Türkiye Ligi’nin ikinci bölümüne hazırlanırken, takımlar fizik , teknik ve taktik değerlerin geliştirilmesi için yoğun çaba sarfettiler.
Yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle bu çabalar transfer derinliği de kazandı. Bir yandan eldeki oyuncuların toplam kalitesini arttırma çalışmaları, bir yandan yeniden yapılanma...
Ligin ikinci bölümünde bazı takımları çok farklı mönülerle izleyeceğiz. Fenerbahçe ve Galatasaray , kadrolarındaki yenilenmelerle seyirciye çok değişik futbol lezzetleri sunacaklar.
Bu lezzetler, futbol anlamında gerçek bir damak tadı yaratabilir mi ?
Yanıtlanması gereken önemli bir soru bu. Çünkü damak tadını oluşturmak sadece fizik , teknik ve taktik değerlere bağlı değil. Takım kimyası denen kavramı da unutmamak gerekiyor.
Nasıl bir damak tadı?
Revivo ‘yu, Rapajç ‘i, Oktay ‘ı göndermiş Fenerbahçe’nin, Bestnatschik , Kemal ve (imzayı attırabilirse) Rebrov ‘la nasıl bir damak tadı yaratabileceği bilinmiyor. Felipe ‘yi, Christian ‘ı, Almaquer ‘i, Sarr ‘ı elden çıkarıp Revivo , Lukunku , Suat ve Abel Xavier ‘le yeniden mutfağa giren Galatasaray’ın da bize nasıl bir lezzet sunacağı henüz bilinmiyor.
Önümüzdeki hafta iştahla oturduğumuz tribünlerde bu yeni lezzetleri deneyeceğiz. Bilinen futbol değerlerinin yanısıra "takım kimyasının" da nasıl oluştuğuna bakacağız.
Ortega ‘nın Fenerbahçe futbol takımı için neyi ifade ettiğini, Ceyhun ve Hakan Bayraktar ‘ın ikinci yarıda hangi misyonları üstlenerek sahaya çıkacağını, bu futbolcuların birbirleriyle iletişim kurarken hangi bütünlüğün payları olacağını hep birlikte göreceğiz.
Hasan Şaş ‘ın tükenmiş oyun iştahına Revivo nasıl bir katkı sağlayabilir ? Ayhan , Revivo ‘nun, Arif Ali Lukunku ‘nun gelişinden nasıl etkilenmiş olabilir ?
Kosecki örneği
Her iki takımda da yenilere ödenen paralar, takım kimyasının önemli bir unsuru olan genel ödeme eğilimleriyle hangi ölçüde uyumlu ?
Yıllar önce Galatasaray, yine böyle sezon ortasında Polonya’dan Roman Kosecki ‘yi transfer ettiğinde, evet, Türkiye belki de ilk süper transferi gerçekleştiriyordu ama, takımın kimyası unutulmuştu... Kosecki , kendisinden beklenen katkıyı yapmak şöyle dursun, takımın kimyasını da bozmuştu. Oysa daha sonra aynı biçimde gelen Kubilay Türkyılmaz ‘da böyle bir sorun yaşanmadı.
Fatih Terim ‘le Oğuz Çetin ‘in sıcak mutfaklardaki işi çok zor şimdi... Eldeki malzemeyle özlenen ve beklenen lezzetleri üretmek için fazla zamanları da yok.
...Ve bu iş için "imparator" olmak gerekmiyor... Aşçılıktaki ustalıklarını göstersinler, yeter!
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ‘un önemli bir yanlışı var. Doğru zamanda, doğru yerde doğru konuşmaları yapmıyor.
Örneğin Antalya’da düzenlenen TSYD seminerine davetli olduğu halde katılmıyor. Medyadan öğreniyorsunuz ki Anadolu’nun bir başka şehrinde Mehmet Ağar , Kadir İnanır ve Türkan Şoray ‘la dostluk yemeği yemektedir.
Kuşadası’ndaki hakem seminerinde iki kez ev sahipliği görevi var. Hem federasyon başkanı, hem de seminerin düzenlendiği otel, zaten Ulusoy ailesine ait... Açılış günü başkan yine yok. Haber metinlerinden öğreniyoruz ki, o gün önemli sponsorluk görüşmeleri nedeniyle İstanbul’dadır.
Neyse, kapanış günü seminere geliyor başkan... Hakemlere seslenirken, bazı medya mensuplarının kendisini yıpratmak için kampanya açtığını söylüyor, daha da hiddetlenip "Onlarla muhatap olmuyorum. Ben konuşursam, sokağa çıkamazlar!" diyerek adeta kükrüyor.
Haluk Ulusoy ‘u 21 yaşından beri tanırım. Onunla ilgili bir takıntım da yok. Bazı meslektaşlarımın aksine, onun beklenenden de başarılı bir federasyon başkanı olduğunu biliyorum. Ancak meslektaşlarıma yönelik soyut, üstü kapalı, endirekt konuşmaları beni rahatsız ediyor. Bunları reddediyorum! Varsa söyleyeceği, pekala TSYD seminerine katılıp orada yüz - yüze konuşur, eleştirilerini yapar, haklılığını savunur, daha uygar örnek oluşturabilirdi.
Böyle göndermeler ve endirekt meydan okumaların ne kendisine, ne de futbola yararı var.
Ulusoy ‘a da zarar verdiği kesin!
MHK Başkanı asker kökenli Bülent Yavuz , Kuşadası seminerinde hakemlere bitmeyen talimatlarından birini verirken, "Futbolcularla öyle kırk yıllık dost gibi selamlaşmayın, yanlış anlaşılıyor. Otoriteniz sarsılıyor" demiş.
Fazla gülümsememelerini öğütlemiş....
Vah başımıza gelenlere!
Seremoni sırasında yani, futbol alanlarından ekmeğini kazanan profesyonel oyuncularla o etkinliklerin en önemli unsuru olan hakemlerin selamlaşması kırk yıllık dost gibi olmayacak da nasıl olacak ?
Böyle bir içtenliğin ve sıcaklığın tribünlere yansıması hangi sakıncaları yaratırmış, Bülent Yavuz anlatsa da öğrensek.
Samimiyetsiz, biçimsel, kupkuru ve zoraki selamlaşmanın daha baştan her iki tarafı da tedirgin edeceğini, güvensizlik yaratacağını düşünmüyor mu MHK !
Ben kendi adıma, yakın plan gösterimlerde hakemlerin özellikle kartlardan sonra futbolculara güleryüzle karar açıklamalarını çok yararlı buluyordum.
Şaşırdım şimdi... Yeniden askerliğe mi başlıyoruz acaba ?
Sergen Yalçın , Türkçede kullanmayı sevmediğim sözcüklerin kahramanıdır..."...Yeteneği tartışılmaz ama özel hayatına dikkat etmeli... Top becerisi olağanüstü fakat koşmuyor... Cin gibi zeki, futbolu biliyor lakin fil gibi şişmanlıyor... Futbol oynamaktan zevk alıyor, oynarken zevk veriyor ama işini ciddiye almıyor!"
Devre arasını gösterişsiz bir takviye ile - Maldaraşanu - geçiştirip ilk yarıdaki istikrarını, takım oyununu, gücünü ve kalitesini korumaya çalışan Beşiktaş’ta Sergen Yalçın , sakatlığı, özel yaşam biçimi ve Sinan Engin ‘le ilişkileri dolayısıyla sanki bir kırılma noktası oluşturuyor.
Aman be Sergen ... Her yıl aynı ama’lı, fakat’lı, lakin’li cümlelerle seni anlamaya ve anlatmaya çalışmaktan yorulduk kardeşim...
Hadi biraz sakin ol, kendini işine ver, kilolarını at, sakatlıktan kurtul formanı giy. Fazla zaman yok, bizi bekletme. Yeter artık, özletme!