UEFA, kulüplerle medya ilişkilerinin daha sağlıklı biçimde gerçekleştirilebilmesi amacıyla geçen yıl 4 - 6 Aralık’ta Manchester United kulübünün ev sahipliğini yaptığı bir " medya konferansı " düzenledi. Konferansa Manchester United Menaceri Sir Alex Ferguson , İtalyan Hakem Pierluigi Colina , bir süre önce İrlanda Milli Takımı’ndaki görevinden ayrılan teknik direktör Mick McCarty ile Liverpool, Bayern Münih kulüplerinin medya direktörleri, Manchester City’nin Danimarkalı kalecisi Schmeichel ve Türkiye’den TFF temsilcisi ile Galatasaray Genel Sekreter Yardımcısı Turgay Vardar da katıldı.
Toplantı notlarından öğrenebildiğim kadarıyla kulüplerle medya ilişkileri pek sağlıklı değil... İki taraf da birbirine ne istediğini anlatamıyor. iki tarafta da güvensizlik en önemli sorun olarak çözüm bekliyor.
O toplantıda konuşanlardan en ilginç mesajları - sanki doğrudan Türkiye’ye seslenir gibi - İtalyan Hakem Pierluigi Collina vermiş... Gelin paylaşalım.
Kaybedeni kutlamak.
" - Bir maçın sona ermesiyle birlikte hemen herkes, kazanan takımı kutlamaya koşuyor... Oysa o maça gelene kadar kaybeden takım da emek vermiş, maç içinde kazanmak için mücadele etmiştir. Bu emeğe saygı göstermek gerekir. Kaybedeni de tebrik ve teselli etmek hepimizin borcudur. Şampiyonlar Ligi’nde yönettiğim Manchester United - Bayern Münih maçının uzatmadaki son üç dakikasını hayatım boyunca unutamam. ( Hatırlanacağı üzere 26 Mayıs 1999’da Barcelona’da oynanan finalde Bayern uzatmada yediği gollerle 2 - 1 kaybetmiş, Collina Alman takımının kaptanı Oliver Kahn ‘ı - sonradan 2002 Dünya Kupası finalinde de yaptığı gibi - teselli etmişti.)
En kötü davranış biçimi.
" - Kulüp yöneticilerinin, futbolcuların ve antrenörlerin maçtan sonra hakemi eleştiren demeçleri... Genellikle şöyle başlıyorlar : Hafta boyunca çok sıkı çalıştık ama... " ardından hakemi suçluyorlar... Hakemler de hafta boyunca en az futbolcular kadar sıkı çalışıyorlar!.."
Hakeme söz hakkı.
"- İtalya’da hakemin konuşması, medyaya açıklama yapması kesinlikle yasak. Oysa hakemlerin de yaptıklarını açıklama hakkı olmalıdır... 2000 Avrupa Şampiyonası’nda hakemler çok başarılıydı. Bunun nedenlerinden biri de, haftada bir gün medya ile konuşabilmemiz, açıklamalar yapabilmemizdi."
En büyük düşman.
" - Hakemlerin en büyük düşmanı televizyondur. Hakemlerin televizyonu mutlaka yenmesi gerekiyor. Sahada olan bitene değil de gösterilen enstantanelere daha çok güven gösterirseniz, yanılgıya düşersiniz. Ben bir hakem olarak 20 kamera ve 15 açıdan çekime karşı savaşırsam, kesinlikle kaybederim. İtalya’da futbol iterek - forma çekerek oynanıyor... Cezaalanı içinde her futybolcuya neredeyse 1 kamera düşüyor. Oysa ben yalnızım... Beni 10 ile çarpamazsınız. 20 gözüm olamaz. Görüntüye bakıp "Hakem hatalı" derseniz, hakemi bitirirsiniz. Oyuncu hakemi tanıyor ve güveniyorsa, maç içinde yapacağı yanlışları da kolayca kabullenecektir."
Hakem ve teknoloji.
"- Sahanın belirli yerlerine ve hakemlere mikrofon verilmesi tartışılıyor. Teknoloji iyi bir şey ama, doğru kullanmalı. Bu mikrofon önerisinin bir adım ötesi, şov uğruna hemen her hakeme ve futbolcuya kamera takmaktır... Hakem hatalarını ortadan kaldırmak isteyenlerin , futbolcu - menacer - antrenör hatalarını da ortadan kaldırmayı denemelerini öneriyorum. Sadece kavga çıkarmakla ilgi çekilemeyeceğini televizyonculara anlatmalıyız. Toplum oyun kurallarını değil, medyanın aktardığını izliyor ve okuyor. 3 - 5 hafta süreyle hakeme saldırırsanız, ileride iyi hakem bulamazsınız!"
Sohn Kee - Chung ... Evet, Koreli... Ama bilemediniz, futbolcu değil... Atlet... üstelik, dünyanın en başarılı atletlerinden biriydi o... 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nın maraton şampiyonuydu... Dünya tarihinin en kanlı diktatörü olduğu sonradan anlaşılan Adolf Hitler ‘in de katıldığı madalya törenine gözyaşları içinde çıktı... Hayır, Koreli olarak değil, zoraki Japon bayrağıyla, üstündeki Japon bayraklı atletiyle... ülkesi 1910’dan beri Japonların işgali altındaydı... Hiç sevinmedi, hiç mutlu olamadı... 1945’de işgal sona erdi... 1988’de Sohn Kee - Chung Seul Olimpiyat Oyunları’nın açılış töreninde yetmiş yaşına dayanmış yorgun ama özgür ayaklarıyla koşup olimpiyat meşalesini gururla ateşledi...
2002’nin son günlerinde Sohn Kee-Chung özgür bir sporcu olarak öldü...
Gençlik ve Spor İl Müdürü Vedat Bayram , sadece işi gereği değil, bir yaşam biçimi olarak sporla yatar, sporla kalkar... 1997’de, İstanbul’un olimpiyat adaylığı için bulunduğumuz Lozan’da ünlü Olimpiyat Müzesi’ni gezip gördükten sonra, inanılmaz bir aşkla İstanbul’a bir spor müzesi kazandırmak için kolları sıvadı. Vedat ‘ın bayram kutlayan çocuk mutluluğuyla giriştiği iş, saygı duyulacak, hayranlıkla alkışlanacak bir projedir. Abdülkadir Yücelman ağabeyimiz ne güzel de yazmış... O müzeye katkıda bulunmak, onur anılarını gelecek kuşaklarla paylaşmak için Vedat ‘a yardım etmeliyiz... Haydi herkes evindeki sandıkların başına!
Kişisel yaşam maceramızın iniş - çıkışlarını kendimize saklar, sportif ve sosyal kriterlere bakacak olursak, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz : Türk halkı 2002’de sporla güldü!
Sevgili kızımız Süreyya Ayhan ‘a, Dünya şampiyonu Güreşçimiz Mehmet Özal ‘a, Dünya üçüncüsü Milli Futbol Takımımıza, Formula 1’i Türkiye’ye getiren - Türkiye’yi motor sporlarının zirvesine taşıyan - Mümtaz Tahincioğlu ‘na ve burada adlarını yazamadığım sporcu ve spor adamlarımıza gönülden teşekkürler... 2002’yi çok sevdik... Savaşsız , spor dolu 2003 dilerim bizi daha çok sevindirsin... Mutlu yıllar!