Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bu öykü geçen yıl yaşandı... Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Rıdvan Dilmen’in de bulunduğu bir yemek sohbetinde gelecek vaadeden, başarılı genç futbolculara gereksinim duyduklarını anlatıyordu.
Rıdvan Dilmen, heyecanla söze katıldı :
"-Başkan haklısın... Bak mesela Adanaspor’da Volkan diye bir delikanlı var... Pres, markaj, hücumda ve savunmada çabukluk, müthiş güçlü... Bu çocuk geleceğin yıldızı olacak... Üstelik, sezon sonunda bonservisi de elinde... Şunu bir izlettirin, kârlı çıkarsınız."
Konuşan Rıdvan Dilmen olunca, Aziz Yıldırım boş durur mu? Hemen sofradan, cep telefonuyla Oğuz Çetin’i aradı... Rıdvan’ın anlattıklarını aktarıp "Şu çocuğa bir bakın" dedi... Bir süre sonra Oğuz’un Rıdvan’la aynı yargıyı paylaşmadığı ortaya çıktı...
Aradan bir süre daha geçti, Galatasaray İkinci Başkanı Ali Dürüst, teknik direktöre bir öneride bulundu: "Adanasporlu Volkan, elinde bonservisi ile serbestmiş... Hoca, istersen hemen alalım!"
Fatih Terim’in de tıpkı Oğuz Çetin gibi bu öneriye dudak büktüğü görüldü.
Volkan, 2002-2003 sezonuna Kocaelispor formasıyla girdi...
Rıdvan Dilmen’in "elinde bonservisiyle hazır futbolcu" olarak tanımladığı Volkan Arslan, bugün Galatasaray’da... Sezon başında onun alınması önerilerine dudak büken Fatih Terim’in de isteğiyle ocak transferinde 1 milyon dolar maliyetle Kocaeli’den Florya’ya taşındı...
Şu farkla ki, Galatasaray aradaki altı aylık gecikme için en az 500 bin dolar fazladan ödeme yapmak durumunda kaldı.
Futbol aleminde "İmparator" unvanıyla onurlandırılan Fatih Terim ve Oğuz Çetin’in Volkan konusundaki değerlendirmelerine de "emperyal yanılgı" demek, artık herhalde yanlış olmaz!
İmparatorlar da insandır.. Hata yaptıklarını kabul etmeseler de hata yaparlar!

Gazetecilikte "takıntı", kötü bir meslek hastalığıdır. Gerçekleri görmenizi, kabul etmenizi engeller... Düşüncelerinizi açıklarken, savunduğunuz tezleri zaafa uğratır.
Son haftalarda sıkça takıntı örnekleri görmeye başladım...
Bu takıntılar, özellikle Mircea Lucescu üzerinde yoğunlaşmaya başladı...
Lucescu’nun zevksiz ve renksiz futbol oynattığı, beraberliklere razı, savunma tedbirleriyle hücum yaratıcığından ödün veren bir anlayışa sahip olduğu, hizmetinden yararlanan futbolculara da taraftarlara da felsefi anlamda çile çektirdiği, en önemlisi korkaklığı(!) vurgulanıp durdu...
Hele Galatasaray’dan sonra Fenerbahçe’yi de rakip sahada yendi ya Beşiktaş, adam sanki suç işledi...
Bir zamanlar Mustafa Denizli, daha sonra Fatih Terim takıntısı vardı dostlarımızın, U dönüşü yapmak zorunda kaldılar... Sonra Şenol Güneş takıntısı geldi gündeme... O takıntı da Dünya Kupası’ndaki üçüncülükten sonra UEFA sitesindeki "yılın teknik direktörü" oylamasıyla vicdanlara takıldı.
Lucescu’ya gelince...
Onunla ilgili en soğukkanlı değerlendirmeyi Milliyet’teki dünkü yazısıyla Mehmet Demirkol kardeşimiz yaptı :
"-Lucescu ile ilgili tespitten çıkan yorum doğru değil... (Çünkü korkuyorsun) (diyorlar)... 28. dakikadan bitime kadar Fenerbahçe’nin pozisyonu yok. Beşiktaş’ın 1 golü, verilmeyen iki penaltısı, dört pozisyonu var...
...Biz hâlâ bu olup bitene korkaklık diyelim... Ne demeli? Keşke Türkiye’de herkes bu kadar korkak olabilse!"
Eline sağlık Mehmet... Takıntısız özgürlüğünü alkışlıyorum!

Trabzonspor’da Başkan Özkan Sümer ile Teknik Direktör Samet Aybaba’nın aralarındaki çekişmeye ve görüş ayrılıklarını ifade biçimlerine bayılıyorum doğrusu...
Aybaba Efes Cup’ın kazanılmasıyla vaadedilen 70 bin dolar tutarındaki primin futbolculara verilmediğine tepki gösterince Başkan açıklama yapıyor: "Biz teknik dörektöre çalışmalarında müdahale etmiyoruz. Teknik direktör de yönetimin parayı nereye harcayacağına karışamaz!"
Aurellio konusunda da ters düşüyorlar...
Sümer, menajerleri aracılığıyla Beşiktaş’la dans eden Aurelio’nun kulüple ilişkisinin kesilebileceğini açıklıyor.
Aybaba’dan yine bir endirekt vuruş geliyor:
"Benim Aurellio ile hiç bir sorunum yok... Ondan ikinci yarıda da yararlanmayı düşünüyorum."
Şimdi hakça düşünelim bakalım... Bu görüş farklılıkları ya da sürtüşme, başka kulüplerde yaşansa ne olurdu?
Yönetimle teknik direktör yol ayrımına gelirdi...
Trabzonspor’da böyle bir sorun yok.
Karadenizliler’e özgü inatla yine Karadenizliler’e özgü hoşgörü, kişilikli adamların ağzından böyle sergileniyor işte...
Elbette burada kulüp başkanının da "teknik direktör" aidiyetini unutmamak gerekir...
Zıt konuşsalar da birbirlerinin dilinden anlıyorlar.

Portekizli Abel Xavier’in sarıya boyattığı saçları ve sakalıyla mitolojik Tanrı Zeus’a özendiği yazılıyor İngiliz basınında...
Galatasaray’ın yeni futbolcusuyla ilgili bu iddialara en gerçekçi yanıtı bir İngiliz futbol adamı vermiş:
" - Doğrusunu isterseniz, Zeus’u tanımadığım için Abel’in onu taklit ettiğini söyleyemem!"
Biz yine de mitolojik metinlerden bildiklerimizi yazalım:
Tanrılar Tanrısı Zeus, Olimpos Dağı’nda nektar ve ambrossia ile beslenir, ölümsüzler dünyasında karısı Hera ile sık sık kavga eder, onun kıskanç göz hapsinden kurtulmak için olmadık marifetler sergileyerek çapkınlıklar yapardı. Hatta bir defasında İo adlı bir ölümlü dilbere gönlünü kaptırınca Hera küplere binmiş, İo’yu inek kılığına sokmuştu. Zavallı kız başına gelenlere öyle çok ağladı ki, gözyaşları iki denizi birleştirdi. Bugün o su yoluna Bosphorus diyoruz... Yani inekyolu... Yani bizim İstanbul boğazı...
Bu öyküden yola çıkarsak...
Hoşgeldin Abel Xavier...
Bizim ülkemizde tam 23 adet Olimpos dağı vardır, biir...
Her ülkede olduğu gibi burada da bol bol İo’lar bulacaksın, ikii...
Yine de Hera’nın öfkesinden kendini koru, üüç!
Bosphorus ve Dardanel bize yeter, yeni su baskınlarına neden olma, dört!