<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hayır, skor tabelası gerçeğin tam karşılığı değil... Güngören'deki zirve buluşmasının galibi, Aykut Kocaman ve istanbulspor oldu. Beşiktaş, bin türlü mali zorlukla boğuşan, uçaktan otobüse dönmek zorunda kalan, kadro sıkıntısından bunalan ama kaya gibi sağlam durup örnek bir dayanışma oluşturan İstanbulspor karşısında ne kadro zenginliğinin karşılığını alabildi, ne de beklenen futbolu oynayabildi. Güngören'deki "müflis ev sahibi", zengin konuğunu futbolun asaletiyle ağırladı. Oyunu baştan sona kendi kişiliğiyle taşıdı, kan kusarken kızılcık şerbeti içtiğini gösterdi ve başını eğmeden uğurladı.
Ev sahibine bakalım önce... Petkov'un Fenerbahçe'ye gidişinden sonra Aykut Kocaman'ın ekibi belliki sıkıntıya düşmüştü. O nedenle sol kanatta dörtlü defansın ucunca Faruk'u yerleştirirken, orta alanda görevi Yordanov'a vermişti Kocaman... Yine de aksaklığı önleyemiyordu... Oyunun ilk 20 dakikalık ısınma - yoklama aşamasından sonra Yordanov, içeri kaçmaya, alıştığı yerde hücuma destek vermeye başladı... Onun sol kanatta terkettiği görevi de vekaleten Saidoo üstleniyordu... Hayır, kulübenin direktifiyle değil, artık unutmaya başladığımız takımdaşlık duygusuyla! Cem Can,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ya Beşiktaş'ın ya da Luce'nin kaderi bu... Lazio önünde yine hayal kırıklığı, yine hüsran yaşadılar. Şampiyonlar Ligi açılışında Beşiktaş, İtalyan rakibinin çabukluğuna ayak uyduramadı. Orta alan ve savunmada gördüğü baskıyı aşamadı. Üçer forvet değiştirmesine rağmen Lazio kalesinde bir delik açamadı.
Beşiktaş'ın dünkü kurgusu, tıkanıklık, yetersizlik ve etkisizlikle bir anda kırık hayallere dönüştü. Şimdi oyunun analizini yapmaya çalışalım:
Bugüne kadar lig maçlarında oyunun ağırlığını taşıyan, hem savunmayı hem oyun kurmayı üstlenen Zago, Ronaldo ve Ahmet Yıldırım üçlüsü, Lazio'nun hücumda ve orta alanda kurduğu baskı yüzünden rahat top kullanamadı. Sık sık alan ve zaman darlığından sıkıntıya düştü. Hatalar yaptı. Orta alanda Tayfur ve Giunti çok çalıştılar, ancak Conceiçao, Albertini, Stankoviç ve Favalli'nin ezici baskısından kurtulamadılar. Tümer ile Pancu tüm çabalarına karşın İlhan'ı ceza alanında topla buluşturamadı. İlhan topla ilk ve son kez 54. dakikada buluşup bir kafa vuruşu yaptı ama, nafile! Lucescu 56. dakikada İlhan'ın yerine Sergen'i, Tümer'in yerine Ahmed Hassan'ı aldı. Ancak değişen bir şey yoktu. Sergen'in tek frikik atışı dışında
<#comment>#comment>
Türkiye Futbol Federasyonu'nun, Ali Sami Yen Stadı yıkım sürecine girdikten sonra 11 Ekim'deki Türkiye - İngiltere maçını, Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'na alması, ilk bakışta stratejik bir karar olarak görünüyor.
Bunun birkaç nedeni var; tribünleri, soyunma odaları ve ofisleriyle dörtte üçü yenilenmiş, atletizm pisti de olmadığı için seyirci ile oyuncuların iç -içe yakınlığı sağlanmış 55 bin kişilik bir stadda - konuk seyirci de gelmeyeceğine göre - oynamak, elbette ev sahibi takıma büyük bir avantaj sağlar.
Bu bakışla TFF, 11 Ekim maçı için Milli Takım'ı yepyeni bir silahla donatmış, Şenol Güneş'in ekibine fazladan el bombaları dağıtmıştır. Ulusoy - Yıldırım soğukluğunun bu seçimle giderilme şansını hesap edenler de vardır elbet.
Bu seçimin rizikolarını da görmek gerekir.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Beşiktaş'ın bu yılki sloganı belli: "İster oyna, ister oynama, üç puandan uzak kalma!"
Malatyaspor gibi zor bir misafire karşı İnönü'de yine Lucescu'nun öncelikli savunma ilkeleriyle oynadılar. Malatyaspor'un Hanifi, Fazlı ve Atilla Birlik'le oluşturduğu hücum arayışlarını Zago, Ronaldo ve Ahmet Yıldırım'la oyun boyunca kontrol altında tuttular. Orta alanda Tayfur ve Giunti ikilisi savunma duvarının önünde ayrı bir barikat oluşturuyordu. Yine de skor tabelası konuk ekip tarafından kullanılmaya başladı. Mert'in kullandığı faul atışını kafa ile tamamlayan Beşiktaşlı eski Atilla Birlik, Cordoba'nın vekili genç Ramazan'ı gafil avladı. Yenik duruma düşen Beşiktaş'ta panik durumu oluşmadı yine de... Malatyaspor baskılarını devam ettirdi ama maç sonuna kadar ciddi bir gol pozisyonu bulamadı. Çünkü Beşiktaş vermiyordu, bırakmıyordu!
Beşiktaş için rakibi durdurmak, sindirmek iyi de, bu çatışmadan ve didişmeden futbol zevki almak için çok beklemek gerekiyor. Gerçi, golden altı dakika sonra Ahmed Hassan beraberliği sağladı. Beşiktaş öne geçmek için de fazla sıkıntı çekmedi (Sergen Dk.48)... Ama oynanan futbolun keyif yanı çok doyurucu değildi.
Lucescu klasik
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Trabzospor Başkanı Özkan Sümer, Trabzonspor - Fenerbahçe maçında çıkan olaylar sonrasında Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'nun verdiği Fenerbahçe'nin sahasını bir maç kapatma cezasının Tahkim Kurulu tarafından iptal edilmesi üzerine istifa etti.
İstifa kararı, biliyorsunuz günlerdir tartışılıyor. Bu tartışmanın dürüst ve ilkeli bir mantığa oturduğunu, en azından hukuk bağlamında irdelendiğini söylemek o kadar kolay değil.
Özkan Sümer, ortada bir suç işlendiğini, ne hikmetse hiçbir tarafın - komik para cezaları dışında - cezalandırılmadığını öne sürerek istifa etti. Bu istifa bir anlamda sisteme itiraz, baş kaldırmadır.
Ama görüyorum ki gerek medyadaki dostlarımız, gerekse kulüp yöneticileri, istifayı önemsizleştirmek, basitleştirmek ve sulandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İşi iki kulüp rekabetinin dar kulvarına sokmak isteyenler, Sümer'in özellikle transfere dayalı başarısızlığını (!) örtmek için bir kaçış planı uyguladığını söyleyenler, ucuzundan duygusallığa yoranlar da cabası!
Hayır, o kadar basit ve kolay bir istifa değil bu!
Sümer, sistemin sorgulanması gerektiğini, yozlaşmanın giderek tırmandığını anlatmak istiyor ama kimse
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Artık kafalar rahat... Okyanusu düşünürken derede boğulmak gibi her zaman akılda tutulması gereken küçük olasılıklar dün devre dışı bırakıldı. Milli Takım'ın yıllar önce Lüksemburg gibi çok zayıf bir ekip karşısında 3 - 0 yenildiğini, Piontek döneminde San Marino'ya golsüz beraberlikle takıldığını anımsarsak, Liechtenstein maçının mide bulandırdığını, kafa karıştırdığını düşünebiliriz.
Şenol Güneş, futbolcularını da, kamuoyunu da ciddiyete davet ederek bu küçük olasılıkların sıfırlanmasını talep etti. Evet, üç gollü galibiyet bu isteğin net biçimde karşılandığını, küçük derenin hiç ıslanmadan geçildiğini gösteriyor. Şimdi derbilerden, Şampiyonlar Ligi'nden zaman kalırsa futbolcularımız elbet son randevuya, İngiltere maçına yoğunlaşacaklar.
Zayıf rakip karşısında Alpay ve Bülent'i geride bırakarak bir tür 2 - 6 - 2 versiyonu ile oynadı Milli Takım... Özellikle kanatlarda çifte silah kuşandılar. Solda Bülent - İbrahim, sağda Ümit - Okan ikizleri oyunu gerçek bir baskıya dönüştürdü. Tugay ve Tümer'in de ortadan katkılarıyla pozisyon aradık. Ancak üç gole rağmen ürettiğimiz pozisyonlar böyle düşük standartlı bir rakip karşısında yine de yetersizdi. Maçın en
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İstanbulspor yenilgisinin bir iş kazası olduğunu yazdığım zaman dudak büken dostlar şimdi ne düşünüyorlar bilemem ama, hep birlikte görüyoruz ki Fenerbahçe futbol takımı - tüm eksiklerine rağmen - ligin seyir zevki en yüksek futbolunu oynuyor. Pozisyon zenginliği, bireysel beceri örnekleri artık Fenerbahçe'nin tüm maçlarını kapalı gişeye çevirir... Fenerbahçe de kazanır, deplasmana gittiğinde rakipleri de.
Servet ve Petkov'un son gün transferleri de savunma eksiklerini gidermekle kalmayacak, takım içinde yeni alternatifler yaratacaktır. Daum'un bu alternatifleri çok iyi değerlendireceğini düşünüyorum.
Futbol takımı böylesine keyifli bir yolculuk yaparken, yönetimin de sadece transfer ataklarıyla değil, başka güzelliklerle de takıma eşlik etmesi gerekir.
Aziz Yıldırım ve arkadaşları, yıllardan beri inatla sürdürdükleri federasyona karşı soğuk ve küskün tavıra artık bir son vermelidir. Yıldırım'ın Haluk Ulusoy'u yok sayan davranışları, ne kendisine ne de Fenerbahçe'ye yakışıyor... Küçük bir barış adımı, olası birçok gerginliği ortadan kaldırır. Trabzonspor kulübüyle bozulan ilişkiler de İstanbul'daki rövanşa kadar mutlaka düzeltilmelidir... Başkanın
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Lucescu bu... Oyunu savunmaya dayandırıp, tümüyle kontrolü altına almak temel alışkanlığı... Hücum düzenine değişik taktikler, çeşitlemeler yapmak, oyunu kadro zenginliği ile şova dönüştürmek onun işi değil... O nedenle Beşiktaş'ın oyununda sürprize rastlamıyorsunuz... Sanki sonu belli bir filmi seyretmeye gidiyorsunuz...
Yine de, Denizli deplasmanında bir sürpriz yaptı Lucescu... Sergen'siz, Tümer'siz, Zago'suz, Ahmet Dursun'suz bir on birle başladı maça...
Orta alanda Kaan Dobra, Tayfur, Giunti ve İbrahim klasik oyunlarını oynarken, ileri uçta Pancu - Ahmed Hassan ve Sinan üçlü forvet görüntüsü verdiler. Gerçi bunlardan biri orta alanın önünde, hücumda ikilinin arkasında görev alacaktı ama, Beşiktaş'ta çok sık görüldüğü üzere, üçü de forvet hevesine kaptırdı kendilerini... Beşiktaş, Kaan Dobra ile golü erken buldu. Bu golde, son haftaların formda oyuncusu İtalyan Giunti'nin derin pasındaki zekaya ve görüşe saygı duymak gerekiyor. Sonraki goller futbolun cilvelerinden doğdu. Beşiktaş - Denizli mücadelesi, konuk takımın daha etkili olduğu, ancak ev sahibinin de sık sık pozisyon bulduğu bir maç olarak sergilendi. Beşiktaş savunması Zago'nun oynamadığı