Alkışlar hepinize!

28 Mart 2010

Beşiktaş’ın yaşadıkları, acaba pişmiş tavuğun başına gelmiş midir? Tıpkı eski Türk filmleri gibi... Aşk, macera, heyecan... Dram, trajedi, komedi... Ümit ve endişe... Kahır ve neşe... Hepsi iç içe!
Bir gün önce Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki gibi erken bir golle açıldı maç... Şu farkla ki orada ev sahibi, şampiyon adayı konuğuna atmıştı golü... İnönü’de ise şampiyon adayı ev sahibi, konuğundan yedi darbeyi.
Sonra tıpkı bir gün önceki gibi ikinci şok dalgası... Hem de Ernst’in yaptığı bir penaltıdan.
İki golde de kahraman, Ümit Karan!
Beşiktaş’ın rüyaları da hayalleri de bir kâbusa dönüşüyordu... Kendi stadında kendi taraftarı önünde böyle bir trajediye mahkum olunabilir miydi ?
Önce Mustafa Denizli itiraz etti... İbrahim Toraman’ı sağbekten alıp orta alanda Ernst ve Fink’in ortaklığına atadı. Ekrem’i sağbeke aldı.
Sonra futbolcuların isyanı sahnelendi. En başta kaptan İbrahim Üzülmez’in isyanı... İbrahim Toraman’ın başkaldırışı... Ekrem’in, Sivok’un, Ferrari’nin karşı çıkmaları... Skoru reddedip değiştirmek için olağanüstü çaba gösterdiler. Takım halinde, bir bütün olarak. Ferrari’nin ilk golde, Ernst’in penaltıdaki bireysel hatalarını çabuk unuttular. Rüştü de her zamanki

Yazının Devamı

Yeter artık!

24 Mart 2010

Yeniden eski yıllara döndük... Fenerbahçe Spor Kulübü ile Türkiye Futbol Federasyonu arasında yaşanan soğuk savaş yıllarına.
O günlerde TFF’nin başında Haluk Ulusoy vardı, Fenerbahçe’nin başında da Aziz Yıldırım.
Aziz Yıldırım bugün hem Fenerbahçe Spor Kulübü’nün, hem de Kulüpler Birliği Vakfı’nın başında.
Fenerbahçe ile Türkiye Futbol Federasyonu arasında yeniden soğuk savaş başladı.
Taraflardan biri, Fenerbahçe, hem hakemlerden, hem kurullardan hem de kurumdan (TFF) şikayet ediyor. Olabilir. Ortada bir sürü iddia ile kendi çözüm tezlerini ifade ederek sportif bir tavır takınabilirler.
Hayır, öyle yapmıyorlar...
Çatışmayı, karşılıklı restleşmeyi, koridora inerek hakeme fırça atmayı, hakemlerin masum hatalarından değil, “düşmanca” tavırlarından söz etmeyi tercih ediyorlar.

Yazının Devamı

Timsah’ın yükselişi

23 Mart 2010

Ligin güzelliği burada. Her takım, her takıma kafa tutabiliyor. Dün hezimete giden yoldan 75. dakikada geri dönüp maçı maç haline getiren Denizlispor gibi!
Bursaspor, uzun zamandan beri ilk kez üç genç starı Volkan Şen, Ozan İpek ve Sercan Yıldırım’la kendi evinde “üçü bir arada” gol gösterisine çıkıyor. Taraftar koro halinde takımının yanında... Tarihi birlikte yazma arzusu tribünlerde keyif ve şenlik yaratıyor. Ertuğrul Sağlam’ın “sağlam ekibi”, defansından başlayan hücum zenginliğiyle saldırıyor.
Ali Tandoğan örneğin, takımın yaşlı ağır abisi olarak oyunun beyinlerinden ve liderlerinden biri. Tüm duran topları o kullanıyor. Kornerleri, frikikleri ustalıkla kullanıyor. Sağ kanatta Volkan Şen’in arkasında görünüyor ama, ikisi mekik gibi çalışıyorlar. Ömer Erdoğan ve genç İbrahim’le Mustafa Sarp da öyle. Yerinde duramayan, sürekli oyuna katılan, topu ileri taşıyan ve orta alanı zenginleştirip hücuma katkı sağlayan akıllı ayaklar bunlar...
Kaleci İvankov da biliyor, golün ne olduğunu... Zaten dünyanın en skorer kalecilerinden biri. İkinci golde Volkan Şen’i zekice görüp topu O’na atıyor. O da derin bir pasla Sercan Yıldırım’a... Gerisi, gösterinin golle, golün gösteriyle

Yazının Devamı

Rijkaard’ın çöktüğü gün!

22 Mart 2010

Futbolseverler bu maçı “Rijkaard’ın çöktüğü gün” olarak hatırlayacaklardır. Parıltılarla dolu kariyerinin en karanlık gününü Trabzon’da yaşadı Hollandalı.
Avni Aker’e çıkardığı on bir hatalı, geriye düştükten sonra yaptığı hamle yanlış ve yetersizdi... Dahası, Keita ve Dos Santos’u yanlış kanatlarda oynatarak da takımın kimyasını bozdu.
Şenol Güneş’e bakarsak... Trabzonspor’a en sıcak, en parlak gününü yaşattı dün... Takımın tümünü topun arkasında tutarak, top bölgesinde çoğaltıp kalabalıklaştırarak, beşli orta alanıyla hem defansa, hem de hücuma sürekli katkı yaptırarak inanılmaz bir taktik ustalığı sergiledi.
Skoru belirleyen olay, tıpkı Beşiktaşlı İbrahim Kaş’ın Kasımpaşa maçında ikinci golle sonuçlanan bireysel hatası gibi genç Emre Güngör’ün, savunmadan çalımla çıkma hevesinden kaynaklandı. Colman çaldı topu... Ayağına gelen kısmeti tepmedi.
Oyun başlarken, sadece Arda değildi eksik olan. Görüldü ki Rijkaard, ağırlığından ve Neill’le uyumsuzluğundan yakındığı Servet’i de almamıştı on bire... Hesapta Emre Güngör’ün çabukluğundan yararlanacaktı. Yarar umduğu çocuktan zarar gördü... O kaza golünün ardından Emre belki de en az üç golü kale ağzından çevirdi ama neye yarar!
Had

Yazının Devamı

Sağlam, Olimpos’a çıkar mı?

17 Mart 2010



Bugün futbola mitolojik bir pencereden bakmak istedim...
Pegasus ve Bellerofon’un öyküsünü anlatacağım size...
Kaynaklara bakarsanız, öykünün farklı versiyonları var.... Ben yıllar önce Halikarnas Balıkçısı’ndan dinlediğim, ondan okuduğum öyküyü aktarayım.
Pegasus, bildiğiniz kanatlı at, yedi sanat perisi müz’lerden biri tarafından beslenip büyütülmüştü... Öteki atlar dağ, bayır, rahvan ya da tırıs koşarken, bizimki uçuyordu.
Günün birinde Bellerofon’la tanıştı. İyi arkadaş oldular. Bellerofon, Olimpos’ta “nektar” içip “ambrossia” ile beslenen ve bu yüzden ölümsüzlüğe erişen tanrılara çok öfkeliydi... “Biz insanlar, onca çaba, emek ve çile ile ayakta durmaya çalışırken, onlar yan gelip yatıyorlar. Bu kaderi değiştireceğim. Bana yardım et!” dedi. Planı, nektar ve ambrossiayı çalıp insanlara dağıtmaktı.

Yazının Devamı

Ellerine sağlık

16 Mart 2010

Rüştü, yorgun ve ağırlaşmış haline rağmen inanılmaz reflekslerle şimşek gibi şutları yıldırım hızıyla yumrukladı, sıçradı çeldi, ellerinde eritti

Skor tabelasına bakıp golcüyü alkışlamak kolay. Holosko’yu kutlayalım ama yılların eskitemediği kaleci Rüştü’yü de ayağa kalkıp alkışlayalım.
Ellerine sağlık Rüştü...
Dün Denizlispor karşısında ustalıkla yer tuttu. Yorgun ve ağırlaşmış haline rağmen inanılmaz reflekslerle şimşek gibi şutları yıldırım hızıyla yumrukladı, sıçradı çeldi, ellerinde eritti.
Kariyeri boyunca sık sık dramatik olayların kahramanı olan Rüştü kırılmadan, küsmeden, eğilip, bükülmeden ve kimseye kin tutmadan işini yapıyor sadece. Ve en iyi biçimde yapıyor...
Her şeyi ile saygıyı hak ediyor.

Yazının Devamı

Sen neymişsin be Alex!

14 Mart 2010

Sen neymişsin be Alex! Varlığın da dert, yokluğun da... Sen sahadayken herkes asist bekler, duran top bekler, gol bekler... Olmayınca alışılmış ezberler... Pres yapmadığın, koşmadığın, takımın yükünü paylaşmadığın anlatılır durur.
Bir kırmızı kart gördün, yine bozuldu Fenerbahçe’nin kimyası. Daum’un da tek ezberi var, senin üzerine. Sen yokken de senin oynadığın pozisyona bir adam koyarak tek forvetli oynadı dün.
Vallahi çözemedim... Acaba Mehmet Topuz mu oynuyordu, yoksa Deivid mi senin yerinde? İkisi de öyle yer kaybettiler, öylesine oyun dışında kaldılar ki, senin yerin fizik olarak da boş kaldı.
Bu oyun anlayışıyla ancak seni özleyebilir, senin etkinliğini ve büyüklüğünü arayabilirdi Fenerbahçe... Vekillerin sana vekalet edemiyordu. Misyonun da vizyonun da toz oluyordu.
Oysa klasik 4-4-2 ile oynayabilirdi Daum... Bunu yapmadı... Emre’ye daha çok inisiyatif vererek, ama aynı zamanda kanatları çalıştırarak. Orta alanda hem ofansif, hem de defansif bir boğuşmayı planlayabilirdi. Yapmadı!...

Daum sabırla izledi
Gençlerbirliği de orta alanda top çalarken, ayağa paslarla hücuma çıkarken iyidi ama onlar da Mustafa Pektemek’i güzelim gol pozisyonlarına dönüşecek fırsatlarda

Yazının Devamı

Coşkulu ve kararlı!

11 Mart 2010

Büyükşehir Belediye sürekli çalışıyor, Büyükler’e ceza kesiyordu. Netameli bir rakipti Havuçlar! Beşiktaş, sezonun açılış maçında golü bulmuş, iki dakika sonra da yemişti. Abdullah Avcı’nın takımı, zirve iddiası taşımamasına rağmen, zirvedekilerin sürekli baş ağrısıydı.
İnönü’deki erteleme maçı da rövanşı baş ağrısına dönüştürecek bir sürü nedenle başladı. Öncelikle kendi taraftarının zaman zaman ters tepen baskısı, gündüz maçında Bursaspor’un, Kasımpaşa’yı kolayca geçerek hatırı sayılır bir avantaj elde etmesi ve de Ernst’in yokluğu!
Maç başladığı zaman gördük ki Beşiktaş tüm baş ağrısı bahanelerini silip atmış, sezon başından beri pek az görülen iştah, enerji ve coşkuyla İnönü’ye “kesin kararlı” gelmişti. Denizli’nin savunma garantilerini pekiştiren İbrahim Toraman, Fink ve genç Necip’le oluşturduğu orta alan, Holosko, Bobo, Tello ile örülü ileri uç, inanılmaz yardımlaşma ve dayanışma ile oynuyordu. Denizli maç içinde başlangıç formatını sık sık değiştirerek, Ekrem, Toraman ve Tello’yu satranç tahtasındaki fil, at, vezir gibi kullanıyor, Abdullah Avcı’nın dirençli, mücadeleci oyuncularına karşı sürekli kafa karıştırıp hamle üstünlüğü sergiliyordu. Genç Necip’in, Beşiktaş adına

Yazının Devamı