch var. Devre arasında Rausch, Şengül’e haber gönderdi: “Selçuk’u sokarsa, bu oyunla kazanır!” Öyle oldu. Sonradan Fenerbahçe tarihinde iz bırakan unutulmaz golcüler arasına katıldı. Şimdilerde yeniden gündeme gelen “Panenka penaltısı” var ya... Selçuk’un da kendine özel bir penaltı atış stili vardı. Sakin, yumuşak bir plase... Topa şiddetle vurmaz, abanmaz, teknik okşayışla, sade ve gösterişsiz yuvarlardı meşin yuvarlağı...
Sonradan yolları ayrıldı Fenerbahçe ile... Zorunlu bir Sarıyer macerası yaşadı. O günlerde Fenerbahçe kalesine kullandığı bir penaltı atışını unutamam. Golü attı, sevinmedi. Kabahatından utanan masum çocuklar gibi, başını önüne eğip yürüdü. Arkadaşları anlamıştı hüznünü, hiçbiri kutlamak için yanına gitmedi, ayıp olurdu. Fenerbahçe taraftarları da o penaltı kararına hiç

Yazının Devamı