Milli Takım, çok dünya devinin - daha önce şampiyonluk tacını giyenler dahil - takla atarak razı olacakları üçüncülük ünvanı ile elbette tarihinin en büyük uluslararası başarısını kazanmıştır. Bu başarıyı takdirle karşılarken, "Canım adamlar da dünya üçüncüsü kardeşim... Artık fazla eleştirmeyelim" biçimindeki sığlıklara itiraz ediyorum.
Milli Takım, Dünya Kupası’nı da kazansa, eleştirilecektir. Başındaki kişi kim olursa olsun her sözü, her davranışı, her seçimi ve her eylemiyle eleştirilmeye devam edecektir. O nedenle Şenol Güneş’in hemen her maç öncesinde göreviyle ilgili açıklamalar yaparken, ille de medyaya ders verir gibi özel bölümler açmasını doğru bulmuyorum.
Rüştü Reçber, Makedonya maçının bana göre en öndeki kahramanıydı. Sakatlığının tedavisini aksatarak, idmansız çıktığı maçta yediği hata golünden sonra en azından üç inanılmaz gol kurtardı. Onu elbette alkışlamalıyız. Ama şu soruyu da sormalıyız:
"Türkiye’nin Rüştü’den başka bir kalecisi yok mu ?"
Yani, Tanrı korusun, Rüştü apandist ameliyatı dahi olsa, adamı yataktan kaldırıp üç direğin arasına mı geçireceksiniz ?
Böylesine "Senden başka, senden başka seçemem ben hiç kimseyi" nakaratı Rüştü’nün zamansız tükenmesine neden olmaz mı ?
Rüştü konusundaki dayanılmaz ısrarcılığın ilk örneğini Fatih Terim vermişti. Hatırlarsanız, İstanbul’da İsviçre’ye 2-1 yenildiğimiz maçta sakatlığı tam geçmeyen file bekçimiz, hamle edemediği topları kalesinde görmüştü.
Bugün süren ısrarın Ömer Çatkıç’la, Zafer Özgültekin’de de ne tür bir tahribat yarattığını söylemenin gereği yok herhalde.
Her neyse... Rüştü’yü tüketmeyelim. O bize daha çook lazım. Ömer de, Zafer de!
Türkiye Otomobil ve Motor Sporları Federasyonu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu’nun çalışmalarını izliyor musunuz ?
Ben, doğrudan ilgili olmadığım halde hayranlıkla görüyorum yaptığı işleri...
Kriz ortamında kendi şirketini yeniden yapılandırdı. Türkiye’nin ihracat şampiyonları arasındaki yerini korudu. Formula 1 için yıllardır sürdürdüğü sabırlı ve inançlı çalışmayı olumlu bir yere taşıyıp, İstanbul - İzmir - Antalya arasında aday kent rekabeti yarattı. Eccleston’u Türkiye’ye getirdi, ikna etti. Şimdi de Dünya Ralli Şampiyonası’na puan verecek yarış için Antalya’yı devreye soktu.
Adı üzerinde otomobil dünyamızın "seçkin" bir başkanı var... Mümtaz Tahincioğlu’nun bu ülkeye kazandırdıkları için alkış yetmez...
Devlet Üstün Hizmet Madalyası için ille de futbolcu olmak gerekmez...
Sahi, Türk Tanıtma Vakfı ne yapıyor bu arada?
CNN Türk’teki "Taraftaria" programında İhsan Topaloğlu ile Yasir Kaya’nın konukları Şenes Erzik ve Ayhan Bermek’i ilgiyle izledim. Akıllı ve heyecanlı spor adamları, Yunanistan - Türkiye’nin ortak adaylık projesi Euro 2008’in gerçekleştirilmesi için bir yığın neden sıraladılar. Elbette öteki adaylar arasında bu ortaklığın bir yığın avantajı var...
Ancaaak...
UEFA delegelerine boş tribünleri gösterip stadlar için onay almak yetmez... O statların dolu halini de gösterebilmeliyiz.
Türkiye’nin hangi stadına giderseniz gidin-Denizli hariç-tribünler kavga, küfür-kıyamet yeri... Seyircimizin maçları seyredip seyretmediği bile tartışmalı. Futbol keyfini çoktan unutmuş, hır çıkarmaya koşuyoruz maçlara.
Şimdi Erzik ve Bermek’e sorabiliriz :
"- Bu seyir kültürsüzlüğü ile 2008’i alabilir miyiz ?"
Ben onlara sordum ama, herkes kendi vicdanında yanıtlayabilir!
Üç Büyükler, allem edip kallem edip sonunda yine devlet kesesinden aparttıkları olanaklarla Basketbol Ligi’ni onurlandırdılar. Neyse, sonunda sporseverlerin gönlündeki sonuç alındığı için biz de sevindik.
Ama o ne ? Lige girer girmez kıyametler koptu. Galatasaray, ezeli rakibi Fenerbahçe’yi 28 sayı farkla (96 - 68) yenince, Kanarya’nın Basketbol Şube sorumlusu Murat Aşık açtı ağzını, yumdu gözünü:
"- Efendim bu yenilgiyi hiç hak etmedik. Galatasaray etik kurallarına uymadı. Gereğinden fazla transfer yapıp kadroyu güçlendirmişler. Ayıp ettiler!"
Fenerbahçe de güçlü bir kadro kursaydı, ellerini - kollarını bağlayan mı vardı yani! Böyle itiraz olur mu ?
Bir şey daha... Fenerbahçeli basketbolcu Zeki’nin arabasının camını kıran hırsızlar, radyo - teyp’i yürütmüşler... Genç sporcu, kulüpten parasını mı alamamış, parasını almış da bu umulmadık masafı karşılayacak hali mi yokmuş, bilemem... Duydum ki, Zeki, kapı camını taktıramadığından, arabasını hep duvar dibine yapışırcasına park ediyormuş...
Camı taktırıp pencereyi kapatamayan sporcu, potanın altını nasıl kapatır, Murat Bey ?