Alex de Souza’nın basın toplantısı, hem spor tarihimize, hem de iletişim tarihimize kaydedilmesi gereken önemli bir olaydır.
Adı üzerinde fırtınalar kopan, tartışmalar, çatışmalar yaratan Brezilyalı futbolcu, Türkiye kariyerini kendine has duruşu ve açıklamalarıyla noktaladı.
127 dakika süren basın toplantısının, bırakın spor kanallarını ülkenin en ciddi haber kanallarının dahi kesintisiz canlı yayınla kamuoyuna aktarması unutulmaz örnektir. Hatırlayalım. Geçmiş yıllarda uzatmalarla 120 dakikada sonucu alınan finallerden sonra televizyon kanalları alelacele reklamlara geçer, kupa törenlerine, basın toplantılarına ve antrenör oyuncu açıklamalarına inanılmaz bir duyarsızlıkla boş verirlerdi.
Alex’e bunu yapamadılar. Araya reklam dahi almadan, siyaset ve ekonomi haberlerini girmeden non stop basın toplantısını yayınladılar.
Uzun konuşma ve başarılı tercümede Alex, yaşadığı gerçekleri abartmadan, araya duygusallık katmadan, öfkelenmeden, kimseyi aşağılamadan- incitmeden anlatmaya çalıştı.
O konuşmalardan anladık ki, öfkelendiği zaman esip gürleyerek önünde hiçbir engel tanımadan konuşan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, önceki yıl oynanan Young Boys maçından
Bu maç sahadakiler kadar saha dışında olanlar için de önemliydi. Fenerbahçe’de Alex, Beşiktaş’ta Quaresma her iki kulübün de yürek sancısıydı. Elbette teknik direktörler için de sahada olmayan adamların yarattığı sorunun aşılması gerekiyordu.
Fenerbahçe açısından... Alex’in gidişi elbette şık değildi. Yürekleri buran bir acıydı. Ama ayrılık kaçınılmaz, görüntü sevimsizdi. Öyle ya da böyle bir karar alınmış, uygulamaya konmuştu. Mönchengladbach maçı da şık sonucuyla en başta Aykut Kocaman, herkesin elini rahatlatmıştı. Küçük bir olasılık kalıyordu geriye... Beşiktaş karşısında işler ters giderse, tribün ahalisi, ince ve tiz çığlıklarla da olsa, nostaljiye başvurması sıkıntı yaratabilirdi.
Fenerbahçe hiç de sıkıntıya girmeden rahat başladı maça... Rahat oynadı, rahat attı, çok rahat kazandı!
Beşiktaş açısından... Peşpeşe alınan iki yenilgiden sonra Saracoğlu’ndaki derbi de kötü bir zamana denk gelmişti. Yönetim bir yandan zor koşullarla sıkıntı yaşıyor, bir yandan da Quaresma sorunuyla boğuşuyordu. Beşiktaş’ın sıkıntısı, gündemdeki sorunları bir türlü soğutamamaktan giderek büyüyordu. Beşiktaş’ta işler yönetimin değil, teknik direktörün yapacağı hamlelere kalmıştı.
Samet
Hayır, kimse kazadan söz etmesin artık. Galatasaray arızalı... Bu gerçekle yüzleşip hesaplaşarak, gerekli önlemleri alarak arızayı gidermek zorunda Fatih Terim... Arıza, savunma hattından başlıyor orta alanda devam ediyor, kanatlarda teklemelerle kendini gösteriyor ve hücumda zirveye çıkıyor.
Burak’ın Dede’nin gaflet anında ayağına düşürdüğü topu gole çevirmesi, bir an için hiç değilse skor tabelasında- arızanın giderildiği izlenimini yarattı. Ama yetmedi. Aksine, o dakikaya kadar işin hücum yönünde organize olamayan Eskişehirspor’a uyarıcı etkisi yarattı o gol!..
Arena’da konuk takımın Erkan Zengin’le attığı gol, her bakımdan unutulmaz bir ders niteliğindeydi. Muslera çeldi topu, Cris var, başka kimse yok... Top Eskişehirli’ye gitti. Vurdular, yine döndü... Dönene Erkan Zengin vurdu, çok rahat ve markajsız, golü yaptı. Beraberliği kaptı.
Fatih Terim, anlaşılan o ki Ujfalusi’yi çok arayacak. Tecrübeli Çek’in yerine alel acele alınan Cris, ağır... Dany’nin çabukluğuna ayak uyduramıyor... Partnerini yalnız bırakıyor. Öte yandan sağ ve sol bekler Eboue ile Riera da kademe zahmetine pek girmeyen, savunmadan çok hücum hevesleri gösteren oyunlarıyla disiplini de kaybettiler.
T
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, takımının Orduspor karşısındaki yenilgisini yorumlarken, “Orada bir iş kazası yaptık” demiş...
Arena’daki maça baktığımızda Galatasaray’ın Ordu’da kazaya uğramadığını, üst üste iki maçta da arıza yaptığını söylemek durumundayız. Üst üste kaza talihsizliktir, nadiren görülebilir. Ama arıza giderilmediği zaman, her defasında sorun çıkarır ve yolda kalırsınız.
Braga, bizim ligimizin en iyi takımı olarak kabul ettiğimiz Galatasaray’dan iki gömlek üstün olduğunu dün her haliyle gösterdi. Savunma yaparken, orta alanda oyun kurup mücadele ederken... Hücumda çok çabuk ve etkili ataklarla derinlemesine hareket ederken! Attıkları golde özellikle Eder’in Eboue ve Semih’in müdahalesine şans tanımadan Ruben Michael’e yaptığı asist canımızı acıttı ama ders niteliğindeydi. Biz koşan takım, koşu mesafesi filan diye istatistiklere kafayı takarken, eloğlu o ölçüleri çoktan aşmış, üstüne koyarak çok adamla hücum, çok adamla savunma işlevlerini bizim yetişemeyeceğimiz bir çabuklukla sisteme dönüştürmüş. Saygı duymalıyız.
Galatasaray’ın özellikle ikinci yarıda hırsla, enerji ve istekle hücum etmesine de saygı duyuyoruz ama, o hücumlarda hep yan ortalar, uzak
Alex de Souza... 105 yıllık Fenerbahçe tarihinin şimdilik son kurbanı.
Tıpkı Ajda Pekkan’ın şarkısındaki gibi... Kimler geldi, kimler geçti hayatından.
Sırada kim bilir kimler olacak? Kurban sunağına kimlerin kellesi konacak?
Yaşadıkça göreceğiz.
Üzüleceğiz, göz yaşı dökeceğiz, özlemle anacağız ve tıpkı futbolcuların yaptığı gibi, önümüzdeki kurbanlara bakacağız.
Futbolda endüstriyelleşen, betonla, tesisle, bütçeyle, hisse senediyle, kombine satışları ve transfer harcamalarıyla devleşip sayıları baş tacı eden dijital kültürde Alex de Souza da en azından istatistiklerin taç giydirdiği bir kral olarak sık sık karşımıza çıkacak, tahtından asla inmeyecek, indirilmeyecektir.
344 maçta 172 gol... Kolay değil, oynadığı her iki maçın birinde ağları havalandıran oyuncuyu unutmak, balık hafızalı toplumumuzda bile mümkün değil.
Kurnazlık, aklın fırsat bulduğunda saptığı aykırı bir yoldur... Her türlü gevezeliği yapar, önce laf, sonra kafa karıştırır, yarattığınız o karmaşada fırsatı bulup hedefe ulaşırsınız.
İnönü’deki maçın golü de Sivasspor’un takımca sergilediği kurnazlıkla geldi.
Mete Kalkavan, adımlarıyla sayarak Beşiktaş’ın kullanacağı serbest vuruşta Sivasspor barajının bulunacağı 9.15 m’lik mesafeyi gösterdi. Beşiktaşlı futbolcularla Sivassporlular dakikalar süren bir baraj yeri tartışmasıyla itişip kakıştılar. Mete Kalkavan’ın her uyarısında Sivasspor yeni bir baraj tartışması yaratıyordu. Resmen kaldırım esnaflığı yapıyorlardı. Kalkavan, sonunda Eneramo ve Erman Kılıç’a sarı kartları gösterdi... Ama 9.15 baraj mesafesi de bozulmuştu bu arada...
Beşiktaş Almeida ile kullandı serbest vuruşu. Barajdan döndü. Uğur Boral içeri çevireyim derken Fernandes’in suratına vurdu topu. Aatif Chahechouhe, meşin yuvarlağı kaptı ve çaresiz Hilbert’in neredeyse penaltıyla sonuçlanacak çırpınışlarından kurtulup golünü atıverdi. Bu gole elbette şapka çıkarırım. Çalışılmış, kotarılmış bir fırsat yarattı Sivasspor... Hepsinin ayaklarına sağlık!
Ama o gol öncesi, sahneye koydukları baraj tartışması, bir
Trabzonspor Teknik Direktörü Şenol Güneş sormakta haklı: “Fenerbahçe şampiyonsa, Şampiyonlar Ligi’ne niye gitmedi? Biz şampiyon değilsek, Şampiyonlar Ligi’ne niye katıldık?”
Yanıtı verilmezse, daha bin yıl vicdanları kanatacak, hesabı hep açık tutacak bir soru bu.
Ancak, bu sorunun temel yanıtı verildi. TFF, 2010-211 sezonunun tüm lig ve kupa sonuçlarını tescil etti.
Şampiyon Fenerbahçe... Lig ikincisi de Trabzonspor!
3 Temmuz sürecinde hem sportif hem de adli yargılama elbette kafaları karıştırdı. Kamu vicdanı en azından ikiye bölündü. Tartışmalar, mağdur, mazlum söylemleri gündemi işgal etti.
Sportif yargı, olabildiğince çabuk davranıp elindeki dosyaları değerlendirdi. TFF etik,disiplin ve tahkim kurulları, şike ve teşvikle ilgili çabaların, iddiaların, bulguların sahaya yansımadığına karar verdi. O kararlar onaylandı. Sportif hukuk, son sözünü söyledi.
Çorak ve kurak bir maç izledik. Evet, iki takımın da sakatları vardı, iki takım da bu nedenle kazanma hamleleri yerine direnme tedbirleri aldılar. Hücum etkinliğini “fırsatlara” bırakıp savunma disiplinini öne çıkardılar.
İki teknik direktörün de dakikalar ilerledikçe beraberliğe razı olduklarını düşünmeye başladık. Malum ya, “yenemiyorsan yenilme” diye bir doktrin oluşturuldu futbolumuzda... Futbolcular da bu doktrine çok çabuk uyum sağladılar, hakçası!
Savunmacıları kendi disiplinleri ile baş başa bırakıp orta alanlara, ileri uçlara bakalım.
Fenerbahçe’de Mehmet Topal, düşük standartlı oyun ortaya koydu. Tutucu ve durağan haliyle geri dörtlünün öndeki bekçisi gibiydi. Asıl merak ettiğimiz ise Meireles’ti. Onun gibi yüksek standartta mücadelelerin içinden gelen, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayan bir oyuncunun orta alanda dün yaptığından fazlasını beklerdik. Hayır, hücum oyununa şutlarıyla filan katılmadığı gibi, Fenerbahçe’nin hücum ayaklarına bir iki top atıp kontağı kapadı. Mehmet Topuz ve Stoch’un da kanatlarda bekleri Gökhan ve Hasan Ali ile işbirliği yapmadan, kendilerini zorlamadan vakit geçirdiklerini gördük.
Alex de tüm iyi niyetine rağmen, istediği