Kırk yılda bu kadar mı değişti aşk?

15 Ekim 2010

1970... Dünya bir aşk hikayesiyle çalkalanıyor. Gözyaşı, duygu seli filmin iki kahramanı için akıp gidiyor. Filmin başrol oyuncuları Ali MacGraw ve Ryan O’Neal’ın ünleri bir anda doruğa ulaşıyor. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde ulaştığı 106.4 milyon dolarlık hasılat, filmin etkisini açıklamaya yetiyor. Amerikan yapımı “Love Story”, 1971 Kasım’ında da Türkiye’de gösterime başlıyor.
Benim daha hayatta bile olmadığım ama muhtemelen anne ve babamın aşkının en taze yılları!
İlk ne zaman izledim bilmiyorum ama defalarca seyrettim Love Story’i... “Vay be” de dedim seyrederken, gözyaşımı da tutamadım. Türkçesi “Aşk Hikayesi” olan filmin senaryosu, Erich Segal’a ait. Aranızda bilmeyen olduğunu sanmıyorum ama varsa eğer; konu kısaca şöyle:
Köklü ve zengin bir aileden gelen Oliver Barrett IV (Ryan O’Neal), aile geleneğini devam ettirerek kendisinden öncekiler gibi Harvard Üniversitesi’nde hukuk okumaktadır. Bir gün Radcliffe Koleji’nde müzik öğrencisi olan işçi sınıfından Jennifer Cavalleri’ye (Ali MacGraw) aşık olur. Çift evlenmeye karar verir, ancak Oliver’in babası Oliver Barrett III (Ray Milland) bu evliliğe onay vermez ve oğlunun harçlığını keser. Ayrıca onu mirasından da

Yazının Devamı

Kako si?

12 Ekim 2010

Boşnakça “Nasılsın?” anlamına geliyor; “Kako si?”
Anne tarafım uzansa da Saray Bosna’ya; aslında dillerin, dinlerin, ülkelerin hiç bir farklılığı yok bu dünyada. Nereli, kimlerden olduğumuzu dillendirmek de bir o kadar uzak tüm anlamlardan.
Ama ne yazık ki aynı zamanda bir gerçek de olmuş; sınırlara ayrılmış toprak parçaları ve o parçalara ait insanlar.
İşte o sınırlara ayrılmalar yüzünden, evrenin güzelliğinin tadını çıkaramıyor insanoğlu. Doğanın sunduğu güzellikler, kara parçalarına sahip olma hırsının arkasında kalıyor hoyratça. İnsanlar bölüp parçalamakla, savaşmakla uğraşmaktan hiçbir zaman tadını çıkaramıyor kendisine sunulan bu nimetlerin.
Geçen hafta İzmir galasında buluştuğumuz “Kako si?”yi izlerken de yine aynı şeyleri düşündüm. Kahramanların İstanbul’dan Bosna’ya süren araba yolculuğunda; kavgaların arasında, ortasında, arkasında kalmış dünyanın en güzel coğrafyalarından geçiyorduk. Yeşillikler, ormanlar, sular, köy yolları, tepeler, köyler, evler... Ancak işte tam da o coğrafyanın ortasında duruyordu acı dolu insanlar. Dillerini, dinlerini, kimliklerini unutmaya zorlanan ve onun acısıyla yaşayan insanlar. O yollardan o insanlar geçiyordu, o evlerde o

Yazının Devamı

Domuz gribinden beter bir salgın

8 Ekim 2010

GEÇEN sene bu zamanlar... Halimizi hatırlıyor musunuz? Dünyanın ve bizim??
Hatırlıyor musunuz?
Bir domuz gribi furyası almış başını gidiyordu. Ortalıkta korku rüzgarları esiyordu. Gazetelerde, televizyonlarda onlarca haber, onlarca şehir efsanesiyle beraber...
Her gün kaç kişi domuz gribi oldu, hangi şehirde kaç kişi domuz gribinden öldü, korunmak için neler yapmalı? Tüm bunların peşindeydik.
Hapşıran tıksıran birini görsek öcü görmüş gibi kaçıyorduk. Toplu taşıma araçlarına binmekten, sinemaya -tiyatroya gitmekten kaçınıyorduk. Her yerde dezenfektanlar, çantalarımızda jeller... Ortalıkta ne jel ne dezenfektan kalmıştı. Bulunamıyordu, kıtlık yaşanıyordu. Şifalı bitkiler de bu arada araya kaynayıvermişti. Zencefilden, hatmi çiçeğine kadar içine katılan karışımlar, bitki çayı önerileri...
Nar, portakal suyu sıkanların önünde kuyruklar, katı meyve sıkacağı almak için mağazalara koşanlar...
Maske çılgınlığını da unutmamak lazım. Neyse bizde fazla moda olmamıştı.

Yazının Devamı

Erkekler en çok neyin peşinden koşar?

5 Ekim 2010

EVLİLİK yıldönümlerini unutmakla övünürler değil mi? Yaş gününüz belli bir zamandan sonra son anda akıllarına gelir. Özel günleri hatırlamaktan nefret ederler. Hatta unuttukları için gururlanırlar. Sevgi gösterisi de nedir ki? Yapılır mı böyle çocukça hareketler?
“Akşam bir yere gidelim” deseniz, sizin programınızsa, kırk tane bahane uydururlar. Organizasyon olmasın diye kırk takla atarlar. Bunlara rağmen yapabildiyseniz o programı, ya geç gelirler, ya ağırdan alırlar.
Lig Fikstürü’nü ezbere bilirler. Hangi hafta, kiminle, saat kaçta maç var? Hiç tereddütsüz söylerler; özel günlerin tarihlerini unutmalarına inat.
Beşiktaş’ın kupa maçı, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi maçı, Galatasaray’ın derbileri... Hepsi ezberlerindedir.
Sizin en yakın arkadaşlarınızın ismini hatırlamazlar. Tuttuğu takımın masörüne kadar unutmazlar.
Yeni aldığınız elbise hiç dikkatlerini çekmez de, bu senenin formaları üzerine modacıları geride bırakan yorumlar yaparlar.
Yıllar önceki bir anıdan açılır söz. Sanki o gün hiç yaşanmamış gibi, tek bir ayrıntı akıllarına gelmez. Çocukluklarında izledikleri maçların uzatma dakikalarına kadar anımsarlar. Yıllar öncesinin maçlarını saniye saniye anlatırlar.

Yazının Devamı

Kendilerine en çok güvenen kadınlar İzmirli çıktı!

1 Ekim 2010

ÖYLE çok can sıkıcı şey var ki... Ölüm mesela, tutukluluk mesela, ayrılıklar mesela...
Arabada radyoda kulağımıza çalınan, keyifli sabah çayıyla gazetenin sayfalarını çevirirken karşımıza çıkan...
Öyle çok can acıtan şey var ki... İhanetler mesela, yalan mesela, ahlaksızlıklar mesela...
Akşam yemeğinde televizyonun karşısında lokmaları boğazımıza dizen, internette son dakikalarda görünüveren...
Öyle can sıkıcı ki artık hayat! Ufacık bir es verip eğlenmeye kalksanız, bazen kendinize bile kızar oluyorsunuz:
“Hayat bu kadar berbatken gülmek yakışmıyor!”
Ya da eleştiriliveriyorsunuz; “Ne kadar duyarsızsın, keyfindesin.”

Yazının Devamı

O öldürülen, işkence gören bebekler dilleri olsa neler diyecekler?

28 Eylül 2010

ANNEYİM ben... Ateşi çıktığında başında uykusuz beklediğim, bir yeri ağrıdığında benim canımın daha da yandığı, gözünden bir damla yaş aksa içimde denizler büyüttüğüm, gözümün içi gibi baktığım bir kız çocuğunun annesiyim.
Benim gibi milyonlarca anne var... Anneyiz biz. Alnında bir sivilce bile çıksa içim acır. Yüzünü üzgün görsem, kalbimde fırtınalar kopar. Biraz halsiz, mutsuz görsem çırpınırım etrafında.
Anneyim ben... Canımdan büyüttüğüm parçama ufacık zarar gelse, gözüm hiçbir şeyi görmez.
Anneyiz biz; onlarla ağlar, onlarla güleriz.
Biraz hastalansa gece - gündüz başında nöbet bekleriz, dokunmaya kıyamayız, bakmaya doyamayız.

Yaşama amacı sadece o

Yazının Devamı

Allianoi için neden Tarkan dışında ses yok?

24 Eylül 2010

TARAF olmamalıyız... Haber yazarken ne o tarafın ne bu tarafın sözcüsü olmalıyız. Bergama’da Yortanlı Barajı’nın su tutma sahasında kalan antik termal şifa merkezi Allianoi, kumla kapatılmaya başladığında, görüntülemek için gittiğimizde, belki de farkında olmadan sayıklıyordum da: “Taraf olmamalıyız. Taraf olmamalıyız...”
Haber için bilgi toplarken Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler uzakta arabada parkta bekleyen köylüleri de işaret etti. “Tek taraflı konuşuyorsunuz diye bizi suçluyorlar. İsterseniz bir de köylüleri dinleyin” dedi. Köylülerin yanına gittik... Arabada oturuyorlardı. “Ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğumuzda aldığım cevap karşısında yüz ifadem değişmesin, tarafsız olsun diye çok zorlandım.
“Bu taş-toprak bizim karnımızı doyurmuyor. Burası olsa ne olur olmasa ne olur. Bize su lazım” diye çıkışıyorlardı. Neye uğradığımı şaşırdım ve belli etmesem de, onlara kızarak, öfkelenerek İzmir’e doğru yola çıktım.
Aradan çok geçmeden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın açıklamaları gelmeye başladı. Kum dökme işleminin İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun geçen ay aldığı kararın ardından, raporlar doğrultusunda uygulanmaya başladığını

Yazının Devamı

Cesur bir yazıya cesur bir cevap(!)

21 Eylül 2010

YAZMAYAYIM, yazmayayım diyorum... “Dünyada bütün işler bitti işimiz kadın-erkek ilişkilerine mi kaldı” diyorum. Olmuyor. Ben yazmazsam, başkası yazıyor. Okuyucular “Hani?” diye soruyor.
Yani anlayacağınız, dünyada her şey, her iş bitiyor ama kadın-erkek ilişkileri için söylenecekler bitmiyor. Sabahlara kadar tartışılsa, uzlaşılamıyor; oturup incelenmeye kalksa, kimseler çözüm bulamıyor. Eee işte o yüzden “Ben mi çözeceğim” diyorum, “Yazmayayım” diyorum ama... Olmuyor.
Uzun zamandır kendi halinde yazılar yazıyordum, kadını da erkeği de pek karıştırmıyordum. Beni feminist ilan edenler bile vazgeçmişti uğraşmaktan. Amaaaa...
Ama bu hafta her şey sanki beni tetiklemek için hazır bekliyordu. Kanal D ekranlarında yayınlanmaya başlayan ve merakla beklenen “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisinin yankıları, Milliyet Pazar için dizinin yönetmeni Hilal Saral ile röportaj yapmam, beni dürtmeye yetmişti bile.
Fatmagül’ün 4 erkeğin tecavüzüne uğradığı, insanı erkeklerden soğutan sahneler sonrası yapılan yorumlar daha da çileden çıkarttı dersem de abartmamış olurum. Evet, çileden çıktım. Zaten o sahneler sonrası çoğu arkadaşımla erkekleri epey bir çekiştirdik. Ancak insanın hayatını karartan bu

Yazının Devamı